Bazen insanlar mücadele içerisinde hiç hayal etmedikleri olaylarla, büyük mucizelerle karşılaşır. Kürdistan’ın telli coğrafyasında hayali bile zor bir yolculuğa başlamıştık.
- Ayrıntılar
Boş bir teneke misali,
Tok sesli bir general Azamput Yaşar Paşa ol eylemişti.
Kambur vaziyetiyle beraz fablı teşbihindeydi.
Mangal yüreklilik ne arar bu korkak generalde.
Ne sesi hoş bir seda, ne de silueti bir general silueti.
Yine der ki, ordugahlar ilk hedefiniz Zap!
Haydi marş ileri!
Tarihlerden tarih, 20 Şubat 2008’i gösterince, Kuzey Kürdistan’ın öte yakasındaki Güney Kürdistan’da belirdi askeri kepler.
Uçar-konar birlikleri mi dersin,
Uçaktan ve helikopterden fırfıroklar mı dersin…
Kalktılar, uçtular ve indiler ama ve lakin konamadılar.
Anlı şanlı bordo bereliler kanlı canlı indiler Heragor ve Şemka’nın kuzey yakasının sıfır noktasına.
Anlı-şanlı, kanlı-canlı birer kahraman olma ne eyler Kürdistan gerillası karşısında.
Şişirildiler, hayali kahramanlar yapıldılar külliyeti emret paşam zihniyetli ırkçı-faşist medya tarafından.
Gariban, fakir-fukara Anadolu çocukları bilemezlerdi ki başlarına geleceklerden.
Kendini kahraman zannedenler de içlerinden çıkmış olabilir.
Azamput asker ilk hedefiniz Zap derken emret paşam zihniyetli ırkçı-faşist Türk medyası ise hızını alamamıştı.
Savaşın ikinci gününde ordugahları Kandile işgal eylemişti.
Sonuçta ikinci bir Allahu Ekber tarumarına uğradı TeCe.
Tabi ki, HPG gerillalarının direnişi karşısında.
Beş metre bile ilerleyemediler Kuzey’in öte yakasına.
Kanlı-canlı geldiler bordo bereliler.
Kansız-ölü cenazelere döndüler yüz yirmi dört hayali kahraman.
Netice böyle olunca kıyametler koptu ordugahlarda, ırkçı Türk partilerinde.
Türklerden bazıları “kimyamız bozuldu” dediler, bazıları “kimse orada yirmi dört saat dayanamaz” dediler.
Kürtler “suvar hatın peya çun” dediler.
Ol zaman, git zaman aradan bir yıl geçti.
AKP’de tarumar olmaya başladı, tar u mar olan ordugahı TeCe misali.
Ol zaman, git zaman halkımızda Katil-Qerdoğan ile Fet-ul Münafık soykırımcı AKP’sine son tekmeyi vuracak gibi.
Aynen HPG’nin Zap’ta Türk ordusunu tar u mar ettiği şekliyle.
Haydi yiğit Kürt halkım sıra sende.
Ver gerillana bir xelat, tar u mar et şu Kafirler Partisi AKP’yi.
Haydi bizi rüsva etme.
Sana 29 Mart zaferi yakışır.
Zap Destanı üzerine 29 Mart Zaferi yakışır.
- Ayrıntılar
Faşist ve münafık düşman, bir kere daha kirli û vahşi yüzünü gösterdi. Halkımız, Önder Apo û Özgür Kürt’ün iradesine karşı tarihi ve alçakça komplo ve kalleşliğe karşı, dünyanın dört bir yanında ayağa kalktı ve bir kez daha Önder Apo’ya olan bağlılığını dosta ve düşmana gösterdi. Bu eylemlerde yurtsever halkımız, önderliği etrafından ateşten bir halka oluşturdu. Halkımızın bu duruşunu gerillalar olarak, özgürlük dağlarından selamlıyoruz. Bu coşku ve direnişinizle Önder Apo etrafında oluşturduğunuz ateşten halka, kardelenlerin güneşe yönelmesi gibi, dağlardaki karları eritiyor ve baharı erkene alıyor.
Bu direniş karşısında Semaların, Fikrilerin, Viyanların yüzlerinde özgürlüğün anlamlı bedel verme gülücükleri saçılıyor. Semalar ve Fikrilerin “Güneşimizi Karartamazsınız” şiarı ile, kendi bedenlerindeki ateşle, kendi küllerinden özgür yaşamı yarattılar. Şehit Viyan tanrıça görkemliliğiyle bedenini ateş topu yaparak, “Unutmak İhanettir” ve “Ben bu komplo ile yaşamayı kabul etmiyorum” deyip, Önderlik etrafında oluşturulan ateşten bağlılığı gürleştirdi û hep beraber haykırdılar; “Ya Önder Apo’nun özgürlüğü, ya Önder Apo’nun özgürlüğü.”
Direnişçi halkımız Kara Gün’ün 10. Yıl dönümünde, başta Amed ve Batman’da bütün komploculara, “Önderliksiz bir dünyayı başınıza yıkarız” mesajını yeniden verdi.
Düşman başta Batman ve Amed de vahşice analarımıza, gençlere ve çocuklara saldırdı. Bu da, katil Erdoğan’ın emri ve açıklamaları ile oldu. Zaten daha öncesinde defalarca, “çocukta olsa, kadın da olsa saldırılacaktır”, “hesabınıza gelmiyorsa, terk edin” deyip, soykırımların mesajını verdi.
Evet!
Biz bu sözleri hiçbir zaman unutmayacağız! Hiçbir Kürdistanlı da bunu unutmayacaktır!
Halkımız bilmelidir ki, mücadele tarihimizde, Erdoğan ve AKP hükümeti gibi bukalemun, iki yüzlü ve münafık görülmemiştir. Bu düşman, her türlü kirli savaş yöntemlerini özgürlük mücadelemize karşı kullanmaktan geri kalmamıştır. Bu düşman, evrenseli bir ahlaksızlıkla, kan dökücülüğe kara sevdalıdırlar.
Bu nedenle Amed halkı, 21 Şubatta münafık Erdoğan’ı Amed’e sokmamalıdır. Erdoğan’ın Amed’e gelişinin verdiği bir kaç mesaj var. Birincisi; ben anaları, gençleri, çocukları öldürüp coplayacağım ve yine de geleceğim. İkincisi; 21 Şubatta gerillalara karşı Zap’a yönelik yapılan kara seferinin yıldönümünde Enver Paşalığa özeniyor. Ama herkes Zap seferinin nasıl sonuçlandığını bilir. 21 Şubat’ta nasıl ki, Türk Ordusu Zap’a girmek istemiş, ancak kendilerini yağdan kıl çeker gibi kurtarabilmişlerse ve halkımız “Siwar hatin, peya çûn” sözleri ile tarihe Zap Destanı olarak mal etmişse, Erdoğan’ın Amed’e seferi de böyle olmalıdır.
Bundan dolayı Amed’deki halkımız Zap Direnişi gibi, Erdoğan ve etrafındaki satılmışlara, Zap tadında cevap vermeli, Türk Ordusunun yaşadığı hezimeti, yaşatmalıdırlar.
Ey Amed!
Sen direniş kalesisin. Kendi misyonuna göre ayağa kalk. Sen hiç gam etme, özgürlük dağlarındaki ve şehirlerdeki gerillaların, nasıl ki düşmanın kalbinde Zap ve Oramar yaralarını açtıysa, baharla beraber daha bir çok yara açacaktır. Gerillanın kalbi ve duyguları sizinle, Güneşle ve surlarla beraber özgürlük halayındadır.
Sen hiç gam etme, nasıl ki yıllardır surların Vedat Aydınları ve Zekiyeleri göğsüne bastırıp yüzlerce direnişte seni korumuşsa, bundan sonra bu misyonunu yerine getirecektir.
Ey kadim Amed surları!
Sen Kürdistan’ın gerdanı ve süsüsün. Sen hiç gam etme, çocukların özgürlük dağlarında, senin için mücadeleyi yükseltecekler ve seni özgürlüğe kesinkes ulaştıracaklardır.
Ey Amed gençliği!
Sen kendin bu acı ve zulmü yaşıyorsun. Bak ve gör, kendi kalbinde bu zulmü nakşet! Bu vahşi ve faşist düşmana karşı, kendini hazırla. Karşında iki yol var:
Birincisi; özgürlük dağlarına yönel ve intikam gerillası ol.
İkincisi; serhildanlarda molotofunla, taşlarınla, sapanınla, silahınla halkının meşru savunmasını yap. Mevzilerini sağlamlaştır. Sen serhildanların savunma gücüsün. Eylemlerde birinci görevin, halkın savunmasıdır.
Ey Amed gençliği!
Unutma ki, analarımıza karşı tazyikli su, göz yaşartıcı bomba ve cop kullanan bu polis çetelerinin de, çocukları ve aileleri var. Bu kendini satmış güruhların ve AKP, CHP ve MHP gibi partilere çalışanların da çocuk ve aileleri var.
Ey Amed gençliği!
Ne olursa olsun, din ve kan siyaseti yapan Erdoğan münafığının ve etrafındaki sürüngenlerin, o kirli ayaklarıyla Amed’i kirletmelerine izin verme.
Sloganımız; “Zap’a girilir, ama çıkılmaz” Belki Erdoğan ve satılmış ayaktakımı ve sürüngenleri, ordusu ve polisiyle Amed’e girebilir ama çıkışları öyle kolay kolay olmamalı. Bütün dünya bilsin ki, burası Amed’dir, burası başkenttir, burası KÜRDİSTAN’dır.
Ey Amed!
Ey kadim burçlar!
Ey Kürdistan’ın kalbi!
Senin gerillaların saldırıları karşılıksız bırakmayacaktır. Zap Direnişinin yıldönümünde, serhildana kalk! Sen düşmanın tankından, panzerinden, G-3’ünden, copundan ve kimyevi gazlarından daha güçlüsün. Ve bu direniş gücünle özgürlüğe yürü, bu direniş gücünle insanlık düşmanlarının üzerine yürü. Yürü ve diren! Diren ki özgürlük ve adalet sağlansın. Diren ki, bir daha zebaniler sana karşı savaş açamasın. Diren ki Güneşimiz desin; “Amed bu sana yakışır!”
Zaten bunun dışında sana ne layık olabilir ki!
Haydi kalk ve tüm Kürtlere öncülük et!
- Ayrıntılar
Halkımıza ve Kamuoyuna!
1. 16 Şubat günü 11:00 - 14:00 saatleri arasında TC ordusu tarafından Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap’ın Bircela, Reşaperaxa, Ertiş ve Horê köylerine yönelik olarak obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
2. 16 Şubat günü sabah 05:00-06:00 saatleri arası TC ordusu tarafından Medya Savunma Alanlarının Zagros alanına bağlı Stunê Köyü’ne yönelik olarak obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
3. 15 Şubat günü Şırnak’ın Uludere İlçesi'nin dağlık alanlarında TC ordusunun döşemiş olduğu bir mayının patlaması sonucu 1 sivil vatandaş ağır yaralanmıştır.
Konuya ilişkin TC Genelkurmaylığının yapmış olduğu açıklamanın aksine, bu mayın sivillerin can güvenliğini hiçe sayan ve halkımızın yoğun kullandığı geçiş yerlerine rast gele mayın yerleştiren TC ordusu tarafından döşenmiştir. Gerillalarımızın bu olayla hiçbir ilişkisi bulunmamaktadır.
17 Şubat 2009
HPG Basın-İrtibat Merkezi
- Ayrıntılar
Bugün 15 Şubat! Reber APO’nun uluslararası komployla esir edilmesinin 11. Yılına girdik. Önder APO ‘93’ten bugüne Kürt sorununun demokratik çözümü için elinden geleni yapıyor. Her gün, her hafta bu sorunun barışçıl çözümü için çağrı yapıyor. Halk bu çağrının arkasında olduğunu, Rêber APO’yu Kürt Halk Önderi olarak kabul ettiğini; bu neyi gerektiriyorsa onu yapacaklarını yıllardır göstermiş oldukları tavırlarıyla çok net ortaya koyuyorlar. Bu tavır genelde dünyanın tüm insanları için herkesin hakkı olan gösteriler tarzında oluyor. Bu gösterilere hep şiddetle cevap veriliyor.
Bir taraftan da başta devlet olmak üzere çeşitli çevreler PKK’ye silah bırakması için çağrı yapıyor. Tek çözüm yolunun silah bırakmakta olduğunu söylüyorlar.
Demokratik tepkilerini gösteren halka karşı bütün gücünle saldıracaksın sonra da bu halkın tek güvencesi olan gerillasının silah bırakmasını isteyeceksin.
Bugün Yahya Menekşe’nin faşist Türk polisince katledilmesinin birinci yıldönümü. Katilleri nerede? Halen görev başındalar. Hani hukuk? Hani haklar? Nerede Adalet?
Sadece Yahya Menekşe mi? Burhan Koçkar Kasım 2002’de TC özel timlerinin evine yapmış olduğu baskında infaz edildi. Halk bunu kabul etmedi. Binler bu durumu günlerce sokaklarda serhıldanla protesto etti. Devlet sorumluları yargılayacaklarını söyledi. Sonuç; katiller dışarıda hatta terfi bile almış olanlar var.
Ahmet Kaymaz ve 12 yaşındaki oğlu Uğur Kaymaz 2 Kasım 2004’te evlerine yapılan baskında vahşice katledildiler. 4 yıl geçti. Bu katliamın da 5. yılındayız. 4 katil Uğur ve Ahmet Kaymaz’a karşı meşru müdafaa haklarını kullandıkları gerekçesiyle serbest bırakıldılar.
Bunlar 7-8 yıl içerisinde faşist Türk devletinin işlediği suçlar ve sözde hukuk ve adaletinden birkaç örnek. Buna benzer onlarca olay var. Bunların hepsini teker teker yazıp o kahraman şehitleri anmak isterim. Onlar ki demokratik, özgürlükçü duruşlarından dolayı TC’nin mermilerine hedef oldular. Onları anmak önemlidir. Çünkü onlar mücadelemizin öncüleridir. Ancak onları anmak yetmiyor, anmakla birlikte her birinin katillerinden hesap sormak gerekir. Bunun hukuk mücadelesini vermek demokratik kurumlarımızın, halkımızın bir görevidir.
Mevcut durumda hukuk yolu, geçen örneklerde anlattığımız gibi, görüldüğü gibi sadece bizleri uyutmak için kullanılıyor. Hukuk ki iktidarın kendini yürütmek için kullandığı farklı bir araç; hem de en kirletilmiş araçlardan biri. Hem özü çok kirli ama dışı temiz görünen bir araç. Bu kirliliktendir ki bu araca bırakıldı mı hesap sorma ve adalet, nasıl olsa birkaç ay geçince Türk toplumunda kimse hatırlamıyor. Hiçbir aydın bir satır bile yazmıyor. Yazanlar soranlar da çok sonuç almıyorlar. Yani “yapanın yanına kar kalan” onlarca katliam.
Katliamlar yapanın yanına kar kalıyorsa! Kardeşlerimizi, yoldaşlarımızı insanımızı katlediyorsa ve bunu yapanlara devlet şeref madalyaları veriyorsa sizce ne yapmalı?
Tabi ki hesap sormalı!
Hesap sormanın mekanı dağlar ve sokaklardır. Hesap soracak güç, gerilla ve başkaldırmış halktır. Hesap sormak isteyen herkes gerillaya katılmalı, barikatlarda yerini almalıdır.
Gah kleşiyle dağların doruklarında, gah molotoflarıyla sokaklarda barikatlarda Burhanların, Ahmetlerin, Uğurların ve Yahyaların katillerinden hesap sormak için kavgaya!...
- Ayrıntılar
Tekrar geçmişe gitmek o acıyı tüm tazeliğiyle yeniden yaşamak bizler açısından çok zordur. Dünyada ve tarihte hiç görülmemiş böyle bir trajediyi yaşamak ve onunla mücadele etmek bizler açısından acıdır. Ve bunları çoğu zaman bilinçsizce yaşayan ve onun anlam mücadelesini vermeye çalışan yine bizleriz? Gafleti içinde yaşatan bilinçsizlik, gözümüze perde çekmişti. Dünyadan ve kendimizden habersizdik. Dünyada ne oyunlar oynandığını bilmiyorduk.
Sonbahar yağmurları hiç dinmeden devam ediyordu. Gece karanlığında yol almaya devam ettik. Sabaha kadar yürüdük, zar zor kendi yerimize ulaştık. Kamuflajlı bir yerde kaldık. Küçük bir ateş yaktık ve kendimizi kurutmaya çalıştık. Bu nokta çok güzeldi. Mitolojide anlatılan sedir ormanlarını anımsatıyordu. Ormanın içine daldıkça kayboluyorsun. Gece yürümek burada zorlayıcıydı. Bu güzelim ormanlarda insan huzur buluyordu. Bugün huzursuzdum. Naylon çadır altında közün etrafında oturuyorduk. Radyoyu dinledik. İlk haberde Abdullah Öcalan Suriye’den çıktı ve sınır dışı edildi denilince kafamız allak bullak oldu. Kimseden çıt çıkmıyordu. İnanamadık, düşman hep yalan haber veriyor diye arkadaşları yatıştırmaya çalıştım. Mücadele yaşamımdaki en zor anlardan bir tanesini yaşıyordum. Ve ciddi bir soru karşısında duruyorduk. Hepsi de o gün cevapsız kaldı. Arkadaşlardan biraz uzaklaştım ve ileri doğru gittim.
Ormanda kimsenin göremeyeceği bir yerde sırtımı ağaca dayayarak yağmurun altında düşündüm ve doyasıya ağladım. Geri geldiğimde arkadaşlar oturuyorlardı. Nereye gittin diye sorduklarında ormanda kayboldum dedim. Düşman bizim alana operasyon yaptı ve o gece o noktayı terk etmek zorunda kaldık. Başka bir alana geçtik. Arkadaşların sadece bir radyosu vardı ve sadece düşmanın kanallarını dinliyorduk. Büyük cihazımız da yoktu. Bu noktada merakımızı giderecek kimseler de yoktu. Kendi kendimizi avutup duruyorduk; Önderlik güçlüdür, neyi nasıl yaptığını bilir, Önderlik hep doğru yapmıştır. Düşmanın kanallarında Önderliğin Suriye’den çıkışı gündemdi. Niçin Ortadoğu’dan çıktığını da bilmiyorduk. Bu halimizle gece karın altında yürüdük, tam kıyamet, her yeri sis kaplamıştı. Uçurumlu vadilerden ilerledik, bazen de yolumuzu kaybediyorduk, sulara vuruyorduk. Çantalarımız ıslanmıştı, ağırlıkları iki katına çıkmıştı. Sorun çantanın ağırlığı değil, acı, hüzün yükümüzü ağırlaştırıyordu. Her adımda Önderliği hayal ediyorduk ve Önderliği düşünüyorduk.
Sabah noktaya vardık, noktamızda çok güzel mağaralar vardı. İçeride kuru odun da vardı. Yorgunluk bizi bitkin düşürmüştü. Bazı arkadaşlar yemek yemeden ıslak halleriyle uzandılar. Tüm arkadaşların ayakları, elleri şişmişti, çok kötü bir yol yürüyüşüydü. Bir hafta dinlendik ve kendi esas kış kampımıza gittik. Tüm hazırlıklarımızı yaptık. Bizi bekleyen tehlikelerden habersizdik. Erzak sıkıntımız vardı. Bir gün yönetim toplantısı oldu, planlama yaptık ve kırk arkadaş göreve gittik. On üç Şubat’ta kar çok yağıyordu, rüzgar esiyordu. Gündüz göreve gittik ve S. B.’ye vurduk kendimizi, kendimizi uzay boşluğunda hissediyorduk. Bu coğrafya parçası bize korkunç geliyordu. Korku filmlerindeki gibi insanı korkutuyordu. Bu coğrafyayı küreklerle aşmaya çalıştık, her on dakikada bir öncümüzü değiştiriyorduk. Yarım gün yürüdük zirveye ulaşmak için ve zirvenin hemen altında üzerimize çığ düştü. Orada üç yaralı ve bir şehit verdik. Ve bu nedenle gömmeye ulaşamadan geri döndük. Çığ insanı ürkütüyordu, dağ kar yığının dönmüştü. Ve şehit Ciwan’ı karın içine gömdük, kampa geri dönmek zorunda kaldık. Erzak getiremedik. Ancak yaralıları getirebildik. Bu koşullarda mücadele etmemiz gerekiyordu, her saatimiz, dakikamız bir irade savaşıydı. Akşam karanlığın çökmesiyle kampa döndük. Tüm arkadaşların moralleri bozuktu, bir şehit vermiştik.
Önderliğin durumundan haberdar değildik. Düşmanın haberlerinden durumları takip ediyorduk. Olanlar ne kadar doğru ne kadar yanlış bilmiyorduk. Arkadaşların kafası bu sorularla doluydu ve biz bunlara cevap olamıyorduk. Çünkü bizim de hiçbir şeyden haberimiz yoktu.
Kar çok yağıyordu, bir takım odunlara gittik, odundan döndüğümüzde bazı arkadaşlar sobanın önünde oturmuşlardı. Saat birdi, radyoyu açtık ve Önderliğin Türkiye’ye getirildiğini duyduk. İşte o an yüreğimizde, beynimizde kıyamet koptu,. Tüm arkadaşlar ağlamaya başladılar. Kamp yasa boğulmuştu. Tüyleri ürperten bir manzara vardı, kimse tek kelime konuşmadı. Anlatılmayacak kadar zordu o an ki manzara ve beynimden bir daha silinmez.
Sanki gaflet uykusundaydık. Gaflet insana büyük acılar yaşatıyormuş demek ki. Tüm arkadaşlar silah ve bombalarını kuşanıp karakola gitme planlamasını yapıyorlardı. Yapıyı yatıştırmak zordu. Biz de yönetimde aynı duyguları yaşıyorduk. Dünya içimizde karanlığa bürünmüştü. Gülmelere, konuşmalar ket vuruldu. Karanlık bir dünyaya kapıyı açmıştık. Yönetim sabahtan akşama kadar arkadaşların nöbetlerini tutuyordu, kimse kendine bir şey yapmasın diye. Yönetim diğer akşam bir toplantı yaptı ve diğer gün yapıya bir toplantı yapalım dedik. Bu kimsenin cesaret edemediği bir işti. Bir arkadaşı seçtik ve arkadaşlara toplantı yaptı. Toplantı sırasında bütün arkadaşlar ağlıyorlardı, gidip Önderliğin intikamını alalım diyorlardı. Düşmana yaşama hakkını tanımayalım diyorlardı. Toplantı bitti, gece ben subay olmuştum. Mağaranın önünde arkadaşlar köz yapmışlardı. Közün önüne gelip oturdum ve kendimi yapa yalnız hissediyordum. Tüm doğa bana yabancılaşmıştı ve ben kendime yabancılaşmıştım. Gözyaşlarımı hiç tutamıyordum. Önderlikle ilk görüştüğüm yıllar gözlerimin önüne gidip geliyordu. Beynimde ve yüreğimde duyguların karmaşasını yaşıyordum. Önderlikle geçirdiğim sürecin hayalini kuruyordum. O günleri bir geri getirebilseydim. Sorularım cevapsız kalıyordu. Beynimdeki sorular yüreğimi, beynimi acıtıyordu. Olmaması gerekiyordu. Bu yaşananlar hep rüya olsaydı ne olacaktı diye kendime sordum, inanmak istemiyordum. Önderliğin esaretini kabullenemiyordum ve sindiremiyordum. Bu yalan olamaz mı, ben bir rüya mı görüyorum? Rüyalar dünyasındayım birden irkilip kendime geldim, tam dört saat kendimle diyalog kurmuştum. Saatin nasıl geçtiğini anlamamıştım. Hemen dışarı fırladım, dışarısı karanlık, fırtına sesi geliyordu. Rüzgâr karı her tarafa savuruyordu. Kıyamet böyle kopar demek ki. Doğa da sanki benimle ağlıyordu. Kayanın dibinde durdum, doğanın sesini dinlemeye koyuldum. Doğayla diyalog kurdum, sen de mi ağlıyorsun kutsal toprak, senin de ağlaman ve hüzünlenmen gerekir. Çünkü seni seven ve sana ölümüne bağlı olan büyük insan esir alındı. Bundan büyük acı var mı acaba? Kutsal, bereketli toprak, seni koruyan ve sömürüden kurtaran o büyük insandı. Sen de mi acıma ortak oluyorsun? Acımasız bir kutsal toprak… Bir hafta boyunca dışarı çıkamıyorduk. Her tarafta çığlar düşüyordu. Korkunç bir rüzgâr esiyordu. Kara kış bizi tutsak kılmıştı. Çünkü bizler cellâtlardan intikam almak istiyorduk. Tüm arkadaşlar hasta düştü. Kimse yemek yemez oldu. Tam anlamıyla bölüğün hepsi hasta düşmüştü, yerdeydiler. Kimsenin takati kalmamıştı. Bir hastalık mıydı, yoksa başka bir şey miydi kimse anlayamadı. Hemen kendimizi toparlamamız gerekiyordu.
Bahar geliyordu ve güçlü bir yoğunlaşma yapmamız gerekiyordu. Düşmandan intikam almamız gerekiyor. Düşman karşısında elimizi kolumuzu bağlayamayız. Bunu Önderlikten öğrendik. Bahar düşmana karşı hazırlanmanın ve onu can evinden vurmanın zamanıdır. Kinimizi büyüdükçe önümüzde engel tanımıyorduk. Bu temelde kendimizi toparladık. Sürece kendimizi nasıl hazırlamamız gerekir diye her gün toplantılar yapıyorduk. 25 Mart günü bir yönetim toplantısı yaptık ve toplantıda süreci, Önderliğin durumunu ele aldık. Buna karşı katılımımızı ve eylem düzeyimizi değerlendirdik. Ondan sonra bir eylem planlamasına gittik. Sonra da eyleme gidecek olanlar kimlerdir diye tartıştık. Ben ve Ş. Şivan başta önerimizi yaptık. Bu düzenleme krizli oldu. Bütün arkadaşlar gitmek istiyordu, nasıl olacaktı? En son da dayatmamla ben kazandım ve Ş. Şivan da kazandı. Ve toplantıda söylenenleri pratikleştirme zamanıydı. Gücümüzü hazırladık, 28 Mart Agit arkadaşın şahadet yıl dönümünde eylem gurubu olarak çıktık. Heyecan, intikam duygusu, acı, hüzün hepsi iç içe yaşanıyordu. Akşam gurubumuz yerine ulaştı. Sabah eylem yerine gittik ve düşman cemseleri geldi. İntikam zamanı geldi. Munzur vadisi kana bulanmalıydı. Ben bir mevzide, Şivan ve Tekoşin bir mevzideydi. Düşmanın cemselerini içimize aldık, tüm silahlar bir anda çalıştı, hepsini imha ettik. Asfalt kan gölüne dönmüştü. Düşman şaşırmıştı, nereye ateş edeceğini bilemiyordu. Attığımız hiçbir mermi boşa gitmemeliydi. Her mermiyi Önderliğin intikamı için atıyorduk. İçimizdeki kini iyi kusmalıydık, tüm imkânlar bizim elimizdeydi. Geri çekilmeyi sağlam yaptık. Ş. Tekoşin bana sarılarak Önderliğin intikamını aldık derken sevinçten uçmak üzereydi. Son yıllarda 15 Şubat’ın ne anlama geldiğini daha iyi anladım. Sadece düşmanı vurmak yetmez, yetersiz yoldaşlığımızın da özeleştirisini vermemiz gerekir. Önderliği esarete sürükleyenin bizim yetersiz yoldaşlığımız olduğunu savunmaları okuduktan sonra anladım. Yine 15 Şubat geliyor. Kendi kendimizi sorgulamalı ve kendimizi vicdan devrimi yapmalıyız. Yıllar geçse de Önderliğin esaretini yaratan uluslararası komplonun amacı, hedefi nedir sorularını Önderliğin savunmalarını okuduktan sonra az da olsa bilince çıkardık. Önderlikle yaşamak tüm geriliklerden arınmak anlamına gelir. Bu yıl ki 15 Şubat’ta hedefimiz Önderliğin özgürleştirilmesidir. Şubat ayını sevmiyorum. Çünkü bu ayın acısını yüreğimizde derinden hissediyoruz. Yıllar geçse de bu acı dinmiyor, tam tersi her an acısı daha da büyüyor. Hiçbir zaman da bu acı dinmeyecek. Bugün karşısında kadrolaşma, militanlaşma ve partileşme gibi bir görevimiz vardır. Bu komployu boşa çıkarmak için Önderliğin iyi bir militanı olabilmeliyiz. Ancak 15 Şubat’a böyle bir cevap verebiliriz. Vicdan, zihniyet devrimi ve yenilenme yaratamazsak kendimizde bugünü asla aydınlığa kavuşturamayız. 15 Şubat insanlık tarihinde kara bir leke gibidir. Bu temelde 15 Şubatı yaratan zihniyetleri lanetliyoruz.
- Ayrıntılar
Halkımıza ve Kamuoyuna!
1. 13 Şubat gecesi saat 23:00’da başlayıp sabah saatlerine kadar TC ordusu tarafından Medya Savunma Alanlarının Zagros alanına bağlı Navçela, Stunê, Satê ve Dê köylerine yönelik olarak obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
2. 13 Şubat günü 14:00-16:00 saatleri arasında TC ordusu tarafından Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap’ın Çemço, Mazi ve Horê köyleri ile Horê Köprüsüne yönelik olarak obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
14 Şubat 2009
HPG Basın-İrtibat Merkezi
- Ayrıntılar
Ortadoğu’nun ezilen halklarından Kürdistan’ın gençleri!
Kürdistan dağlarından size seslenebilmek, bir şeyler yazabilmek anlatabilmek heyecan veriyor. Ortadoğu’nun bunca sorun yaşadığı bu süreçte Ortadoğu’da Kürdistan’da Türkiye’de Avrupa’da Kürdistan gençliğinin bu sorunları aşmada tavrı belirleyici olacaktır; yeni özgür Ortadoğu kimliğinin öncüsü olan Kürt gençliğinin tavrı önemlidir. Bu ancak gençliğin sürece doğru cevap vermesiyle sağlanır. Sürece doğru cevap vermek süreci iyi okumakla mümkündür. Ortadoğu halkına, özelde Kürt halkına dayatılan çok yönlü imha inkar saldırıları yaşanmaktadır. Bu kapitalist güçlerle birlikte bölgenin statükocu faşist devletlerinin gah ortak gah tek başlarına politikalarının öncelikli hedefi gençliği kendi özünden koparıp ilkesiz köle lümpen bir yaşama mahkum etmektir. Cinsel güdüleri kışkırtılarak, eroinle, içkiyle toplumsallıktan koparılmaktadır. Bu politikalara karşı tüm gençleri bu politikalara karşı uyarmak, buna karşı bir örgütlenmeye girmek ve bu politikaların uygulayıcısı tüm devlet kurumlarını hedef almak gençliğin süreç görevlerindendir. Bu iyi bilinmelidir ki bu sistemin her çarkına vurulan bir darbe bu sistemin dağılmasına hizmet edecektir.
Önder APO’nun Siyonist-emperyalist-faşist güçlerce esir edilişinin 11. Yılında bu sisteme vurulacak en büyük darbe, en önemli darbe bu sistemi artık kabul etmeyip bu sisteme karşı en büyük kavganın verileceği Kürdistan dağlarına gelmektir. Bu iyi bilinmeli ki Kürdistan dağları Kürdün özgürleşme yurdu, Ortadoğu’nun düşürülemeyecek direniş kalesidir. Bu kaleye güç katmak kendine insanım diyen her gencin öncelikli görevidir.
Agitlerin, Erdalların, Beritanların, Serxwebunların, Diclelerin ardılları! Ardılı olmak onların yolunu takip etmekle mümkündür. Onların eylemi onların vasiyeti Kürdistan’ın, Kürt halkının özgürlüğüdür. Onların eylemi Önder APO’nun fedailiğidir. Bunun için Kürdistan halklarının gençleri, sizlere sesleniyoruz.
Haydi eylem için barikatlara, eylem için dağlara!
- Ayrıntılar
15 Şubat, mücadele tarihimizin en önemli dönüm noktası olduğu gibi, Kürdistan Halk tarihimizin en trajik, ulusal düzeyde bütün halkımızın ölümüne başkaldırmasını sağlayan en kabul edilmez olayıdır. Uluslararası Komplo karşısında hem Kürdistan’ın bütün parçaları hem de dünyanın her yerindeki Kürtler yekvücut olarak isyan haline geçmişlerdir. Hiçbir acı halkımızın bu düzeyde başkaldırmasını sağlamamıştı. Bu anlamda Önderliğimize karşı gelişen Uluslararası Komplo ve bunun sonucu olan esaret altına alınması durumu tarihimizin en büyük komplosudur, halk özgürlük gerçekliğimize geliştirilen en büyük saldırıdır. Diğer taraftan komplonun uluslararası düzeyde gerçekleştirilmesi Önderliğimizin dünya halklarının özgürlüğüne öncülük etmesi anlamında egemen sistem yürütücüleri tarafından uluslararası bir sorun olarak görüldüğünü göstermiştir. Özgürlüğün yaşam ve mücadele alanlarında somutlaşıyor olması, toplumları dejenere eden, ahlaki ve ruhsal boşluk yaratıp, her türlü bireysel çıkarcı ve maddiyatçı anlayışı kutsallaştıran sistem zehirlenmesi karşısında insanlığa nefes alma alanı yaratıyorken, egemenlikli sistem bunu en ciddi tehdit olarak ele alıyordu. Siyaset ve askeri zeminde de farklı bir sonuç çıkmıyordu. Önderliğin özgürlük mücadelemizi bütün iç ve dış saldırılara karşı ayakta tutup bir özgürlük kalesi haline getirmesi, halk serhıldanlar geleneğini süreklileştirmesi, Ortadoğu’nun gelişim dinamiklerini özgürlük eğilimi doğrultusunda işler kılmıştır. Önderliğimiz öncülüğündeki Kürt halk mücadelesi Ortadoğu’daki diğer halkların esin, cesaret ve moral kaynağı oluyordu. Öyle ki, bölgenin mevcut devlet ileri gelenleri bile batının vahşi yönelimi karşısında PKK duruşunu Ortadoğu açısından bir direniş kalesi olarak değerlendiriyorlardı. Bu anlamda halk düşmanı olan ABD, İsrail, İngiltere ve Yunanistan ulus devleri için Önderliğin varlığı, Ortadoğu’nun denetim altına alınamaması demekti, Büyük Ortadoğu Projesinin uygulanamaması demekti, Kürt halkı üzerinde oynanan oyunların gerçekleşememesi demekti. Yani Önderlik mücadelenin aktif yönlendiricisi olarak var olduğu sürece Ortadoğu ve Kürt halkı özgür ve bağımsız duruştan yana büyük bir avantaja sahip olacak ve bölgenin kader haline gelen köleliği aşılmakla yüz yüze olacaktı. Önderliğimiz, halkımız ve halklarımız için peygambervari bir özgürlük rehberi, egemenler için ise hayati boyutta ki bir tehdit olmayı ifade ediyordu. Bu durumda komplo hemen hemen bütün ulus devletlerin pasif ve aktif katılımıyla, yani Kapitalist devletlerin el birliğiyle gerçekleştirildi.
Açıktır ki, Önderliğimiz uygarlığın yutamadığı bir güçtü. Önderliğimizin esaret altına alınmasından sonra sistemin ömrünü uzatacak olan konseptleri uygulamaya başladılar. Uluslararası Komplo’nun gerçekleştirilmesinden bu yana Ortadoğu’nun kan gölüne dönmesi bu anlamda tesadüf değildir. Bu doğrudan yola çıkarak şunu söylemek mümkündür, Önderliğin özgürlüğü, halkımızın ve halklarımızın özgür duruşunu koruyup geliştirebilmesi, onurlu ve özgünlüğüne uygun bir yaşamı yaratabilmesi için temel bir gereklilik olmuştur. Bunun tersi olarak Önderliğimize karşı gelişen her saldırı ve esaretin derinleştirilerek sürdürülmesi durumu, Kürt Halkına ve Ortadoğu halklarına dönük uluslar arası komplonun devam etmesi anlamına gelmektedir.
Halkımızın 15 Şubat’ı bu kadar büyük bir öfke ve intikam duygularıyla karşılaması Önderliğimizle kurduğu bu derin özgürlük bağlarından dolayıdır. Önderliğimizin açtığı özgür yaşam zemini toplumsal değerlere büyük bir sahiplenme duygusuyla dahil edilmiş ve bunlara gelen ve gelebilecek olan her saldırı direk kendilerine yapılmış olarak ele alınmıştır. Yapılan saldırılar toplumun özgürlük değerlerine saldırıdır. Halk bu değerleri ölümüne korumaktadır ve korumaya devam da edecektir. Hep yenilgili bir gerçeklikle yüz yüze kalmış olan halkımız, tarihinde ilk kez ideolojik, askeri, siyasal ve örgütsel olarak bu kadar donanımlı ve başarı çizgisinde yürüyen bir Önderliğe sahip olmuşken bu doğrultuda özgür yaşam umudunun gerçekleşmesine bu kadar yaklaşmışken kaybetmek istememektedir. Önderliğine sıkı sıkıya sarılan halk bilmektedir ki Önderliğe sarılmak, özgür Kürdistan’a sarılmaktır, Önderliğe sarılmak bütün kültürel değerlerine sarılmaktır, önderliğe sarılmak özgür yarınlara sarılmaktır. Kürt halkı ile Önderlik arasındaki bağlar bu sebeple dönemsel değil, köklü gerekçeleri olan stratejik bağlardır. Hiçbir güç ve dönemsel politika da bu bağları koparamayacaktır.
Önderliğimiz ile halkımız arasındaki bağların çok güçlü olduğunu anlayan İmralı sistem yürütücüleri bunu halkımızın ve örgütümüzün zaafına çevirmeye çalışmaktadır. Buna göre Önderliğimize karşı geliştirilen saldırılarla “Önderliğiniz elimizde, istediğimiz uygulamayı, istediğimiz zaman yaparız” mesajı vermektedirler. Buna göre Önderliğimizin denetim altında savunmasız ve güçsüz olduğu mesajı verilerek halkımızın da güçsüzleştirilmesi ve teslimiyet çizgisine getirilmesi amaçlanmıştır. Ancak halkın verdiği yanıt, ne Önderliğin ne de kendilerinin savunmasız olmadığı biçiminde olmuştur. Önderliğimiz hem büyük zihinsel devrimiyle dört duvar arasında bile özgür insan duruşunu yaratarak öz savunma mekanizmasını oluşturmuş hem de halkımızın ve gerillanın büyük direnişiyle askeri ve demokratik zeminde meşru savunma gücü yaratılmıştır. Önderliğimize yönelik her saldırı Türkiye’nin alt üst olmasını getirmektedir. İmralı sisteminin gardiyanlığını yapan Türk hükümet ve ordu uşaklarının Önderliğimize saldırılarını fiziki işkence boyutuna getirmeleri ardından Türkiye’de yer yerinden oynamıştır. Özgür insan duruşunun karşısında ki acizliği ifade eden bu saldırı ardından yaşananlar halkımızın ve örgütümüzün Önderliğimiz konusunda sınanmaması gerektiğini, bedellerinin ağır olduğunu çok net olarak ortaya koymuştur.
Önderliğimizin bulunduğu koşullar kuşkusuz fiziki işkenceyi aşan koşullardır. 10 yıldır hiçbir insanla temas kurmadan ve en ağır tutukluların kullanabildiği bazı haklardan bile faydalanmadan yaşamak hiçbir işkence yöntemiyle kıyaslanamayacak denli ağırdır. Bunlara ek olarak uygarlığın vahşi karakterini ortaya koyan tecridi sudan bahanelerle derinleştirme politikaları elbette ki, fiziki işkence uygulandığı zaman gösterilen tepkiye denk ve hatta ötesi ve sürekli eylemlilikleri gerektirmektedir. Tecrit ve hücre cezaları Önderliğimizi siyasetten ve yaşamdan koparmak için yapılan sistemli işkencelerdir. Sistemli işkence uzun vadeli uygulandığı gibi sonuçları da uzun vadelidir.
Önderliğimizin sürekli olarak hücre cezalarına alınması son derece hukuksuz bir durumdur. Uluslararası Komplo’nun başından beri Önderliğimizin karşısında hukuk durmuştur, işlemez hale getirilmiştir. Ya keyfi uygulamalarla hukuksuzluk dayatılmış ya da dünyanın hiçbir yerinde geçerli olmayan bir biçimde sadece Önderliğimiz için geçerli olan yasalar çıkarılarak tam bir hukuki skandal yaşatılmaktadır. Hukukun üstünlüğü demokratik devlet yapılanması gibi sözlerin ne kadar sahte olduğunu bu örneklerden daha iyi ne ortaya koyabilir ki? Bu anlamda Önderliğimizin mahkemeleri de başından beri hukuki davalar değil, siyasi davalar olmuştur. Kuşkusuz Önderliğimiz bir siyasi dava tutuklusudur. Önderliğimizin geliştirdiği bütün savunmaları da siyasal savunma olduğu kadar, ideolojik, felsefik ve olması gerektiği kadar ve hassasiyetle hukuki boyutlu olmuştur. Ancak bu siyasi karakterli davanın komplocu güçler tarafından hukuksuzluk zemini olarak kullanılması söz konusudur ki, bu durum asla kabul edilemeyecek büyük bir adaletsizliktir. Sistemden adalet beklememek gerekir ama kendi yasal düzenine uygun bir adaleti bile çiğniyor olması elbette ki bizim en temel mücadele konumuzdur.
Savunmalar, hem Kürt sorununun siyasal çözümü açısından hem de tüm insanlık için geçerli olan özgür yaşam sorunu açısından çığır açacak niteliktedir. Her ne kadar resmi ağızlarda kabul edilmese de Önderliğin kullandığı argümanlar siyaset zeminin temel literatürü haline gelmiştir. Önderliğin sorunların çözümüne ilişkin ortaya koyduğu birçok önerme başta AKP hükümeti olmak üzere çeşitli örgüt ve kurumlar tarafından kendi çıkarları doğrultusunda kullanılmaktadır. Mevcut durumda hem güncel siyasal sorunlara hem de daha uzun vadeli sorunların çözümüne ilişkin tek kapsamlı formül savunmalarda ortaya konulmuştur. İmralı’da gerçekleşen zihinsel devrime hiçbir güç kayıtsız kalamamaktadır. Ancak bir taraftan Önderliğin argümanlarını kendilerine mal ederek kullanmakta diğer taraftan da Önderliğin siyaset zeminiyle bağlantılarını kopartmaya çalışmaktadırlar. Halbuki bu politika, sonuç alması mümkün olamayan bir çabadır. Önderlik siyasal zeminde zaten kurumlaşmış bir gerçekliğe sahiptir. Kuşkusuz radyonun verilmemesi, gazetelerin işe yaramaz hale getirildikten sonra verilmesi, tecrit ve izolasyon koşullarında oldukça zorlayıcı durumlardır. Önderliğimizin bu konuda ciddi anlamda bilgi kanallarının daraltıldığı açıktır. Bu durumu bizler işkencenin bir parçası olarak ele alıyoruz ve dönem mücadele gerekçelerimizin başında gelmektedir. Ancak bu zorlayıcı duruma rağmen Önderliğimizin kurumlaşmış, Ortadoğu ve Türkiye de belirleyici konumda olan siyasi konumunu dondurmak, etkisizleştirmek mümkün değildir. Çağın özgürlük ihtiyacını karşılayan yeni paradigma temelli savunmaların varlığı kendi başına bir siyasal mücadele zemini oluştururken, Ortadoğu’nun kalbinde yer alan Kürt halkının Önderliğimizin çevresinde kenetlenmiş olması durumu da buna izin vermemektedir, vermeyecektir de. Kürt sorununda bir çözüm sürecine girilecekse bu asla Önderliksiz olmayacaktır. Siyasal çözümün tek muhatabı Önderliğimizdir.
İçine girdiğimiz 2009 yılında Kürt sorununda barış ve demokratik değerlere dayalı bir çözüm sürecine girebilmek için temel şart olan Önderliğin özgürleştirilmesi mutlak hedefimizdir. Bütün çalışma alanlarımızda bu hedefe kilitlenmiş durumdayız. Yani amacımız sadece tecrit ve hücre cezalarını durdurmak değil, Önderliğimizi Amed surlarına çıkarabilmek ve halkla buluşmasını Kürdistan tarihinde özgürlük günü olarak ilan edebilmektir. 2009 yılı bu anlamda kesin başarı çizgisinde yer almamız gereken bir yıldır. Toplumun bütün kesimleri bütün mücadele araçlarıyla bu amaç etrafında örgütlenmek ve eyleme geçmek durumundadır. Özellikle Önderliğin özgürlük sahasını en fazla açtığı kadınlar olarak anı anına bütün zeminlerde bu amacın gerçekleşebilmesi için canı gönülden çalışmak temel görevimizdir.
Önderliğin kadınlarla kurduğu yoldaşlık, çağlar ötesi doğal yaşam özlemini yaşatan bir yoldaşlıktır. Özgür yaşam paylaşımının ta kendisidir. Sistemin tüm kabadayı erkek karakterleşmesine inat, kadın eksenli özgürlük felsefisini somutlaştırmıştır Başkan APO. Özgür kadın arayışını, özgür insan hedefinin merkezine yerleştirerek erkek egemen sisteme tabandan karşı duruşunu süreklileşen bir mücadeleyle yaşamsallaştırmıştır. Bu anlamda biz kadınlar için Önderlikle yoldaşlık, özgür kadın olmaya, özgür topluma ulaşmaya götüren sevgi ve anlam yüklü bir özgür yaşam ilişkisidir. 2009 yılını Önderliğimizin özgürlüğü yılı yapma hedefine kilitlenirken, bir de bu özlem ve hasret duygularının dayanılmazlığıyla mutlaka gerçekleştirme amacındayız.
Bu temelde 15 Şubat’ın karanlıklarla yüklü gerçekliğini lanetlemek ve bu gerçekliği ortadan kaldırmak için içinde bulunduğumuz bu kader belirleyici mücadele yılını zafere kadar yükselen eylemliliklerle geçirmek temel dönem anlayışımız ve pratiğimiz olmaktadır. Kadın-erkek, genç-yaşlı, çocuk-ergen veya farklı etnik, dini, kültürel ayırımlara girmeden 2009 yılını önderliğimizin özgürlüğü yılı yapmak için aktif mücadeleye katılmak gerekmektedir. Ayrıca özgürlük dağlarında YJA STAR ve HPG öncülüğünde geliştirilen özgürlük mücadelesi de bu amaç, duygu ve düşüncelerle donanarak yükseltilirken, tüm Kürt genç kızları ile erkeklerini de dağlarda yakılan bu özgürlük ateşinin büyütülmesine katılmaya çağırıyoruz. Bu yılın kesin özgürlük yılı olacağı inancıyla 15 Şubat Komplosu’nu tekrar bütün nefretimiz ve öfkemizle kınıyor, Önderlikle buluşma yolunun mücadele değerleri olan şehitlerimizi minnetle anıyor ve Önderliğimizle özgür yaşam zemininde buluşma umuduyla, özgürlük mücadelesini büyük bir inanç ve kararlıkla yükselteceğimizin sözünü veriyoruz.
- Ayrıntılar
Qalleş Fet-ul Münafık yine sahnede.
Kurt dumanlı havayı sever misali Güney Kürdistan’a da dadanmış.
O, Güney Kürdistan’a 1994 yılında werge fehş -kuduz kurt- gibi dumanlı ve sisli bir hali havada sızma yapmıştı Işık Koleji’yle ilk karargahını kurarken.
Paştında -arkasında- ABD, AB, İsrail ile Türk kontra-gerillası vardı.
Kimse zannetmesin ki, bu F-Münafıkizm’in mucidi Werge Fehş -Fetoş- kendi başına bu işleri eyliyor.
O, son imparator ABD’nin kiralık bir katilidir.
O, son imparator ABD’nin Hollywod’luk aktörlerine öykünerek, şırıl şırıl gözyaşlarını akıtarak kültürel hegemonyasını hakim kılmanın son figürüdür.
O, ezelden-ebede Kürt düşmanlığını bir ayet gibi belleyen, Türk kafatasçısı İslamo-faşisttir.
O, Kürt inkarının Serwer’ine soyunmuş lişli -kirli- bir zatı şahanedir.
O, Kürde ve Önder APO’ya ölüm aminini okuyan Azrail misyonunu eylemiş.
Bundandır ki, CIA’nın talimatlıyla tam da bizlerin kara günü olan 15 Şubat’ta Hewler’de konferans düzenliyor.
Bunun manası manidardır.
Bunun manası nedir?
Ey Kurdino!
Bunun manası nedir biliyor musun?
Ey Kurdino!
Bu ne düşmanlıktır ki, bu ne cellatlıktır ki, tam da Uluslararası Komplo’nun gerçekleştiği gün, Güney Kürdistan’ın yüreği Hewler’de konferans düzenleniyor?
Hem de iki gün üst üste.
Wiş babo da Wiş.
Şu werge fehş komplonun devrini üzerine almış.
Diyor ki, “bundan sonra Uluslararası Komplo’yu ABD, AB, İsrail ile Türk faşizmi adına ben yürüteceğim.”
Zira kendi gazetesi Zaman, dergisi Aksiyon ile Sızıntı ve TV’si Samanyolu, Mehtap ile Ebru televizyonları Kürt ile Önder APO’ya düşmanlıkta zirveye oynuyorlar.
Hakikat böyle iken, bu werge fehş kalkmış “Türkiye ile Kürdistan Yönetimi İlişkileri, Ortadoğu Geleceği” adı altında Amed’te, Amed halkının O’na yaptırmadığı toplantıyı Hewler’de yapacak.
Sen kimsin ki, “Türkiye ile Kürdistan Yönetim İlişkileri’ni” düzenlemeyi kendine hak görüyorsun?
Sen kimsin ki,”Ortadoğu Geleceği’ni” belirlemeyi kendine hak görüyorsun?
Sen kimsin ki, son imparator Yankee’ye kendini satarken Ortadoğu’da misyon sahibi olmaya çalışıyorsun?
Deccal Münafık, seni tanımazsak ne yapmak isteğini belki bilemezdik.
Amma ve lakin iyi bil ki, senin nano ruhunu bilecek kadar, nano mikroskobik bir bilince sahibiz.
Amma ve lakin iyi bil ki, belirlendiğin sloganla gerçekleştirmek istediğin konferansla komployu yürüterek, PKK’yi etkisizleştirme hedefine oynadığını iyi biliyoruz Deccal Münafık.
Amma ve lakin iyi bil ki, senin adına konferansı düzenleyecek olan Ali Bulaç, Mümtazer Türköne, Salih Yaylacı, Hüseyin Gülerce gibi zatı şeriflerin hepsinin Türk Gladiosu’nun elemanları olduğunu iyi biliyoruz.
Mümtazer Türköne değil midir ki, Çiller’e danışmanlık yaparken yazdığı konuşma metininde “Bu vatan için kurşun atan da, yiyen de yiğittir” düşüncesini savunan.
Aynı Mümtazer değil midir ki, “Ya sev ya terk et” diyen Qerdoğan’a danışmanlık yapan.
Amma ve lakin iyi bil ki, 1970’lerdeTürk Gladio’sunun bir kolu olan “Yeniden Mücadele Birliği’nin” kurucuları arasında Gülerce ile Bulaç’ın yer aldığını iyi biliyoruz.
Şimdi bu yeminli Kürt ve Kürdistan düşmanları nasıl oluyor da, Hewler’de 15-16 Şubat günlerinde konferans düzenleyebiliyorlar.
Bir de geçen haberlere göre, bu toplantıya Neçirvan Barzani, Mesut Barzani ile Talabani’de katılacakmış.
Dört parça Kürdistan’da Uluslararası Komplo lanetle kınanırken, aynı gün konferans yapmak komployu devam ettirme anlamı dışında hiçbir anlam ifade etmez.
Derler ya “Dinsizin ipiyle kuyuya inilmez.”
Deccal Münafık’ın ipiyle kuyuya inenler bilmelidir ki, o kuyu Kürdü ve Kürdistan’ı bitirmenin dipsiz kuyusudur.
Bizden söylemesi; gerisi, “Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az.”
Şunu da anımsatmak tarihi görevimizdir.
“Her kuşun eti yenmez.”
Her kuşun eti nasıl yenmezse PKK ile de baş edemezsiniz Deccal Münafık.
İyi bil ki, Deccal Münafık u Werge Fehş senin bu girişimin Kürtleri daha da öfkelendirecek.
Lanetlik olacaksın.
15 Şubat’ta Uluslararası Komplo lanetlenirken, adım gibi biliyorum ki, Kürtler şu sloganı atacaklardır:
Kahrolsun Komplocu Fet-ul Münafık!...
Kahrolsun Lanetli Fet-ul Münafık!...
- Ayrıntılar