HPG Basın-İrtibat Merkezi
29 Nisan 2009
- Ayrıntılar
Bahar genel anlamıyla yeniliği, oluşumu ve doğuşu simgeler. Bir yerde arınma olmaktadır bahar. Havaların güneşe çalması ve etrafımızda bulunan canlıların ötüşleri ve renge bürünmesi bende de bir gerilla olarak baharın coşkusunu nüksettirdi. Her daim aklımda olan gerçeklik bir kez daha beynimin derinliklerinde yankılandı, “eğer gerilla romantik olmazsa, kiralık katilden farkı olmaz” diye. Çok değil daha üç beş gün önce bu düşüncelerimin içinde yazdığım bir yazıda “çocukluk siz büyüklerin anlayamayacağı bir hayat dekondu” şeklinde bir cümle kullanmıştım. Şu anda da yaşanan gelişmelerin doğrultusunda bu cümleyi ve çocuk olabilmenin külfiyatını düşünüyorum.
Başta şunu söyleyeyim size kendini büyük sanan küçükler; yargıladığınız çocukların gözüyle dünyaya bakabilseydiniz, canı gönülden inanıyorum ki, bu gün çok farklı bir dünya da çok farklı çocukluklar yaşanacaktı. Fakat heyhat işte! O siyah cübbelerinin altına ya da kar maskesinin ardına gizlenmeye çalışarak gerçeği ne demir parmaklıklar arkasına atabilirsiniz, ne de dipçikle gerçeğin kafasını ezebilirsiniz. Olsa olsa en fazla rüzgar ekersiniz bu fırtınanın hiç eksik olmadığı ve olmayacağı coğrafyada…
Tabi bunun yanında dikkatimi çeken bir diğer nokta da; belirli çevrelerde Hakkari’de yaşanan olayı daha çok bir özel harekatçının kontrolsüzlüğü olarak lanse etmeye çalışan kesimin varlığı. Riyakarlığın bu kadarına ne denir bilmiyorum ama sistemli bir saldırının amaçları veya çıkış zihniyetini anlamak bu kadar da zor olmasa gerek diye düşünüyorum. Burada gerçekleştirilmek istenenler ve gelişen saldırıların hedefi gayet anlaşılırdır.
Baharın ilk günlerini yaşadığımız bu günlerde gelişen bu saldırıları, öfke olarak zamanı geldiğinde tereddütsüz bir şekilde gösterileceğinden kesinlikle kuşku duyulmamalı. Bunların gelişmesi kime ne kazandırır? Bu soruya en doğru cevap olarak şunu belirtmek gerekir; bu ülkeye kaybettirir. Ve analara, bacılara olmadı bir de çocuklara saldırmak da bir yerde bir bitiştir.
Ben Kürt gençlerinin ne yapacağını iyi bildiğimden dolayı, burada uzun uzun izah etmeyeceğim. Çünkü bugün vücuduna on üç kurşun sıkılan Uğur’u, kolu kırılan Cüneyt’i, bir bahar suyunda boğularak şehit düşen Abdulsamet’i ve insanlıktan nasibini alamamış biri tarafından öldüresiye dayak yiyen Seyfullah’ı yaşatmak için ve onlar gibi milyonların çocukluğunu asker postallarının ve panzer tekerleklerinin gölgesinde yaşamaması için bu dağlardayım ben…
Tabi bunun yanında; bizde çocukluğumuzda sokağı çıkma yasaklarından, bir köşe başında ensesine sıkılan tek kurşunla amcamızın dünyamızdan yok olmasından, coplarla analarımızın caddelerin ortasında sürüklenmesinden, dağlarda ölen büyüklerimizin cesedinin bir panzerinin arkasına takılarak şehirlerde sürüklenmesinden dolayı dağlara çıktık. Eteği tutuşanlar var bu noktada yazıp söylüyorlar, “böyle yapmayın bu onları daha da çoğaltır, bugünün çocuğu yarının PKK’lisi olur” diye. Evet, ben dünün çocuğuydum, bugünün hem çocuğu hem de PKK’lisi… Beni dağlara getiren nedenler vardı, hem de bugünküne benzer nedenler. İşte bugün de dün gibi dayatılacaksa, benim Kürt çocuklarına ve gençlerine söyleyeceğim çok fazla bir şey yok. Çünkü aynı havayı soluyoruz ve aynı coğrafyanın kaderini sırtlıyoruz… Dediğim gibi çocukluk; siz kendini büyük sanan zavallıların anlamayacağı bir hayat dekondu… Siz rüzgar ekmeye devam edin…
Toprak Cemgil
- Ayrıntılar
Birkaç gündür tam bir sürek avını izliyoruz. Bir arkadaşımız, “anam derdi ki kuduz itin yarası iyileşemez.” Evet, Türk polisi de yarası iyileşmez bir kuduzu andırıyor.
Terörist devletin faşist hükümeti Kürt halkını alıştıra alıştıra soykırım politikasını uyguluyor. Ve öyle görülüyor ki 29 Mart seçimleri ile Kürtlerin özgür irade beyanının faturasını kesmek için her şeyi yapacaklar. Amara katliamı, DTP’lilere karşı başlatılan faşizan tutuklama dalgaları ve şimdi de Hakkâri’de ızbandut özel timlerin, faşizanca, bir gencin beynini dağıtırcasına saldırması. Bu arada onlarca anamıza, çoluk-çocuğumuza, gencimize yapılan saldırıları saymıyoruz. Kuduzun yarası iyileşmezmiş dedik. Bunlar faşizan kültürlerini, 24 Nisan 1915’lerde Ermeni halkına karşı soykırım uygulamalarıyla da göstermişlerdi.
Dediğimiz gibi şimdilerde de Kürtleri soykırıma alıştırıyorlar. Günlük olarak işkenceyi kanıksanır hale getiriyorlar. Haşlanmış kurbağa”nın meselesinde anlatıldığı gibi. Kurbağayı kaynar suya atarsanız ani bir refleksle dışarı atar kendini. Aynı kurbağayı soğuk bir suya atarsanız ve suyu yavaş yavaş ısıtırsanız kurbağa ılık suya karşı bir tepki göstermeyecektir. Önce hoşlanacak, başlangıçta ilginç bir rehavete kapılacaktır. Ne de olsa su ılıktır. Sonra suyu ısıtmaya devam ederseniz, kurbağanın dokuları yavaş yavaş öleceği için, kurbağa hiçbir zaman tepki göstermeyi düşünemeyecek ve kaynamaya başlayan suda haşlanıp gidecektir.
Terörist devlet ve onun faşist hükümeti öyle anlaşılıyor ki bize, Kürt halkına karşı bu vahşi işkence senaryosunu sahneye koymuşlardır.
Alıştıra alıştıra, faşist söylemleri söyleye söyleye, kimseye çaktırmadan kendilerince bir soykırım politikasını devreye koymuşlardır. Adeta tüm cepheleri bu plana göre ayarlayarak hazırlıklarını yapmışlardır. Siyasi, yargısal ve de askeri cepheleri el ele vererek bu işi yürütüyorlar.
Hem vuracaksın, hem tutuklayacaksın. Hem ezeceksin, hem mahkemelerinde yargılayacaksın. Hem terörize edeceksin, hem katledeceksin. Gelinen aşamada böylesine kirli bir siyaseti terörist devlet konsept olarak gündeme koymuş bulunuyor.
Bizim söyleyecek çok şeyimiz yoktur. Biz madem bu kadar teröristçe, faşistçe, sadistçe, hunharca gençlerimize saldırılar var, o zaman gençlerimizin de yapması gerekenler olduğunu düşünüyoruz.
Herkes görüyor, günlerdir yüzlerce Legal çalışmada yer alan genç gözaltına alınarak tutuklanıyor. Ve öyle görülüyor ki, yıllara varan cezalar vereceklerdir. Ve öyle görülüyor ki, terörist devletin faşist hükümeti legal çalışmaya, demokratik siyaset çalışmasına izin vermiyor ve vermeyecektir.
O zaman yapılması gereken sadece bir şey kalıyor; özgürce kendimizi ifade edeceğimiz, özgürce siyaset yapacağımız, kimliğimizi haykıracağımız dağlara…
Evet, terörist devletin faşist unsurlarının ne kanları halkımızın kanından daha kırmızı, ne emekleri halkımızın emeğinden daha değerli, ne de akılları halkımızın aklından daha üstündür. Kendimizi kurbanlık koyun olarak sunamayacağımıza göre o zaman yapılması gereken onurluca bir duruşu sergilememizdir.
Derler ki; “Ahlaksız insan ruhunun gerilimini yitirmiş olan insandır. Ahlaksızlık ruhsal gerilimin yitirilmesiyle başlar.” Eğer yapılan faşizan, kafatasçı ve vahşetlere karşı ruhsal gerilimlerimiz yitirilmemiş ise o zaman yapılması gereken bu yitirilmemişliğe uygun olarak gerçeklerin arayışına çıkmamızdır. Gerçekler biraz özgürcü bulunacağına göre o zaman bir an evvel hemen özgürce hareket edilen, düşünülen, yaşanılan yerlere doğru yol alalım. Bunu yapabilmek için ciddi olmak gerekir. Ciddiyet nerde ve nasıl durduğunu bilmektir. Ve buna denk yaşamaktır. Buda duygularını yitirmemiş olmak demektir. Başka bir deyimle hissin yaşattığı insan duyarlı insandır. Duymak ama duyumsamak yani hissetmek anlamından duygulara sahip olmak.
Biz Kürt gençleri olarak İncil'de İsa’nın söylediği “Onlar bakarlar ama görmezler, duyarlar ama işitmezler çünkü onların yüreği nasır bağlamıştır” gibi olamayız. Nietzsche de “güneşe bakacak cesareti olmayanlar gölgelik ararlar” der. Biz çoktan gölgelere sığınmayı bıraktığımıza göre, güneşe bakacak cesaretimiz fazladan vardır. Sahrada umut çiçeği olmak isteyenler, kayadaki gül misali kök salmasını da bilmelidirler.
Evet, Kürdistan dağları umut çiçeği olmak isteyenlerin tam da yeridir. Kök salmak isteyenler dağların doruklarına kendilerini atmasını bilmelidir. Aksi taktirde hiçbir zaman kök salamayacaklar, geleceğe umut çiçeği olamayacaklar ve terörist devletin terörist muamelesi yürütmesine kendi duruşlarıyla pirim sunmuş olacaklardır.
Halkımızın içine atıldığı bir kuyu, yoluna örülen bir duvardır. Ve bu kuyuda halkımızı çıkaracak olan ve oluşturan duvarları yıkacak olan arayışı yüksek olan gençliktir. Arayışı yüksek olanların duracağı yerde yüksekler olmalıdır. Arayışı yüksek olanlar yükseklerde uçmasını bilmelidirler.
İşte bunun için Kürt gençleri, demokrasi de yana olan Türk gençleri, insanlıkta yana olan dünya gençliği Kürdistan dağlarına akmalıdır.
Yüreklerin soğumayacağı ve soğumadığı mekânlara şimdiden hoş geldiniz
KASIM ENGİN
- Ayrıntılar
23 Nisan Türkiye meclisinin kuruluş yıldönümü. Bu meclisin kurtuluş savaşını kazanan meclis olduğunu hatırlamak önemlidir. Savaş kazanmak ya da bir şeyde başarılı olmanın temelinin kazanacak mantalite ya da anlayışa sahip olmak olduğunu herkes söyler ve bilir.
Anlayışlar üzerine birkaç gözlem…
Bir ülke düşünün bir meclis düşünün dünyanın en büyük emperyalist güçlerine karşı topyekûn bir savaşı kazanıyor. Ve her şeye inat ayakta kalabiliyor. O meclis şimdi dünyada rekor denilebilecek bir işsizliği yaşayan vatandaşların ve ülkenin meclisi. O meclis her beş kişiden birinin işsiz olduğu bir ülkenin meclisi.
Bir meclis, düşünün Türk Kürt halklarının vekillerinden oluşarak kuruldu. Kürsüde Kürdistan vekilleri diye çağrıldılar. Şimdiyse bir vekil bir kelime Kürtçe konuşuyor diye mahkemeler, soruşturmalar, kovuşturmalardan geçiyor. Kendi kimliğini savunanları hazmedemiyor.
Bir meclis düşünün ki emperyalist saldırılara karşı milletten gücünü alan kuvai milliye anlayışıyla seferber olmuş bir meclisken, şimdi ABD politikalarına yamanmak için bin takla atan bir meclis.
Bir meclis düşünün kuruluş yıldönümünü çocuk bayramı diye tanımlıyor. Ve bu günü çocuklara armağan ediyor. Aynı meclisin hükümeti 15 yaş altında yüzlerce çocuğu on yıllarca hapis cezasıyla cezalandırıyor.
Aynı meclis yüzlerce çete mensubuna zırh olurken baklavacıdan bir kilo baklava çalan iki-üç çocuğu çete kurmaktan dolayı cezalandırıyor.
Bunlar sadece basit birkaç örnek.
Kurtuluşta Kürtler tüm varlıklarıyla kendilerini bu kavganın, bu ülkenin bir parçası sayarken şimdi bu ülkenin çocukları, gençleri devleti Molotofları ve taşlarıyla, sloganlarıyla protesto ediyor. Yönlerini dağlara çeviriyor.
Bir savaşa benzer bir politik ve ekonomik süreçten geçen Türkiye ya mantığını değiştirecek ya da 23 Nisan’larda daha çok Molotof ve taş atacak çocuklar…
HOŞİMİN FIRAT
- Ayrıntılar
Ben, burada ülkemde doğmadan önce, annem doğmuştu.
Ceddimin ceddi doğmuştu.
Ben, burada ülkemde yıldızlara bakmadan dedem, atalarım, ceddimin ceddi burada yıldızlara bakardı
Yıldızlara bakarak, ilk bilimi icad eden o atalarımdı
Herkesin yediği o ekmeği, o sebzeyi, barındığı o evi, arabasına sürdğü o tekerleği, yünü ipe çeviren o teşiyi, uygarlığın o ilk yazısını ve sayısını vb insanlık üretiminin o ilk aşklarının hepsini icad eden atalarımdı.
İlk uygarlığı yaratan ve ilk dili icad eden o atalarımdı.
Ceddimin ceddidinden itibaren bu ülke bizim.
Usul usul sızmadık bu topraklara.
Bu toprakların en orjin ve en otantik halkındanız.
Yılan soğukluğunda zehir akıtmadık bu topraklara, barbarca işgal eylemedik.
Bir ceylanın narinliği ve mahsumluğunda mahsum ve narince yaşadık bu topraklarda.
Şiler çiçekleri misali Zağroslara özgündük güzelliğimizle.
Elimizde kılıç, ya bismillah ya Allah diyerek kıymadık canlara.
Elimizde kılıç, ya bismillah ya Allah diyerek kırımdan geçirmedik Rumları, Ermenileri, Suryanileri, kendi ırkımızdan olanları ve din kardeşimiz denilenleri.
Elimizde kılıç, ya bismillah ya Allah diyerek işgal etmedik Anadolu ve Trakyayı.
Beşli, sekizli , onbeşlik çocukların yedi cedini soykırımdan geçirerek onları Endurun okullarında sanal Türklüğe devşirmedik.
Yeniçeri ocağı ve Türk ordusunun katil kellecilerine dönüştürmedik.
Tarihin hiçbir döneminde ne devşirme bir ordu, ne de devşirme bir ulus yarattık.
Çocuktan katiller sürüsünü yaratmayı, ne İslam, ne de Kürtlük adına kendimize reva gördük.
İnsani onurumuzu çiğnetmedik.
Ama ilk özgürlük ve eşitlik değerlerini yaratan Aryen halkının torunları olarak, onur duyduk. İşgallere, talanlara, kırımlara ve nice savaşlara direndik.
Ve kimliğimize sahip çıka çıka bugünlere geldik.
Tarihimizden dolayı, çocuklarımıza bırakacak hiçbir kir, hiçbir leke ve hiçbir utanç duyulacak iz bırakmadık.
Çocukluk hayallerimize ihanet etmedik ve bu hayalleri çocuklarımıza yad edeceğiz.
Ya sizler.
Ya siz bozkırların ve çöllerin çekirgevari katil sürüleri.
Sizlerin yurt edinmeniz uğruna kanımızı verirken, canımızı verirken ya siz ne yaptınız?
İhanet ettiniz, ihanet ettiniz.
Kader birliği dediniz, tarih birliği dediniz, din kardeşliği dediniz Türk putçuluğunu yarattınız.
Kırımdan geçirdiniz, annelerimizin karınlarını deştiniz.
Cayır cayır ateşlerde yaktınız.
Ne canlı, ne de cansız demediniz, yakıp yıktınız.
Çalımız çırpımız dahil, neyimiz var, neyimiz yoksa gücünüz yettiği kadar talan ettiniz, sömürdünüz.
Ya sizler bozkırların ve çöllerin çekirgevari katil sürüleri ve son Kürdistan işgalcileri.
Bizler onbinlerce yıldır atalarımızdan bize yadigar ülkemizden yaşarken, sizler ne yapıyorsunuz?
Kanımızı döke döke.
Obezleştiniz. Obezleştiniz.
Obezleştikçe canavarlaşıyorsunuz.
Aynen Cölemergde’ki obez canavar özel tim gibi canavarlaşıyorsunuz.
Sizler canavarlaştıkça, biz insanlaşıyoruz.
Bir o kadar da dağlaşıyoruz.
Dağları mesken eyliyoruz.
Dağları mesken eyledikçe, bir o kadar da özgürleşiyoruz.
Özgürleştikçe, bir o kadar da güzelleşiyoruz.
Bir şairin dediği gibi “evel Allah bu dağlar kadrimizi de iyi bilir”.
Ama unutmadan şunu da söyleyelim bizde dağlarımızın kadrini biliriz.
Bu dağlar bizim, bizde bu dağlarını halkı olduğumuza göre, ne zaman dağlara çıkması, ne zaman inmesi gerektiğine dair kararı da veririz.
Kaldı ki, zaten dağlıyız.
Dağlar özgürlüğün mekanları, çağdaş zindanlar olan kentler ise kapitalist modernitenin ahlaksız ve çürümüş dehlizleridir.
Bu nedenledir ki, kentler özgürleşmedikçe dağlar gibi vakur duruşumuz ve direnişimiz sürecektir.
Ta ki putçu Türk ırkçı rejimi yıkılana ve obez çekirgevari putçu Türk ırkçı canavarları ülkemizi terk edene kadar direnceğiz, dağlardan da hiç inmeyeceğiz.
Çünkü dağlar zaten ülkemiz ve kutsal stargahlarımızdır.
.Bu böyle biline.
Özgür Bilge
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna;
1 – 23 Nisan 2009 tarihinde saat 14:00’ten itibaren Diyana’ya bağlı Xakurke’nin Bênavok, Daila, Şapana, Lelikan, Abdul kuvi ve Geliye Reş alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından başlatılan obus top atışları 24 nisan 2009 akşam saatlerine kadar aralıksız olarak devam etmiştir.
2 – 21 Nisan 2009 günü Dersim merkeze bağlı Zenk köyü çevresinde TC ordusu ile eylemsizlik konumunda olan gerillalarımız arasında yaşanan çatışma sonucunda Şiyar Afrin (Cuma Şex) adlı arkadaşımız şehit düşmüştür.
Şehit Düşen Arkadaşın Sicil Bilgileri;
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna;
1- 18 Şubat 2009 tarihinde tedavi amacıyla bir süredir zorunlu olarak Sason’a bağlı Tilo köyünde bulunan Serhat (Ercan Şengül) adındaki gerillamız bir operasyon sonucu esir düşmüştür.
2- 22 Nisan 2009 tarihinde Zaxo’ya bağlı Haftanin alanının Şeşdara ve Kesrok köylerine yönelik olarak TC ordusu tarafından saat 16:00 ila 18:00 arasında obüs topu saldırısı gerçekleşmiştir.
Esir düşen arkadaşımızın sicil bilgileri;
SERHAT AMED
ERCAN ŞENGÜL
1980 / SİLVAN – AMED
FATMA M.
NURİ
1996 SASON
23 Nisan 2009
HPG Basın - İrtbat Merkezi
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna;
1 – Dün (20 Nisan 2009) akşam saat 17:00 ila 18:00 arası Duhok’a bağlı Şeladıze kasabasının Nirveh mıntıkası ve Gunte Tê köyüne yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve top atışları yapılmıştır.
Yine aynı akşam saat 22:00 ila 23:00 arasında TC ordusuna bağlı savaş uçakları tarafından aynı bölgeler bombalanmıştır.
2 – 13 Nisan 2009 günü Amed’e bağlı Şehit Brusk alanında TC ordusu tarafından eylemsizlik pozisyonunda olan güçlerimize yönelik olarak başlatılan operasyon halen devam etmektedir. Ayrıca TC ordusu tarafından alanda bulunan köy yollarına kontrol noktaları bırakılarak halka ait erzaklara el konulmaktadır.
3 – Amed’e bağlı Şehit Brusk alanında bulunan Trejman köyüne yönelik olarak TC ordusu tarafından Dün (20 Nisan 2009) akşam saatlerinde obüs ve top atışları yapılmıştır.
4 – Amed’e bağlı Ape Musa alanında 17 Nisan 2008 tarihinde eylemsizlik pozisyonunda olan güçlerimize yönelik olarak başlatılan operasyon halen devam etmektedir
21 Nisan 2009 HPG Basın-İrtibat Merkezi
- Ayrıntılar
Pır pır özgürleştik.
Şak şak güldük.
Gitti ağıtlar.
Geldi destanlar.
Daha neler neler gördük şu El-Münafıklar ülkesinde.
Bir Boşbuğ çok konuştu, har u har konuştu.
Cahilene konuştu, akademik misale parelendirildi.
Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye Halkına, “Türk Milleti” denir dedi.
El etek öpen medya şaklavanları açılım manilerini okudu.
Açıl da susam açıl misali olmuyor.
Yine de bu el etek öpen Türk medya şaklavanları cetveli açar gibi açıyorlar da açıyorlar, şu Boşbuğ’un ırkane argümanlarını.
Örnekleme yaptığı tüm yazarlarda kendisi gibi Yahudi ve ırkçı yazarlardı.
Max Weber, Eliot Cohen, Janawitz, Aron ve Huntington gibi yazarlar ve stratejistlerin hepsi ırkçı ve Mezopotamya uygarlığına düşman yazar ve stratejistlerdir.
Yani bozacının şahidi şıracı olurken, ne demiş ti, şu Sebatayist Boşbuğ?
Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına, “Türk Milleti” denir.
Yani Kürtler, Türkler, Arnavutlar, Boşnaklar, Terekemeler, Suryaniler, Ermeniler, Rumlar, Lazlar, Çerkezler bilcümle Kürdistan ve Anadolu halkları kan verirken, can verirken Türkiye Halkı idiler.
TC kurulduktan sonra hemen bir çırpıda Türk Milleti oldular.
Yani amiyane dille Altı Kürt, Üstü Türk oluyorlar.
Yani amiyane dille Altı Çerkez, Üstü Türk oluyorlar.
Yani amiyane dille Altı Laz, Üstü Türk oluyorlar.
Yani amiyane dille altı elma ağacı, üstü yani meyvesi armut oluyor.
Bir de, biraz da tersi olsun İslam kardeşiyiz ya.
86 yıldır Kürtler, Çerkezler, Lazlar ve diğer halklar Türk oldular.
Biraz da, 86 yıl boyunca Türklerden bazıları Kürt, bazıları Çerkez, bazıları Laz ve geriye kalanları da diğer halklardan olsunlar.
Ha bir de şu Türkiye Cumhuriyeti’ne, Kürdistan Cumhuriyeti desek ne olur acaba?
Kürdistan Cumhuriyeti’ni kuran Kürdistan halkına “Kürt milleti” desek ne olur acaba?
Kürdistan Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkese Kürt denir maddesini de KC anayasasına yerleştirirsek ne olur acaba?
Anayasanın ilk üç maddesine Kürt putunu koysak, dördüncü maddede desek ki, Kürdistan Cumhuriyeti Anayasasının ilk üç maddesinin değiştirilmesi teklif edilemez ne olur acaba?
Tüm Türk çocuklarını anaokullara alsak, YİBO’lara alsak onlara Türkçe’yi yasaklasak ve Kürtçe’yi zorla öğretsek ne olur acaba?
Buna çağdaşlık desek, uygarlık desek ne olur acaba?
Türk Alevilerini laiklik ayağıyla Kürtleştirirsek, Sünni Hanefi mezhebine mensup Türkleri Kürt-İslam sentezi ayağıyla Kürtleştirirsek buna da İslam kardeşliği desek ne olur acaba?
Türk-İslam sentezcisi ırkçı AKP gibi, Kürt -İslam sentezcisi ırkçı bir Kürt partisini kurarak bununla Sünni Türkleri avlasak ne olur acaba?
Benzer tarzda CHP gibi bir parti kurarak, Türk Alevilerini avlarsak ne olur acaba?
Fetul-Münafık gibi birilerini çıkararak Türkleri, Kürtleştirirsek ne olur acaba?
Türkler bu soykırıma karşı, “Türk Özgürlük Hareketini” kurarak bize karşı savaşırsa Türklere terörist desek ne olur acaba?
Türkler DTP gibi bir Türk Partisi kurarak demokratik mücadele verirlerse biz de desek ki, bunlar TC K’nin elemanlarıdır. Bunlar Türkiye İşçi Partisi’ne bağlı teröristlerdir.
Kürt Zaman gazetesi, Kürt Star gazetesi ve Kürt Yeni Şafak gazetesi aracılığıyla Fetul-Münafık zihniyeti misali Türk gençleri, kadınlarını terörize ederek gözaltına alırsak, zindanlara atarsak ne olur acaba?
Şimdi olup bitenler ve Kürtlere reva görülen zulüm ve soykırım nedir acaba?
Yalnızca son bir haftadır DTP’lilere yönelik yapılan Türk Devlet Terörü neye tekabül ediyor acaba?
Hem Kürtler, hem Türkler ve hem de diğer halklar tüm bunlardan sonra düşünsünler Kürtlerin gerilla olma dışında güvencesi, stargahı ve kutsal kıblesi var mıdır?
Musa, İsa, Muhamed, Mazlum ve Zilanlar aşkına söyleyin bana.
Özgürlük aşkına söyleyin bana, Kürtlerin gerilla olma aşkı dışında, başka bir aşkı olabilir mi?
- Ayrıntılar
Mevsimlerden bahar… Belki herkeste bir başka ama bizde hep aynı telaş aynı heyecan.
Birkaç gün önce bir grup arkadaş, her birimiz bir ağaca dayanmış, henüz bir önceki yağmurun ıslaklığını tam üzerinden atmamış yeşil otların içine gömülmüş bir şekilde aynı telaş, aynı heyecandayız: Bu bahar hangimiz hangi eyalete gideceğiz. Hangimiz Botan’ın yüksek yaylalarında olacağız, hangimiz Amed’in surlarına uzaktan, dağlarından bakacağız, hangimiz Seyit Rıza’nın kutsal toprağına yüzümüzü süreceğiz. Ve hangimiz Amanoslarda, Karadeniz’de Türkiye’ye açılacağız.
Biz böyle hayallere dalmış tartışa dururken açık bıraktığımız radyodan dökülüverdi sözcükler: “Irak’taki üçlü koordine PKK’nin sonunu getirecek.” Hep beraber “demek bu koordine çözecekmiş bizim düğümü deyip” güldük; güldük gülmesine ama bir anda kendimizi yeni bir tartışmanın içinde de buluverdik. Her birimiz televizyondan, radyodan, arkadaşlardan duyduklarımızı döktük ortaya.
Kim çözecek bu düğümü…
Her biri kendi memleketlerine hayırsız bu üçlü koordine mi?
Bütün dünyanın başına bela olmuş Amerika ve O’nun çiçeği burnunda Obama’sı?
Dünü bugününü tutmayan, kendini bile pazarlayan AB’mi?
Hangi çağın değerlerini temsil ettiği belli olmayan, yılana bile dost diye sarılan İran ile Suriye’mi?
Bir Amerikalı danışmanın hiç görmediği ve tanımadığı, dünyanın öbür ucundaki halk hakkında yazdığı rapor mu?
Ya da Türkiye’ye “geçerken uğrayan” uzak doğu liderleri, doğu Avrupa başkanları, büyük şirket sahipleri mi?
Hem tartışır hem de eğlenirken, ıslak otların içinde, her birimiz bir ağaca dayanmış bir anda gözlerimizi yummuş, dalıvermişiz. Uykusuzluktan değil de belki de sorunun cevabını içimizde aramamızdan dalıvermişiz…
Bir de bakmışız Amed’de, 35 koğuşta Mazlum’un çaktığı üç kibrit olmuşuz.
Bir de bakmışız Botan’da ARGK’yi halkın kulaklarına fısıldayan Agit olmuşuz.
Bir de bakmışız Lice’de, omzumuzda şehit cenazesi, ayaklanmış halk olmuşuz.
Bir de bakmışız Dersim’de bin yılların tohumunu atan Zilan olmuşuz.
Bir de bakmışız Adana’da, Mersin’de panzer kovalayan küçük generaller olmuşuz.
Bir de bakmışız Amara’da “ölümüne Önderlik” diyen Mustafa ile Mahsum olmuşuz.
Bir de bakmışız Besta’da, tüm egemenliğe karşı silahlanmış gencecik Karker Cudi olmuşuz.
Derken, gerilla sezgisinden olacak, hepimiz ıslak otların içinde, birer ağaca dayanmışken gözlerimizi açık ve omuzlarımıza dayadığımız namlulara bakarken bulduk. Ve sessizce güldük. Kim çözecek bu düğümü… Cevabı, arkasından söz beklemeyen o anlamlı tebessümlerde.
Mevsimlerden bahar…başkalarını bilmem ama bizde hep aynı telaş, hep aynı heyecan.
- Ayrıntılar