“Osmanlı’da oyun çoktur” diye bir halk deyişi vardır. Bu söylem, Osmanlı iktidar elitinin kendi çıkarı ve geleceği için her türlü hileye, oyuna başvurduğunu ifade etmek için kullanılmıştır. Öyle ya, devletin bekası için kardeş katlinin vacip olduğu, baba, amca, kardeş, oğul demeden iktidar için aile içi ölümleri meşrulaştırmış olan bir iktidar geleneğinin, kendi dışındaki insanlara karşı her türlü katliamı yapabileceğini tahmin etmek zor olmasa gerek. Günümüzde Osmanlının devamı olduklarını övünerek dile getiren AKP hükümeti yetkilileri, bu söylemleriyle aynı zamanda onun oyun ve hile dolu iktidar anlayışını da devraldıklarını dile getirmiş olmaktadırlar. Hile ve oyun dolu Osmanlı devlet yönetiminin bugün iyi bir takipçisi olan AKP devleti ve onun kadroları, Kürt halkına karşı geliştirdikleri yeni saldırı konseptiyle, bu katliamcı geleneği çok iyi temsil ettiklerini bizlere göstermektedirler.
AKP hükümeti için böyle bir tanıma gitmemizin elbette birçok nedeni var. Çünkü özellikle son süreçte Kürdistan'da gelişen bazı olaylara bakınca, durup düşünmek ve “acaba öyle mi? diye sormak gerektiği iyice kendini açık etmektedir. Bu nedenledir ki, bu andan itibaren Türkiye ve Kürdistan'da gelişebilecek olaylarda “Osmanlı’da oyun çoktur” deyimini kendimize kılavuz yapmak, her olayı değerlendirirken bu söylemi hep hatırlamak ve buna göre fikir beyan etmek en doğrusu olacaktır.
Bilindiği gibi PKK'nin askeri kanadı olan HPG, Türk devletinin Önder Abdullah Öcalan’a, Kürt halkına ve özellikle de kendilerine yönelik geliştirilen saldırılara cevap vermek amacıyla askeri eylemliliklerini üst bir sınıra çıkardı ve ağırlıklı olarak da şehirlerde eylem yapmaya başladı. Bu eylemlerde başta Türk ordusunun üyeleri ve AKP hükümetinin kadrolu elemanları olan polislerle birlikte, Türk devletinin diğer kadroları da hedef alınmaktadır. HPG’nin böylesi bir süreci neden ve nasıl başlattığı da biliniyor.
14 Temmuz’da Demokratik Toplum Kongresi Demokratik Özerklik ilan ettiğinin ertesinde İran-Türkiye ittifakı temelinde İran ordusu Kandil’de PJAK-HRK gerillalarına karşı bir askeri harekat başlattı. İran’ın taşeronluğunda yapılan bu saldırıda asıl amaç Kandil’in ele geçirilmesi ve PKK'nin yönetim kadrosunun tasfiye edilmesiydi. Bu askeri saldırıya karşılık Kürt Özgürlük Gerillaları büyük bir direniş geliştirdiler ve bu saldırıyı kırıp, İran ve Türk ordusunun ortak operasyonunu boşa çıkardılar. Ve bundan sonrasında HPG gerillalarının karşı saldırısı başladı. Bu saldırı öyle bir tarzda geliştirildi ki, adeta Türk ordusu, polisi, bir bütün faşist AKP hükümeti şaşkına dönmüş bir hale geldi. Dağda, şehirde, kırda yapılan her eylem AKP’yi sarsmaya başladı. Buna karşı AKP hükümeti de giderek daha saldırganlaşan ve özel savaş yöntemlerini derinleştirme temelinde hem gerillalara, hem de Kürt halkına saldırılar geliştiren bir konuma kendisini getirdi. Özel savaş yöntemlerinde giderek gelişme kaydeden AKP hükümetinin yeni buluşu ise şu oldu: “Sivilleri öldürerek PKK'nin şehir eylemlerini durdurmak”!
Evet, özel savaş kapsamında geliştirilen yeni önlem ya da yöntemlerden biri de sivil insanların hedef alınması ve öldürülmesi olmaktadır. HPG gerillalarının şehirlerde yapacağı her eylem sonrasında Türk devleti, kadın, çocuk, yaşlı demeden sivil Kürt insanlarını hedef alacak ve bunları katledecek. Bu katletmeyi de “PKK sivilleri öldürüyor” yalanıyla PKK'nin üzerine yıkacak. Bu yöntem AKP hükümeti tarafından uygulamaya da geçirilmiş durumdadır. Şemzînan’da, Batman’da yaşanan sivil katliamlarının devlet eliyle yapıldığı gün gibi açık. Gerilla karşısında tutunamayan, ona karşı koyamayan asker ve polis, öfkesini sivil Kürt insanlarını katlederek gidermektedir.
Dikkat edilirse Batman olayının sır perdesi bir türlü aralanmıyor. PKK'ye ait olan bir eylem çok kısa sürede netleştirilebiliniyorken, ne hikmetse Batman’da gelişen silahlı saldırıda öldürülen anne Mizgîn, kızı Sultan ve sekiz aylık bebeğin kimler tarafından ve nasıl öldürüldüğü bir türlü netleştirilemiyor. Olayda yaralanan Baba’nın hastanede tutulması ve kimseyle görüştürülmemesi de düşündüren bir başka husus oluyor.
Peki, bu olay niye çözülmüyor? Çünkü olay devletin faşist polisleri tarafından gerçekleştirildi de ondan! Polis suçüstü yakalandı da ondan! Olayın tanıkları ve mağdurları manidar bir dille “yapanları bildiklerini, ama söyleyemeyeceklerini” söylüyorsa, olayın kim tarafından yapıldığı çok açık olmuyor mu? Peki, hastanede tutulan baba niye basın mensuplarıyla görüştürülmüyor? Olay hakkında söz söylemesi neden engelleniyor? Eğer olayı PKK yapmış olsaydı, tüm kanıtlar bunu gösteriyor olsaydı, insanlar neden konuşmaktan çekinir olurlardı ki? Dolayısıyla bu andan sonra Batman olayı hakkında devlet tarafından yapılacak her açıklama tamamen inandırıcılığını yitirmiş, yalan ve saptırma amaçlı olacaktır. Açık olan şu: Bu olay polisler tarafından gerçekleştirildi. Gerilla saldırısı karşısında bunalan asker ve polis, öfkesini sivil Kürt insanını öldürerek gideriyor. Bunu da AKP hükümetinin özel savaş konsepti temelinde geliştirdiği yeni yöntemi uygulama adına yapıyor.
Burada asıl belirtmek istediğimiz husus devletin katil olduğu değildir. O zaten devletin temel karakteridir. Buradaki amacımız, devlet bu niteliğini Türk toplumuna kabul ettirmiş bir vaziyette ve Kürt Özgürlük Hareketine saldırısında bu özelliğini meşrulaştırarak yapmaktadır. Adeta, “ben katilim, ama senin (Türk halkı) çıkarların için katillik yapıyorum” demeye getiriyor. Bu özelliğini topluma kabul ettirmiş olması ise ayrı bir vahamet. Birinci husus bu.
İkinci husus ise, AKP hükümeti ve devleti, ordusuyla, polisiyle, medyasıyla, aydın taslaklarıyla, yazar-çizer tayfasıyla PKK'ye ve Kürt Özgürlük Hareketine yönelik bu saldırılarını gerçekleştirirken Kürtler içinde de destek bulma arayışına girmektedir. Türk toplumundan yeterince destek bulamamış olacak ki, Kürtlere de seslenmektedir. Kürtlere PKK'yi lanetlemeleri, kendilerini ondan kurtarmalarını salık veriyor Tayyip Erdoğan. Kürtlerin PKK'ye artık dur demesini, artık yeter demesini istiyor. Oysaki işbirlikçiler dışında Kürt Özgürlük Mücadelesine gönül vermeyen, bunun içinde yer almayan Kürt insanı yok denecek kadar az olmaktadır. Bunu Tayyip Erdoğan da çok iyi biliyor. Yine de işbirlikçi Kürd’e çağrılarda bulunuyor. Gerçi bunlara çağrılarda bulunmasına pek gerek yok, ama öyle anlaşılıyor ki Tayyip Erdoğan ne yapacağını bilmez bir hale gelmiş konumda.
Tayyip Erdoğan işbirlikçi Kürd’e çağrıda bulunur da durmak olur mu, buna cevap vermemek olur mu, diyen ve hemen atağa geçen, devletten daha devletçi olan bazı ‘Kürt!’ler hemen renk vermeye başladılar bile. Gazetelere röportajlar verip PKK’ye küfreden yeminli PKK düşmanlarından tutalım da nereden çıktıkları ve kime hizmet ettikleri belli olmayan “benim için öldürme”, “benim adıma öldürme” girişimcileri sahne almaya başladılar. “Bir kedim bile yok, ama devlet korumasıyla geziyorum” diyerek övünen zat PKK'ye ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a dil uzatmaktan çekinmezken, PKK'yi Kürtler için kan döken, adam öldüren bir örgütmüş gibi lanse etmeye çalışan bazı kesimler Türk medyası tarafından rağbet görür oldu.
Öncelikle bu kesimlere yine bir halk deyişini hatırlatmakta yarar vardır. “Osmanlının ipiyle kuyuya inilmez”. Siz siz olun Osmanlı geleneğinin takipçisi olan AKP hükümetinin aklıyla hareket etmeyin. AKP’nin galeyanına gelip de söz söylemeyin, etkinlikte bulunmayın. Belli olmaz, sizi kullanıp sonrasında bir kenara itiverir. Varsa onurunuzu beşparalık eder, insanlıktan düşürür, insan içine çıkılmaz kılar, rezil eder sizi. Bizden söylemesi!
Sanırım bir kedisi bile olmayan, ama devlet korumasıyla dolaşan birisi için bu sözlerin pek de etkili olması mümkün olmasa gerek. Fakat “benim için öldürme”, “benim adıma öldürme” diyerek internet sitesinde boy gösteren ve kendilerini Kürt olarak tanıtan kişi veya kişilere de bir-iki söz söyleme hakkımızın doğduğunu düşünüyor ve birkaç söz söylemeyi uygun buluyoruz.
Kendilerini Kürt olarak niteleyen ve “benim için öldürme”, “benim adıma öldürme” girişimi başlatan siz gençler! PKK’nin 1968 devrimci gençlik hareketinin geleneğinden geldiğini, sosyalizm inancı ve bilinciyle donanmış gençler tarafından kurulduğunu biliyor olmalısınız. PKK'nin kurucu kadrolarından üç tanesinin; Haki Karer, Kemal Pir ve Duran Kalkan’ın Kürt olmadığını da iyi bilmeniz gerekir. Kuruluş felsefesinde halkların kardeşliğinin olduğu, Kürt ve Türk halklarının kaderinin bir olduğu, Kürt ve Türk halkının birlikte mücadelesiyle demokratik Türkiye'nin gerçekleşebileceği ilkesinin olduğunu da iyi bilmeniz gerekir. Dolayısıyla PKK'nin bir Kürt partisi olduğunu, sadece Kürtler için mücadele ettiğini, üyelerinin Kürtlerden oluştuğunu söylemek kadar abes, saçma bir düşünceye nasıl kapıldığınızı merak ediyoruz. Dahası Kürdistan sadece Kürtlerin yurdu değil ki, PKK de sadece bir Kürt partisi olsun. PKK Kürdistanî bir harekettir, Ortadoğu'nun kalbinde yer alan Kürdistan'ın özgürlük partisidir.
Kendilerini Kürt olarak niteleyen siz gençler! Bu Kürdistan denilen ülke dört bölge devleti ve bu devletlerin de bağlı olduğu uluslararası sistem tarafından 1925’lerden itibaren sömürgeleştirilmiş ve bir sömürge halk ve ülke haline getirilmiş durumda. İran, Irak, Suriye, Türkiye devletleri değil sadece, İngiltere, ABD, Fransa, Almanya başta olmak üzere sömürüden pay kapan tüm güçlerin ortak sömürge ülkesidir. Bunu da biliyor olmalısınız! Burada bulunan Ermenilerin soykırımdan geçirildiğini, Asuri halkının da buna benzer yöntemlerle giderek bu coğrafyada bitme aşamasına getirildiğini biliyor olmalısınız! Ve bildiğiniz gibi bu sömürgeleştirmeye karşı İran’da, Irak’ta ve özellikle de Türkiye'de Kürt dede ve nineleriniz başkaldırdılar, direniş hareketleri geliştirdiler, sömürgeleştirilmeyi ve köleleştirilmeyi kabul etmediler. Her direnişleri kanla, katliamla bastırıldı. Kimisi öldürüldü, kimisi sürgüne gönderildi. Erkekler katledildi, kadınlar ve genç kızlar tecavüze uğradı, çocuklar asimile edilmek için eğitim zindanlarına alındı. Ama her şeye inat bu insanlar direndiler, bazen suskundular, bazen öfkeliydiler, ama asla geçmişlerini unutmadılar. Çünkü bir halk olarak kendilerine yapılanların intikamının alınması gerekiyordu. İntikam almak için ise öncelikle yaşananların unutulmaması, kuşaktan kuşağa taşınması gerekiyordu ki, kendilerinden sonra gelen kuşaklar İNTİKAM alabilsin. Nuri Dersîmî’nin İNTİKAM adlı yazısını okumuş olmanız gerekir. Ey Kürt gençliği diye başlayan ve Kürdistan'ın kısa dönem tarihini çok çarpıcı bir dille anlatan bu yazıyı Kürt gençleri olduğunuz için mutlaka siz de okumuşsunuzdur.
Kendilerini Kürt olarak niteleyen siz gençler! PKK bir İNTİKAM hareketi olarak doğdu. Kürdistan tarihine PKK adı böyle yazıldı. Bunu Kürt halkı böyle kabul etti. Binlerce Kürt erkek ve kızı bu harekete bu inançla katıldı. Binlercesi bu inançla şehit düştü. Binlercesi de bu inanç temelinde mücadelelerini sürdürüyorlar. Çünkü tarihten kendilerine kalan bir görev, sorumluluk vardı ve bu da “tüm sömürgeci güçlerden yaptıkları katliamların hesabını sorma, intikamını alma”ydı. Şimdi PKK'nin Kürdistan'da yaptığı tamamen bu tarihi görev ve sorumluluğu yerine getirmektir. Eğer Kürt nedir, ne değildir diye sorulacaksa, her şeyden önce ninelerimizin ve dedelerimizin bizden beklediği bu görevi yerine getirmek olduğu, bunu kim yerine getiriyorsa onun Kürt olduğu gerçeğidir. Çünkü onlar bu sömürgeleştirmeye karşı direniş geliştirirken, birileri çıkıp da “durun, bizim adımıza direnmeyin” demedi. Bu direnişlere karşı olanların kendi halkına ihanet eden ve egemenlere işbirlikçilik yapanlar olduğunu da biliyorsunuzdur.
Kendilerini Kürt olarak niteleyen siz gençler! Peki, siz Kürt müsünüz? Sizler damarlarınızda Kürt kanı dolaştığından dolayı mı kendinize Kürt diyorsunuz? Kürtlük kanla ilgili olsaydı, o zaman biz bir kedisi bile olmayanın, Abdulkadir Aksu’nun, Hüseyin Çelik’in de Kürt olduğunu kabul etmek zorunda oluruz. Ama herhalde bunların da Kürt olduğunu söylemeyeceksiniz değil mi? Buna kargalar bile güler çünkü. O halde sizler PKK hareketini sadece Kürtler için adam öldüren bir parti olarak lanse edip, sonrasında Kürt olduğunuzu öne sürerek PKK'ye karşı kampanya geliştirirken neye dayanarak bunu yapıyorsunuz? PKK gibi bir hareketin bu kadar düşmanı varken, bir de siz gençlerin buna eklenmesi neyin nesidir? Eğer Kürt gençleriyseniz, öncelikli olarak kendi tarihinizi iyi bilmeniz, günümüzde yaşananların arka planında nelerin olduğunu, bunun sorumlularının kimler olduğunu iyi anlamanız gerekmiyor mu? Tarih bilinci olmadan yetişen kuşaklar-ırk önemli değil- her zaman kendi toplumlarının başına bela olur, başkalarının hizmetine koşarlar ki, bunun da kabul edilecek ve onaylanacak bir durum olmadığını sizler de çok iyi biliyorsunuz.
Kendilerini Kürt olarak niteleyen siz gençler! PKK hareketi Kürt halkının, Kürdistan'da yaşayan halkların özgürlük partisidir. Sömürgeleştirmeye karşı direnen, soykırıma karşı direnen Kürt halkının direniş ve özgürlük partisidir. Kürdistan'da yaşayan diğer halkların bu coğrafyada birlikte kardeşçe bir yaşam sistemi içinde yaşamalarını sağlamak için her türlü faşist, sömürgeci, milliyetçi anlayış ve güçlere karşı direnen halkların öncü partisidir. Her türlü katliamı gerçekleştiren ve şiddet tekelini elinde bulundurmayı bir hak olarak gören devlet sistemlerine karşı, geliştirdiği gerilla ordusuyla bu güçlere karşı meşru savunma mücadelesini yürüten bir direniş partisidir. Dolayısıyla ezen, katleden, baskı ve zulüm uygulayanlara karşı direnişi en üst düzeyde sürdüren PKK hareketinin mazlum olanın, ezilenin, köleleştirilmeye çalışılanın hakkını savunan bir parti olduğunu da iyi biliyor olmalısınız. Dolayısıyla zalime ve zulme karşı direniyor diye PKK'yi suçlamak kadar haksız, vicdansı, ahlaksız bir yaklaşım göstermek ne kadar doğrudur diye siz gençlere soruyoruz? Soykırım kıskacında olan, varlık-yokluk mücadelesi veren bir halkın direniş hareketi olan PKK'yi, Kürt halkının kendi varlığını korumak ve özgürlüğünü kazanmak için kendi bağrından çıkardığı ve üzerine titrediği PKK'yi “niye direniyorsun, niye ezene, sömürene, baskı uygulayana, katledene karşı direniyorsun” diye karşı çıkmak ne kadar doğrudur?
Kendilerini Kürt olarak niteleyen siz gençler! Ezenin söylediğine değil, ezilenin sözüne ve eylemine bakın ve gerçekliği orada arayın ki, ahlaki, vicdani ve insani olandan nasip aldığınızı bilsinler! Sizler inanarak, yaşanan ölümlere karşı çıkmak ve onları engellemek amacıyla böyle bir girişim başlatmış olabilirsiniz. Eğer böyle ise, girişiminizin özel savaş odaklarınca özünden saptırıldığını ve AKP devletinin savaş konsepti temelinde psikolojik savaş malzemesi yapıldığını görmeniz gerekir. Eğer PKK'nin yaptığı eylemleri kınamak için, yani PKK'ye karşı bir girişim başlatmış iseniz, size söyleyecek çok sözümüz, ama size harcayacak hiç vaktimiz olmadığını bilmeniz de gerekir. Çünkü PKK'ye saldırmak, küfretmek, hakarette bulunmak adeta bir meslek halini almış gidiyor. Oturduğunuz yerden internet üzeri girişimler başlatmak da bunlardan sadece biri olmuş oluyor.
Son olarak şunları belirtebiliriz. Bugün bir halkın varlık-yokluk ikilemini yaşadığı bir dönemde bulunuyoruz. PKK verdiği mücadeleyle Kürt halkının varlığını korumaya ve onun özgürlüğünü sağlamaya bu kadar yakın duruyor. Kürt halkı ilk defa bu kadar umut dolu ve inançlı, bilinçli olarak mücadeleye katılıyor. Önderliğiyle, partisiyle, gerillasıyla, demokratik siyaset alanıyla bir bütün olarak dimdik ayakta ve direniyor. Bu direniş başarıya da ulaşacaktır. Bunun bedeli ne olursa olsun verilecektir. Dolayısıyla bir halkın varlığı ve özgürlüğü uğruna verilen mücadeleyi birilerinin çıkarına dokunuyor diye bırakmak, bunu talep bile etmek en hafif deyimle aklını yitirmiş olmak demektir. Aklı olanın da bunu yapmayacağı açıktır.
Edîp Koçgiri
- Ayrıntılar
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın son dönemlerde artan tehdit ve bağırmaları Kürtler üzerinde ciddi bir etki bırakır mı? Zor görünüyor! Zira Kürtler artık bu tür tehditlerden etkilenmeyecek kadar bilinçli ve örgütlü.
Peki Başbakan’ın Kürt halkına ve özellikle kadınlarına yönelik “PKK’ye karşı direnin” çağrısı karşılık bulur mu? Neredeyse imkânsız gibi! Çünkü Kürtlerde çocuğu PKK’li olmayan aile bulmak bile çok zor.
Dolayısıyla Başbakan Tayyip Erdoğan’ın tehdit ve çağrıları çözümleyici olmadığı gibi, bir güçlülük işareti de olmuyor. Çünkü çoğunlukla zayıflık ve zorlanma işareti olarak yorumlanıyor. Yani Nazım ne güzel de söylemiş, “Mussolini çok korktuğu için çok bağırıyor” diye!
Peki Başbakan Tayyip Erdoğan’ın sık sık tekrarlamaya başladığı PKK’ye yönelik “Cinayet şebekesi, taşeron” gibi kavramlar Türk ve Kürt toplumlarını etkiler mi? Bana göre bu da çok zor bir şey! Zira insanlar sorarlar: Madem cinayet şebekesiydi, o halde Oslo salonlarında neyi tartışıyordunuz?
Diğer yandan, son dönemlerde artan çatışma ve acılı olaylar nedeniyle medyanın hemen PKK’yi suçlamasına, daha olayların aydınlatılmasına bile fırsat vermeden PKK karşıtı propaganda yapmasına, basıncılık ve Kürt sorununun demokratik çözümü açısından bir değer verilebilir mi? Bence verilemez! Çünkü, “Vur abalıya” misali basit propagandadan öteye geçmemektedir. Esas olarak da gittikçe yoğunlaştırılan psikolojik savaşı ifade etmektedir. Tam da Başbakan’ın ve hükümetin çağrısına cevap olmaktadır.
Son aylarda yoğunlaşan çatışmaların kaygı verici düzeye ulaştığı bir gerçektir. Fakat sorunu sadece son aylardaki silahlı çatışma olarak görmek hiçbir çözüm üretmemektedir. Zira mevcut silahlı çatışma durumu bir anda ve durduk yerde ortaya çıkmamıştır. Bunun bir öncesi ve yaratan etkenleri vardır. Ancak öncesi ile birlikte ele alınır ve mevcut çatışmaları yaratan nedenler giderilirse silahlı çatışma sorunu çözülebilir.
Son günlerde öğrendik ki, yaşanan çatışma öncesinde Devlet-PKK görüşmesi varmış. Bu görüşmeler her nedense tıkanmaya uğramış. Sonrasında da malum savaş durumu gelişmiş. Anlaşılıyorki mevcut çatışmaların gelişmesinin bir nedeni bu.
Fakat tek neden olarak bu görülemez. İkinci bir neden olarak da yaşanan siyasi mücadele var. Zira 14 Nisan 2009’dan beri ikibuçuk yıldır Kürt demokratik siyasetine yönelik bir bastırma ve tasfiye operasyonu yürütülüyor. Sadece siyasi nedenlerle ikibuçuk yılda dörtbine yakın insan tutuklanmış! Son altı ayda tutuklanan insan sayısı 1350! Bunların bir kısmı seçilmiş belediye başkanı, bir kısmı milletvekili! DTP kapatılmış, BDP’nin kapatılması da yolda. Her gün onlarca insanın tutuklanması devam ediyor. AKP hükümetinin yürüttüğü bu sindirme ve tasfiye operasyonuna karşı Kürt halkı yediden yetmişe müthiş bir direniş gösteriyor.
Peki yaşanan silahlı çatışmalar bu siyasi saldırıdan kopuk ele alınabilir mi? Hayır, alınamaz. Demekki son aylarda yoğunlaşan silahlı çatışmaların ikinci önemli nedeni, AKP’nin Kürt demokratik siyasetine yönelik yürüttüğü sindirme ve tasfiye operasyonudur. Bu operasyonda esas olarak bir “Suyu kurutma” uygulamasıdır.
Bilindiği gibi, suyu kurutma taktiği, gerilla hareketlerine karşı geliştirilen bir kontrgerilla taktiği olmaktadır. Buna “Bataklığı kurutma”, “Denizi kurutma” da denmektedir. Esası gerilla-halk ilişkisini koparmayı, gerillayı halktan tecrit etmeyi, bunun içinde halkı yok etmeyi ifade etmektedir. “Balığı tutabilmek için suyu kurutmak” denmektedir. Yani gerillayı bulup yok edebilmek için halkı yok etmek anlamına gelmektedir.
AKP hükümetinin 14 Nisan 2009’dan bu yana Kürtlere karşı uyguladığı politika suyu kurutma taktiği olmaktadır. Kürt halkına ve demokratik siyasetine yönelik uygulamalar tamı tamına böyledir. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın son tehditleri ve Kürt halkına yönelik çağrıları da bu politika temelinde değerlendirildiğinde bir anlam bulmaktadır. Bir yandan baskı, diğer yandan çağrı! Kamçı-şeker politikası oluyor bu.
Aslında suyu kurutma taktiğini ilk olarak AKP hükümeti de uygulamıyor. Bu taktiği ilk olarak Kenan Evren cuntası uyguladı. Türkiye genelinde 1970’li yıllarda gelişen sol devrimci hareketleri tasfiye edebilmek için bu taktiğe başvurdu. Özellikle sol hareketlerin geliştiği yörelerin, mahalle ve kasabaların halkını boşaltmayı esas aldı. Buralardaki halkın bir kısmını tutukladı, bir kısmını büyük şehirlere göçertti, bir kısmını da yurt dışına yöneltti. Böylece halk tabanını kurutarak sol hareketleri tasfiye etmeye çalıştı.
Suyu kurutma taktiğini ikinci olarak 1993-94 yıllarında Demirel-Çiller-Güreş yönetimi uyguladı. Doğal olarak bu sefer taktik sadece Kürtlere karşı uygulandı. Çünkü gerilla hareketi Kürdistan’da gelişmişti. Dağda mücadele veren gerillayı halk desteğinden yoksun kılabilmek için, özellikle kırsal alanda, köylere yönelik uygulandı. Bu dönemde 4000 civarında köyün çeşitli yöntemlerle boşaltıldığı biliniyor. Kürt köylülerinin bir kısmı “PKK’ye yardım ve yataklık”tan ya katledildi ya da tutuklandı, bir kısmı şehirlere göçertildi, bir kısmı da yurtdışına kaçırtıldı. Kürtler bu biçimde köysüz toplum haline getirildi.
Üçüncü olarak da bu taktiği AKP hükümeti 14 Nisan 2009’dan bu yana uyguluyor. Kürt demokratik siyasetini tutuklayarak ve örgütlülüğünü dağıtarak Kürt sorununun siyasi çözüm zeminini kurutmaya çalışıyor. PKK’yi bu biçimde toplumdan ve siyasetten tecrit etmek ve yenilgiye uğratmak istiyor. PKK de işte bunu kabul etmiyor ve direniyor. Son aylardaki kaygı verici çatışmalar işte bu nedenle ortaya çıkmış bulunuyor. Çatışmaların şehre, toplumun içine yönelmesi de bu gerçeği ifade ediyor.
Şimdi bu noktada AKP hükümetinin şapkayı öne koyup derin derin düşünmesi lazım. Geçmiş tecrübeyi sadece “Nerede hata yapıldı?”, “Bu taktiği ben başarılı nasıl uygularım” yaklaşımıyla değil, tüm sonuçlarıyla birlikte irdelemesi gerekli. En azından son ikibuçuk yıllık kendi pratiğinin sonuçlarını irdelesin! O zaman görecekki Kürt demokratik siyaseti bitmiyor, dolayısıyla PKK bitirilemiyor, çünkü koskoca Kürt halkı bu mücadeleyi yürütüyor!
Kenan Evren cuntası suyu kurutma taktiği kapsamında insanların bir kısmını hapse koyar, şehirlere sürer ve Avrupa’ya yollarken, az bir kısmı da Ortadoğu’ya-Filistin’e gitti ve PKK buradan gelişti.
Demirel-Çiller-Güreş çete yönetimi Kürt köylerini boşaltma kapsamında toplumun bir kısmını katleder veya hapse koyar, şehirlere sürer ve yurtdışına kaçırtırken, bir kısmı da dağa çıktı ve Güney’e geçti. Kürt direnişi işte bu temelde halklaştı ve tüm Kürtleri kucaklar hale geldi.
Şimdi AKP hükümeti Kürt demokratik siyasetini tutuklayarak Kürtleri bitireceğini mi sanıyor? Büyük yanılgı işte burada! AKP hükümeti her bir kişiyi tutukladıkça yerine on kişi geçiyor. Şehirde gösteri yapamayan Kürt genci dağa çıkıp savaş yapıyor. Yani neredeyse “gerillayı AKP büyütüyor” diyesi geliyor insanın!
Geçmişte bu görüşü dillendirenler daha çoktu. Gerekçe olarak da, AKP iktidarı “Ordu-PKK çatışmasını istiyor” deniyordu. “Kendini bu çatışma ortamında beslediği” söyleniyordu. Doğru veya yanlış, ama bu da bir görüştü. Fakat artık AKP-Ordu ayrımı kalmadığına göre, o halde AKP eski siyaseti izleyemez. Buna bir de Oslo görüşmeleri eklenirse, bu durumda AKP hiç kimseyi çatışmaya ikna edemez. İşte AKP’nin ızdırabı buradadır. İşte Başbakan, bu durumun yarattığı zorlama nedeniyle bu kadar bağırmaktadır.
Bu gerçeği artık tüm demokratik güçler görmelidir. AKP zorlanmış ve demokratikleşmenin önü açılmıştır. O halde yaratılan demokratikleşme imkânlarını değerlendirebilmek ve ülkemizin ihtiyaç duyduğu demokrasi hamlesini geliştirebilmek gerekir.
Adil BAYRAM
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 3 Ekim günü (bugün) 01.00-01.30 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Kandil’in Kani Cengê alanına yönelik olarak işgalci TC ordusuna ait savaş uçakları tarafından hava saldırısı gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 1 Ekim günü 13.00-14.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Garê’nin Ergene alanına yönlik olarak sömürgeci TC ordusuna ait savaş uçakları tarafından hava saldırısı gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 30 Eylül günü Amed’in Lice ilçesine bağlı Şehit Kendal alanının Sisê, Dêrxust ve Ali Xişo köyleri çevresine yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 23 Eylül gününden beri Bingöl’ün Solhan ilçesi çevresine yönelik olarak işgalci TC ordusu na gizli birlikler tarafından keşif ve pusulama faaliyetleri yapılmaktaydı. 30 Eylül günü aynı alana yönelik olarak sömürgeci TC ordusu tarafından indirmelerle bir operasyon başlatılmıştır. Alandaki operasyon devam etmektedir.
- Ayrıntılar
26 Eylül 2011 günü Batman merkezde giderek yeşil faşistleşen devletin polisleri iki insanımızı güpegündüz katletti. Önceleri iki ateş arasında kalarak iki insanımızın yaşamlarını yitirdikleri söylendi.
Ne olduysa oldu kısa bir zaman ardından da yaşamlarına kastedilen iki insanımızın bizler -yani gerillalar -tarafından vurulduğu söylendi. Televizyonlar, radyolar, gazeteler, politikacılar, aydınlar, cümle cemaat bir ağızdan en alçakça bir dille mücadelemize karşı saldırı başlattılar. Biz yeşil faşistlerin Ergenekoncuların ve özgürlük hareketinin yeminli düşmanlarının ve bunların akıl babaları olan özel savaş merkezlerinin bunu yapacaklarına ve bunların işlerinin bu olduklarını biliriz. Bunun için bir yere kadar duygularımıza hakim olabiliriz. Aklı selim duruşumuzu bunun için bu yeşil faşistler bozamaz.
Ne var ki henüz olayın ne olup olmadığını bilmeyen, kimler tarafından yapıldığı netleştirmeden “insanlığımızdan utanıyoruz” diye kendilerinden çok büyük sözlerle yeşil faşistlerin çanak yalayıcıları hemen devreye girdiler. Ne oldukları belli olmayan, kimin adına kimin için çalıştıklarını da bilmediğimiz “benim adıma öldürme” diyerek kendilerince bir kampanya başlatanlar devreye girdiler. Yine bir kedisi bile olmayan ile cümle cemaat özgürlük hareketi düşmanları bir koro halinde saldırıya geçtiler.
Bir gerilla olarak Siirt’te gerillamızın yanlışlıkla öldürdüğü 4 insanımızın acısını henüz yaşarken, olayın nasıl olup bittiğini öğrenmeye çalışırken, amaçlar kadar araçlarında temiz olmasına inananlar olarak bu olayın tüm yönleriyle araştırılması gerektiğin tüm dünya kamuoyuyla paylaştık. Yaşamını yitiren insanlarımızın ailelerinden, çevrelerinden, halkımızdan ve demokratik kamuoyunda alenen özür diledik. Elbette bir özürle yaşamını yitiren insanlarımız geri gelmeyecektir. Bunun için kendimizi sorgulamamız daha köklü olacaktır. Gelecekte -bu sorgulamalar sonucu -böylesine olayların yaşanmaması için her türden tedbiri daha fazla geliştireceğiz. Yeniden belirtelim: biz amaçlar kadar araçların da temiz olmasına inanan bir hareketin üyeleriz. Birçok yanlışımız, eksikliğimiz, yetersizliğimiz bu konuda geçmişte yaşanmıştır. Yaşanan hiçbir yetersizliğimizi gizlemedik, üstünü örtmedik. Öncelikli olarak kendi içimizde bu olayları genişçe, detaylıca tartıştık. Yargılanması gerekmişse yargıladık. Yaptırım gerekli olmuşsa yaptırımlar uyguladık. Ve her zaman soruşturulan her olayı halkımızla ve demokratik kamuoyuyla paylaştık. Bu PKK’de bir ilke olarak varlığını ilk günden beri korudu. Bundan böyle de bu ilke korunacaktır. Kısa vadede zararda görsek bu açıklık ve şeffaflık ilkesini inadına koruyacağız.
Yeniden Batman olayına dönersek. Batman’a eylem yapmak için iki gerillamız bir aracı gasp ederek girmişlerdir. Ancak gerillamız fark edildiklerini anladıkları andan itibaren hızla sivillere bir şey olmaması için gasp ettikleri aracı bırakarak hızla şehir dışına çıkmaya çalışmışlardır.
TC’nin ve Akepe’nin o korkak, ikiyüzlü, insanlıktan nasibini almamış alçak polisleri, panikli ruh hallerinden dolayı gasp edilen aracı park halinde gördükleri halde bu aracı yaylım ateşine tutmuşlardır. Aracın yanında geçen hatta araca yakın olmayan insanlarımızı bile taramış ve bu vahşi saldırı sonucu iki insanımız katledilmiştir. Anne Mizgin ve küçük kızı Sultan hunharca katledilmişlerdir. Hamile olan Sultan ismindeki anayı katlettikten sonra da büyük bir insanlık yapmışlar gibi sezaryen yoluyla çocuğunu alarak “hamile anaya kurşun yağdırdılar” gibi dünyanın en alçakça, şereften nasibini almamış başlıklarla da üstümüze yığmayı çalışmışlardır.
Yeni oluşturulan yeşil faşist devlet her şehir eylemimize karşı sivil insanımızı katletmenin kararını almıştır. Katletmeyi siz yeşil ve Kızılelmacı faşistler ve İsrail kadar herhalde dünyada kimse iyi bilmez. Biz bunları anlarız. Ancak hem sivil yurtsever insanlarımızı katledeceksiniz hem de alçakça özgürlük hareketinin üstüne atacaksınız. İnsani olarak ahlaksızlığın en dibe vuruş biçimi olan bu bozuk insani davranış tarzı sadece ve sadece siz yeşil faşistlerde bulunmaktadır. Her gün Filistin’de katliam yapan İsrail devleti bile böylesine bir alçaklığı yapmamaktadır. İsrail Siyonist devleti en azında yaptıkları katliamları alenen dünyanın gözü önünde sahiplenmektedir. Sizde bu açık yüreklilik ve erdem bile yoktur.
Şimdi yine yazımızın başlığına dönelim: Batman’da insanlarımızın katledilmesi gün gibi ortadadır.
Şimdi siz yeşil faşistlerin çanak yalayıcıları bu yeşil faşistlere “insanlığımızdan utanıyorum” diye haykıracak mısınız?
Şimdi siz “benim adıma öldürme” diyenler bu yeşil faşist devlete bunu söyleyecek misiniz?
Şimdi siz kedisi olmayanlar, cümle cemaat PKK yeminleri söylediklerinizi bu yeşil faşist devlete aynı tondan söyleyecek misiniz?
Şimdi siz öncelikli olarak yeşil faşistlerin yandaş basıncıları ve özel savaş elemanları bu yalanlarınızı nasıl üstünü kapatacaksınız?
Ve siz saygı duyduğumuz kimi liberal yazarlar söylediklerinizi geri alarak bu yeşil faşist yapıya aynı tondan söylediklerinizi tekrarlayacak mısınız?
Ve tabii şimdi cümle cemaat tüm bu kesimler özgürlük hareketinden ve yaşamını yitiren Mizgin ve Sultan’dan özür dileyecek misiniz?
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 29 Eylül günü 10.00-10.30 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Metina’nın Gundê Fila alanına yönelik olarak işgalci TC ordusuna ait savaş uçakları tarafından bir hava saldırısı gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 27 Eylül günü saat 11.10 sularında Dersim Merkeze bağlı Harçik Vadisi, Uzuntarla, Xilbiz köprüsü ve çevresinde 2 skorsky helikoptere yönelik olarak gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen eylem sonucunda iki skorsky tipi helikopter darbelenerek Kırmızı köprü alanına iniş yapmak zorunda kalmıştır.
- Ayrıntılar
Yukarıda ki başlık 1970’lerin havasını yansıtır gibi duruyor. O yıllar dünyada çift kutuplu dünyanın yarattığı avantajlardan kaynaklı devrimlerin yani hızlı alt üst oluşların yaşanmasına imkân sunan yıllardı.
Biliniyor 1990’lı yıllardan sonra çift kutuplu dünya yerine ağırlıklı tek kutuplu bir dünyaya, “yenidünya düzen”iyle geçildi. Her ne kadar kendisini dünyanın imparatoru ilan eden ABD her şeye istediği gibi hakim olamasa da nihayetinde “dediğim dedik, çaldığım düdük” misali dünyanın birçok yerine tek taraflı saldırılar düzenledi. Bunu yaparken de dünyanın gözünün içine baka baka, hem de bile bile yalanlar düzerek, herkesi de bu yalanlara inanmaya mecbur ederek saldırılarını meşrulaştırdı.
Dünyanın yaşadığı bu değişimden dolayı devrim yıllarının aşıldığını artık esas dilin evrim dili olduğu çokça söylendi. Evrim dilini kullanmanın temel gerekçesi ise giderek gelişen demokratik değerler gösterildi. “Dünyamız giderek evrensel değerlere saygı gösteriyor, her şey dile getirilebiliyor, konuşulabiliyor” denildi. Özcesi eskinin o sert ortamının aşıldığı, artık eskiden sergilenen güçlü iradesel duruşlara ve kavgalara ihtiyaç olmadığı çokça dile getirilir oldu.
Dünyanın büyük değişimler yaşadığı kesindir. Dünyanın birçok yerinde evrensel değerlerin, demokratik değerlerin ve insan haklarının geliştiği de doğrudur. Ancak bu evrensel ve demokratik değerlerin dünyanın her yerinde herkesçe benimsendiği ve her insana ya da her halka olumlu manada yansıdığını söylemek zordur. Hem de çok zordur.
Kürdistan’da sürdürülen özgürlük mücadelesi gelişen bu dünya konjonktüründen dolayı paradigmasal değişiklere giderek belki de dünyanın hiçbir yerinde görülmeyecek değişimi ve dönüşümü kendi içerisinde yaşayarak, bu değişim ve dönüşümü dört parçadaki Kürt halkına da taşırmıştır. Nitekim bunun sonucudur ki Kürt halkı dört parçada bulundukları ülkelerin halklarıyla ortak, eşit, kardeşçe, birlik ve beraberlik içerisinde yaşama iradesini beyan etmiştir. Ortak vatanda yaşama iradesini bu kadar baskılanmış, ezilmiş, horlanmış bir halka aldırtmak öyle sanıldığı gibi kolay değildir. Dünyanın topu bir araya gelseydi PKK önderliğinin yaptığını kimse Kürt halkına yaptıramazdı.
Ne var ki öyle görülüyor ki Kürt halk Önderliliğinin on yıllarca ısrarla, inadına, itinayla yürüttüğü ortak vatanda birlikte yaşama projesini birileri ısrarla sabote etmeye çalışıyor. Dünyada gelişen evrensel değerleri birileri sadece kendileri için geçerli olduğunu düşünüyor. Kürt halkı birlikte yaşamayı dayattıkça birileri Kürtlerin bu kez kesinlikle eritilebileceğine, asimile edilebileceğine inanıyor. Bununla yetinilmiyor Kürtlerin topyekûn soykırımını hedefleyenlerde çıkıyor.
Kürtler barış dedikçe vuruluyorlar, Kürtler kardeşlik dedikçe öldürülüyorlar, Kürtler özgürlük dedikçe zindanlara atılıyorlar, Kürtler silahsız mücadele dedikçe tutuklanıyorlar.
Tüm bunlar ve daha fazlası artık yeniden tarihin yeni bir eşiğine gelindiğini gösteriyor. Artık süreç keskin mücadeleyi dayatan eşeği gelindiğini hatta geciktiğini gösteriyor.
Kendini kandırmalara son vermek için, tarihin bu yeni eşiğinde mücadele dilimizin değiştirileceğini, değiştirmek zorunda olduğumuzu herkes herhalde kabul eder.
İşte bu yeni eşiğe biz TEK YOL DEVRİM diyoruz. Artık devrim yıllarına yeniden dönüyoruz. Birilerine bir halkın nelere kadir olabileceğini göstermek için inadına Devrim diyeceğiz. Tüm iyi niyetlerimizin suiistimaline karşı TEK YOL DEVRİM diyeceğiz. Ve bu devrim dalgasına kalkışa herkese ama herkese katılın diyeceğiz.
Nucan Dirlik
- Ayrıntılar