Hiç kuşkusuz bugün Türkiye’de tartışılan en temel konulardan biri, belkide birincisi KCK oluyor. Yargıdan aydınlara, polisten siyasetçilere kadar herkes kendi penceresinden görüş belirtiyor. Herkes kendi kulvarından bir KCK tanımı yapmaya ve bunun “Nasıl tehlikeli bir şey” olduğunu anlatmaya çalışıyor. Tıpkı Mekke’de şeytan taşlar gibi bir şey! Tek yanlı KCK salvoları sürüp gidiyor. İşin garip tarafı, açıktan KCK savunusu yapan sadece bir kişi var. Gerisi hep eleştiriyor, yine eleştiriyor ve doymuyor “Niye Kürtler eleştirmiyor” diyor.
Görüntüye bakınca, olup bitenler boşluğa kurşun sıkar gibi bir şey. Ama tabi gerçek böyle değil. KCK boşluğu ifade etmiyor. Dolayısıyla “KCK eleştirileri” de boşluğa kurşun sıkmak olmuyor. Tersine KCK’yi eleştirenler ne yaptıklarını çok iyi biliyorlar. KCK’de Türkiye’nin en yakıcı gündemi ve en temel sorununun çözüm anahtarı oluyor.
En son KCK tartışmalarına Başbakan Tayyip Erdoğan da katıldı. “KCK operasyonlarının doğru olduğunu ve devam edeceğini” söyledi. KCK’yi eleştirmeyenleri “KCK gerçeğini anlamamakla” suçladı. “TC’ye paralel ikinci devlet olan KCK’nin asla kabul edilemeyeceğini” ifade etti.
Doğru bulunur bulunmaz, ama Tayyip Erdoğan’ın yargı arkasına gizlenmekten vazgeçerek görüşlerini açıkça söylemesi iyi olmuştur. Böylece de “KCK Davası” ve bu temelde geliştirilen operasyonların, “Hukuki bir suç nedeniyle” değil de, tamamen siyasal kararlar temelinde yürütüldüğünü bizzat Başbakan’ın kendisi ifade etmiştir. Belliki bu bir itiraftır, siyasal amaçlarla hukukun kullanıldığının itirafı. “AKP yönetimi demokrasiyi geliştiriyor, diğerlerinden daha iyidir” diyenlere duyurulur.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “KCK’nin anlaşılmadığı” tespitine biz de katılıyoruz. Fakat bunu söylerken de Tayyip Erdoğan’ın KCK’yi anlamadığını görüyoruz. Çünkü “TC’ye paralel devlet” diyor. Oysa KCK (Koma Civakên Kurdistan) kendisini “Demokratik toplum yönetimi” olarak ifade ediyor. “Devlet olmadığını” ve hatta “devlet olmaya karşı olduğunu” açıkça söylüyor. Fakat her türlü yönetimi devlet sayan ve devletten başka yönetim tanımayan anlayışa göre kuşkusuz “Alternatif veya paralel devlet” oluyor.
Tayyip Erdoğan böyle yaparken, başka bazıları da PKK ile KCK’yi aynı sayıyor. Böyleleri “PKK eşittir KCK” diyor. Halbuki bu yaklaşım da kökünden yanlıştır. Biraz Kürt mücadelesini izleyen herkes bunu açıkça görür. PKK bir felsefik-ideolojik çizgi, eğitilmiş bir militan kadro topluluğu; KCK ise çeşitli biçimlerde kendisini örgütlemiş bir toplum, demokratik toplum oluyor. KCK’nin Türkçe’ye en doğru çevirisi “Kürdistan Demokratik Toplumlar Topluluğu” biçiminde yapılıyor. Dikkat edilirse KCK’de “Toplumlar topluluğu” olma esas, yoksa PKK’deki gibi “militan kadro topluluğu” olmak değil. Kuşkusuz bu noktada PKK de KCK’nin içinde yer alır, ama örgütsel olarak KCK PKK’nin içine girmez ve sığmaz.
PKK ile KCK’nin eşit olmadığını tarihsel süreç de doğrular. Geçmişte de PKK ile birlikte ERNK (Enîya Rizgarîya Netewî Kurdistan-Kürdistan Ulusal Kurtuluş Cephesi) vardı. PKK Kürt sorununu devletçi paradigma temelinde çözmek isterken halk hareketi ERNK idi. ERNK, PKK’nin etkilediği, yönlendirdiği taraftar halk kitlelerini ifade ediyordu. Ancak ERNK ile PKK aynı değildi. O zamanda ikisinin aynı ve eşit olduğunu söyleyenler vardı. Örneğin, o dönemde de TC hükümetleri “PKK eşittir ERNK” diyorlardı. Fakat bunu kimseye anlatamadılar, örneğin Avrupa’ya kabul ettiremediler.
Birebir aynı olmasa da, eğer benzetmek gerekirse KCK geçmişin ERNK’sine benzer, yoksa PKK’nin eşiti olmaz. Tabi ERNK ile de aynı değildir. ERNK devletçi paradigmaya dayalı iken, KCK demokratik toplum paradigmasına dayalıdır. ERNK tümüyle PKK’nin etkilediği Kürt halk kitlelerini içerirken, bu konuda KCK çok daha geniştir. İdeolojik olarak PKK etkisinde olsun olmasın, Kürdistan’daki örgütlü tüm halk kitlelerini kapsamına alır.
Beğenelim beğenmeyelim, KCK bugün Kürt sorununun çözümü için PKK’nin önerdiği toplumsal ve siyasal modeldir. PKK’ye göre en demokratik olan modeldir. Bölünmeyi değil, ülke ve toplum birliğini esas alır. Devleti red ve yok etmez, devlet artı demokrasi formülü ile toplumsal yönetimin paylaşılmasını içerir. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın belirttiği gibi “Paralel devlet” değil, “devlet artı demokrasi” ya da “devlete paralel demokrasi”dir. Eğer bir ülkede demokrasi olacak ve devletin yanında bir de örgütlü demokratik toplum olacaksa, işte bu KCK olacaktır. Demekki KCK olmazsa demokrasi de olmaz. Aynı zamanda Kürt sorunu da çözülmez. Dolayısıyla Tayyip Erdoğan’ın “KCK olmaz ve yok edilecek” demesi, Türkiye’de gerçek anlamda demokrasi olmayacak anlamına gelir.
Bazıları diyorlar ki, “Sözleşmesini okuduk, KCK’nin kendisi demokratik değil.” Olabilir, KCK’nin demokratik olmayan yanları bulunabilir. Kendisi “Demokratik toplum sistemi” olduğunu iddia ediyor, ama bu iddiaya ters düşen yönleri olabilir. Elbette bunları açığa çıkarmak, tartışmak ve değiştirerek demokratik hale getirmek gerekir. Birincisi, KCK bir Tanrı buyruğu değil, kul yapımıdır! Onu yapan insanlardır, demokratik amaca uygun düşmezse değiştirilip amaca uygun hale getirilir. İkincisi, hem teori hem de pratik olarak KCK tam şekillenmiş değildir, henüz bir tasarı ve taslak düzeyindedir. Dolayısıyla pratikleşme sürecinde gerektiği kadar değişime açıktır.
Yine KCK’ye bakarak bazıları, “PKK Türkiye’nin bir bölümünü kendisi yönetmek istiyor” diyor. KCK’nin veya demokratik özerkliğin böyle anlaşılması da doğru değildir. Oysa PKK açıklamalarında “Şurayı ben yönetmek istiyorum” yoktur, ama “Kürt halkı öz yönetimini kurmalı ve kendi kendini yönetmeli” vardır. Hatta bu istem sadece Kürtlerle sınırlı da değildir. Daha genel olarak “Sivil toplum örgütleri gelişsin, demokratik toplum örgütlensin ve tüm kesimleriyle halk kendi kendini yönetsin” biçimindedir. Zaten gerçek demokrasi ve özgürlük de bu değil midir?
Artık her yerin Ankara’dan yönetildiği, her işi devletin yaptığı, her şeyin merkezden halledildiği devir sona ermiştir. Herkesin yönetime aktif katıldığı ve kendi kendini yönettiği demokrasi devri başlamıştır. Dolayısıyla tüm kesimleriyle bütün halklar ve onlar gibi Kürtler de özgürce örgütlenecekler ve demokratik yönetimlerini geliştireceklerdir. Bunun adı KCK mi, başka bir şey mi olur, o kadar önemli değildir. Önemli olan özgürlükçü ve demokratik özüdür. Dolayısıyla Kürtler de kendi kimlikleriyle özgürce örgütlenecekler ve kendi demokratik yönetimlerini özgürce geliştireceklerdir. Bunun başka bir yolu yoktur.
İyi veya kötü, beğenilir veya beğenilmez, ama PKK, en önemli sorun olan Kürt sorununun demokratik çözümü için bir model önermektedir. KCK veya demokratik özerklik bu çözüm projesini ifade etmektedir. Ancak bunu beğenmeyen ve durmadan eleştirenlerin, AKP dahil siyasi partilerin, gazetelerde yer tutan yazar ve çizerlerin, Kürt sorununun çözümü için hiçbir projeleri yoktur. Kendi projeleri yok, başkasının var olan projesini eleştiriyorlar. Peki “Sizin projeniz nerde?” diye sormazlar mı insana? Yeni anayasa yapıyorum diyen AKP, bu yeni anayasada Kürt sorununu nasıl çözecek, demokratik hak ve özgürlükleri nasıl yerleştirecek? Hele bunları bir açıklasın da, KCK’yi beğenmeyen AKP’nin demokrasi ve Kürt sorununu çözüm projesini görelim!
Ne olursa olsun, artık PKK ya da KCK taşlamakla partiler ve yazarlar hiçbir yere gidemezler. Karşıtını suçlayarak toplumu aldatma devri artık sona ermiştir. Kürtler ve tüm Türkiye toplumu özgürlük istiyor, demokrasi istiyor, barış istiyor. Kürt sorununun demokratik siyaset yoluyla çözümünü istiyor. KCK de öz ve içerik itibariyle işte bu çözümü ihtiva ediyor.
Öz itibariyle KCK olmazsa Kürt sorununun demokratik ve birlikçi çözümü olmaz. Dolayısıyla KCK olmazsa Türkiye’nin demokratikleşmesi ve birliği olmaz. KCK’sizlik Türkiye’nin parçalanması ve faşizm demektir. Şimdi bu gerçekleri görmenin ve tabulardan kurtularak düşünebilmenin zamanı!..
Selahattin ERDEM
Özgür Politika
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 20 Kasım günü 18.00-20.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Haftanin’in Keşan alanına yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmştır.
- Ayrıntılar
"Allah'ım, birliğimizi sağla, aramızı te'lif buyur, bizi vifak ve ittifaka muvaffak kıl. Hidayet ve ıslahını murat buyurduğun insanları ıslah eyle, kalb ve kafalarına salah ver. Şayet düşmanlık yapanlar arasında ıslahını murat buyurmadığın ve kendileri hesabına ıslah istemeyen kimseler varsa, onların da altlarını üstlerine getir, birliklerini boz, evlerine ateş sal, köklerini kurut ve işlerini bitir." diye niyaz etmelidir” diyor Fetullah Gülen. Bu “evlerine ateş sal, köklerini kurut ve işlerini bitir” diye dile getirdiği fetva bizim için yani gerilla için verilen bir fetvadır. Böyle olunca bizim de bu külliyen katliamcı ve faşizan sözlere karşı söyleyecek birkaç sözümüz olacaktır. Ne de olsa bizim yaşamımızı bire bir ilgilendiriyor.
Fetullah’ı biz bir cemaat lideri olarak biliyorduk. Belki tuhaf bir cemaat lideri ama sonuçta bir cemaatin hem de etkili bir cemaatin lideri diyelim. Uluslar arası ilişkileri olan, güya dinler arası uzlaşmayı savunan, radikal yani kökten dinciliğin uzağında daha ılımlı gören bir çizgisiyle de biliyorduk. Yine evangelizmin Siyonizm güdümünde olarak dünyayı adım adım ele geçirmek istediğini de az çok biliyorduk. Fetullah’ın, bu evangelizme çok yakın durduğunu da biliyorduk.
Tüm bunları bilmesine biliyorduk ama yine de Fetullah’ın bir cemaat lideri olduğunu ve buna göre hareket ettiğini, çizgisini benimsemesekte Türkiye ve Kürdistan’da bir realite olduğu için dikkate alınması gerektiği, bunun için eleştirilerimizi yaparken bile saygı ölçülerine de dikkat edilmesi gerektiğini de biliyorduk. Ancak en son hem de konuşmalı yani yalanlanması, tekzip edilmesi imkânsız bir biçimde: “altlarını üstlerine getir, birliklerini boz, evlerine ateş sal, köklerini kurut ve işlerini bitir" sözleri sıradan ya da etkili bir cemaat liderinin sözleri olamaz. Buna birde: “Ayıptır bu, otuz senedir bir avuç şakinin hakkından gelemiyorsun. Çoklarının dediği gibi, mensup olduğumuz Birleşmiş Milletler ve NATO içinde önemli güce, kuvvete ve mekanize birliklere sahip sayılı devletlerden biriyiz” sözlerini eklediğimizde kiminle karşı karşıya olduğumuz gayet açıkça ortaya çıkmış oluyor.
Bu yukarıda ki sözlerde ortaya çıkan:
Birinci sonuç: bu zatın hiçte bir cemaat lideri olmadığı.
İkinci sonuç: geleneksel devletçi olduğu.
Üçüncü sonuç: Kürt halk düşmanı olduğu.
Dördüncü sonuç: faşizan bir zihniyete sahip olduğu.
Beşinci sonuç: bir orducu olduğu.
Evet, Fetullah yukarıda dile gelen 5 hususu birebir temsil ediyor. Belki de daha başka hususları da temsil ediyordur. Onları da başka bir yazıda irdeleyebiliriz.
Birinci sonuca ilişkin, bir kere bir cemaat lideri böyle askeri sahaya dönük hatta politik sahaya dönük bu düzeyde pervasız görüş sunamaz, fetva veremez.
İkinci sonuca dönük Fetullah’ın söylediklerini geçmişin, bugünün klasik faşist devleti tam 90 yıldır söylüyor ve yapıyor.
Üçüncü sonuca ilişkin, “onların da altlarını üstlerine getir, birliklerini boz, evlerine ateş sal, köklerini kurut ve işlerini bitir" sözleri sadece ve sadece Kürt düşmanlığıdır.
Dördüncü sonuca ilişkin, bu kadar insan kanına susamış olan olsa olsa bir faşist olabilir.
Beşinci sonuca ilişkin ise ne kadar TC ordusuna hayran olduğunu ve bu ordunun nelere muktedir olduğunu kendisi dile getiriyor.
Yukarıda bunların tümü netiyken, Fetullah bunları bizatihi kendi ağzıyla kamuoyuyla paylaşmışken, hele birde Kürdistan’da polis ve AKP faşizmi diz boyu pratikte uygulanırken Fetullah’ın bu ölüm fetvasını ciddiye alacağız. Öyle sadece söylenmiş sözler olarak değerlendirmeyeceğiz. Abacı, kebeci, ara yerde sen neci(?) diyemeyiz ki! Sürç-i-lisan da diyemeyiz. Öyle horozlar vardır ki öttükleri için sabahın olduğunu sanırlar misali ciddiye alamamazlık edemeyiz ki! Ya da Mürüvvette endaze olmaz mı diyeceğiz? Belki de hepsini diyeceğiz ama derdimize tümden derman olacağını sanmıyoruz. Çünkü söylenenler öyle açık ki, öyle faşizan ki, öyle insanlık düşmanı ki unutulamaz, yutulamaz türdendir.
Hele siz bir de bu deniz ötesi mi, büyük okyanus berisi mi, ortası mı, kenarı mı artık ne derseniz deyin bu zatın 12 Eylül 1980 faşist cuntası rejime el koyduğunda söyledikleri: “Daha köklü ve daha gönülden bir hareket gerekliydi ki, milli bünyeyi kemiren yıllanmış seretanlar (kanser) bertaraf edilebilsin. Ve işte şimdi, bin bir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tuluû saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekasına alamet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe bir kere daha selam duruyoruz…” sözlerini bilirseniz bu zatın zihinsel olarak halen 12 Eylül faşizminin karakterini birebir yaşadığını yani yurt dışına çıksa da halen bu zihniyeti yaşattığını göreceksiniz.
Durum bu kadar netiyken ve asıl hedef tahtasını bizi oturtmuşken ve bizi baş düşman olarak ilan ederek fetva vermişken herhalde bizim de eli kolu bağlı kalacağımız düşünülemez. “Onların da altlarını üstlerine getir, birliklerini boz, evlerine ateş sal, köklerini kurut ve işlerini bitir" sözleri bu bağlamda bir savaş ilanı oluyor. Faşizme kendisini yatırmış bir cemaatin savaş ilanı. Kaldı ki Kürdistan’a gönderdikleri polisler ve en son emniyet müdürleri de bu ilanın yani savaş ilanının somut adımları oluyor.
Evet, bu durumda kellelerine -hem de uçurulması için-fetva çıkarılanlar ne yapacaklardır diye sorulabilir. Ve hedef tahtasına konulan bu özgürlük savaşçılarının verecekleri cevaplar elbette önemli olacaktır. O da: Söyleyeceğimiz tek bir cevap vardır: ya bu sözleri denizin öte yakasındaki zat geri alır, Kürt halkından ve onun gerillasından özür diler ya da bu faşizan zihniyete karşı gerekli olan neyse o yapılır. Bundan da kimsenin kuşkusu olmasın.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Sömürgeci Türk devletinin kuruluş felsefesi Kürt ulusunu soykırıma uğratarak ortadan kaldırmaya dayanmaktadır. Bunu da önce katliamlarla ezerek, sürgünlerle ulusal yapısızı dağıtarak, alevi-sunni, aşiret vb. çelişkilerle bölüp-parçalayarak, ondan sonra geri kalanını asimlasyon sistemiyle yok etmeye çalışmıştır. Sistemin temelinde ulus-devlet vardır. Kürt ulusunu ve diğer azınlık halkları içinde eritmeye dayalı bir politika sımsıkı yöntemlerle uygulanmıştır. Ancak Kürdistan özgürlük mücadelesi bunu başarısızlığa uğratmıştır.
Kürt ulusu bu vahşi politikaya karşı isyan ettiğinde, “medeniyet götürüyoruz, özgürlük, demokrasi götürüyoruz” adı altında isyanlar ezilmiş, Önderleri idam edilmiş, halk örgütsüzleştirilerek korkutulmaya, sindirilmeye çalışılmıştır. (Onun için olacak ki, Nuri Dersimi "Medeniyet"denilen kahpenin peşine sığınarak bize uluyanlar, demiştir.) Dünyaya da böyle yansıtılmıştır. Hemen hemen dönemin gazetelerine ve yetkililerin söylemlerine bakıldığında bu tez önemle, resmi ideolojinin-propagandanın bir ifadesi olarak işlenir. Kürtler uygarlıktan nasibini almamış, geri bir halk, Önderleri şaki olarak nitelendirilmiştir. Her türlü hakaret yapılmıştır. Kürt ulusu, isyan Önderlerine karşı kışkırtılmaya çalışılmıştır.
Şimdiye bakalım, sömürgeci devletin Başbakanı Tayyip Erdoğan ve diğer yetkililer Kürdistan özgürlük hareketinin yönetimine her ağzını açtığında alçak, terörist, dinsiz vb. diyerek aşağılamaktadır. Kürt halk Önderi Abdullah Öcalan’ın üzerinde kendi yasalarını çiğneme pahasına yoğun bir tecrit uygulamaktadırlar. Hemen hemen her hafta adeta Kürt halkıyla alay edercesine, “gemi bozuk, deniz uygun değil” vb. demektedirler. Kürt halkının özgürlük mücadelesini, “ Daha iyi eğitim almasın, gelişmesin” diye yapılıyor demektedir.( Kürt halkının asimlasyonunu iyi eğitim olarak değerlendirmektedirler) Zaten Kürt ulusunu, “ Kürt kökenli vatandaşlarım” diye nitelendirmektedir. Kürt ulusu, Kürdistan ve onun kendi varlığı, yaşamı ve geleceği üzerinde söz sahibi olma hakkını tanımamaktadır. KCK adı altında yürüttüğü soykırım operasyonlarını ise daha da yoğunlaştırarak sürdürüceğini açıkça ilan etmektedir. Herkesi de, öncelikle Kürt halkını, Kürt halkının özgürlük mücadelesine küfür etmeyen, AKP’nin kılıcı olmayan herkesi de tehdit etmektedir. Sömürgeci sistemin şeyhüslamı Fethullah Gülen ise açıkça, ABD’nin kucağında oturarak Kürt halkının soykırım fetvasını vermektedir. Tayyip Erdoğan ve sömürgeci-katil ordusu-polisi ise, bu fetvanın gereklerini gerek siyasi soykırım operasyonlarıyla Kürt yasal siyasetçilerini cezaevinde rehin tutmakta, gerekse de Geli Teyare de olduğu gibi kimyasal silahlarla Kürdistan özgürlük gerillalarını katletmek için kullanarak yerine getirmektedir. Tüm bunları ise demokrasiden-özgürlüklerden vazgeçmeden yaptığını açıklayabilmektedir. Tam bir alay etme!
Bu nasıl demokrasidir ki, tarihin en eski köklü halkı-ulusunun adı yoktur, anayasal güvencesi yoktur, bu nasıl özgürlüktür kü, Kürt ulusunun haklarını savunan Kürtler hemen hemen hergün işkenceye uğruyor, rehin alınıyor. Çocuklar katlediliyor!
Özellikle Van-Erciş’te gerçekleşen son deprem tam bir sömürgeci Türk devletinin katliamına dönüşmüştür. Öncesinde yardım yapmayarak, dış yardımı engelleyerek bir katliamı gerçekleştirmiştir. Son depremde ise, AKP hükümet yetkilileri evinize gidin, bir şey yok, deprem olmaz vb. telkinlerde bulunmasının ardından kayıplar yaşanmıştır. Nasıl olsa ölen, Kürtlerdir, ağlayan Kürt halkıdır, analarıdır! Halk bu duruma isyan ettiğinde, Vali yi protesto ettiğinde ve Başbakan yardımcısı Beşir Atalay’ı dinlemediğinde, halka hem de depremzade insanlarımıza sömürgeci devletin faşist polisleri vahşice saldırmışlardır. Depremzedeye jop!
Öyleki hem Kürdistan özgürlük gerillalarını kimyasal silahlarla katlediyor, hem de halkımızın sahiplenmesini engellemek için bin bir demogoji yapmaktadır. Bayram süresince bile Kürdistan özgürlük hareketine saldırılarını sürdürmüş, liberalleri, demokratları, yurtseverleri tehdit etmeye devam etmektedir.
Özellikle Kuzey Kürdistan’ın bazı illerine yapılan emniyet müdür atamaları sömürgeci AKP hükümetinin kendisini nasıl bir topyekün savaşa hazırladığını göstermektedir. Bu yeni atamalar, tasfiye ve imhayı politikasına işaret etmektedir
Dikkat edilirse bir taraftan sömürgeci AKP hükümeti bunları yaparken ve aynı temelde yapılacakları planlarken, öte yandan anayasa konusunda özellikle BDP’yi anayasa komisyonunda tutmak için yoğun bir çaba içinde bulunmaktadır. Bununla yapılacak yeni inkar anayasasının, yani Kürt soykırımının ipini bu kez Kürtleri de katarak çekmeye çalışmaktadır.
Öte yandan Güney Kürdistan Federal hükümetini de, hemen hemen hergün baskı altına alarak, ekonomik vaatler vb. adı altında PKK’ye saldırtmak için ne gerekiyorsa onu yapmaktadır.
Bir taraftan da, zaman ve yeni şafak yazar-çizerleri, yani sahibinin sesi yazarlar ve kendisine sözümona liberalim diyenler hepsi de, sözümona PKK’nin demokratik özerklik programını eleştiri adı altında, saldırılar yaparak, bunun Kürtlerin yararına olmayacağını, özgürlük ve demokrasiyi ortadan kaldıracağını vaazetmektedirler. Öylesine yazıyor, konuşuyorlarki, insan bir an, “ ne kadar Kürtlerin seveni varmış, ne kadar Kürtlerin özgürlüğünden, demokrasisinden yana olanlar varmış ta haberimiz yokmuş” diyesi geliyor. Kürtlere herkes akıl veriyor. Ama hepsinin de sahibinin sesi olduğunu bildiğimizden, bunların bir de bu cephede Kürt ulusal birliğini engellemeye çalıştığını anlıyoruz. Sanki Kürtler sömürgeci Türk devletinin, AKP-Fethullah faşizminin altında bir soykırım tehdidi ve tehlikesi altında değil, sanki hergün yurtseverler, aydınlar rehin alınmıyor, sanki dağlar- köyler bombalanmıyor, sanki hergün sokaklar-caddeler bir işkencehaneye dönüşmüyormuş gibi… Bunu kendilerine iş edinmişler. Paralarını bu iğrenç işten yemektedirler.
Sömürgeci Türk devletinin kuruluş felsefesini, fethullah Gülen-AKP islam örtüsü altında Kürtleri parçalayarak sürdürmek istemektedirler. En son Fethullah Gülen denilen soykırım plancısının fetvası da her şeyi daha açık etmiştir. Takke düştü kel göründü! Kendisini bazı Kürtlere kabul ettiren Fethullah Gülen’in nasıl bir deccal olduğu, boğazında sakladığı dişlerini nasıl açığa çıkardığını, Kürtlere nasıl havladığını herkes gördü! Bir de gerçekten halkımızın islamı bu sahte İslamcılardan dinlemeye ögrenmeye ihtiyacı varmı? Türk egemenlerinin islamı ne amaçla kabul ettikleri, bilinmiyor mu? Fetih ve sömürgecilik için!
Tüm bunların yanı sıra, gençlerin, kadınların, emekçilerin, köylülerin, aydınların, sanatçıların harekete geçmemesi, serhıldanları yükseltmemesi için çok bayat bir numarayı yine pişirip Kürt ulusunun önüne koymaktadırlar. Kürt kamuoyunda, insanlarında bir beklenti yaratmak amacıyla yeni dönemin Kürt soykırımcısı ve katili Tayyip Erdoğan, "Silahların bırakılması halinde birçok şeyin olumlu istikamette gelişeceğini rahatlıkla söyleyebilirim. Kazanılacak haklar varsa parlamentoda dile getirilir. Bu hakların gereği de orada verilir".
Tüm bunların bir anlamı vardır: Kürt halkını, siyasetçilerini oyalamak ve parçalamak! Yoğunlaşan AKP Faşizminin saldırıları halkımızın daha büyük ve daha niteliksel bir serhıldana kalkmasını engellemektir.
Tayyip Erdoğan’a demezler mi, ulan a... sen kimi kandırıyorsun, Kürt halkını belleksiz ki sanıyorsun? Kürdistan Özgürlük Hareketi bu güne kadar kaç kez ateşkes yaptı? Kürt halk Önderinin hazırladığı protokolleri elinin tersiyle iten sen değil misin? Barış için protokolleri hazırlayan Kürt halk Önderine seçim meydanında “ ben olsaydım asardım” diyen sen değil misin? Meclise gelip Kürt halkı adına konuşacak milletvekillerini sen hala cezaevinde siyasi rehin olarak tutmuyor musun?
Sömürgeci Türk devletinin kuruluş ve hala devam eden felsefesinde “ en iyi Kürt ölü Kürt’tür” yaklaşımı esastır! Öyle arada bir “ benim Kürt kökenli kardeşlerim” sözleri ise Kürdü bölme, parçalama, özgürlük hareketinden uzaklaştırmaktan başka bir anlamı yoktur!
O halde sömürgeci AKP’nin Kürt soykırım planı-programı açık! Sözlerini de sakınmadan söylüyorlar! En son ırkçı rejimin içişleri bakanının Kürt sorunu konusundaki, arıyorum arıyorum, öyle bir sorun bulamıyorum, göremiyorum” dedikten sonra acaba hiçbir Kürdün sömürgeci AKP hükümetinden bir beklentisi kaldı mı? Daha ne desinler?
Şimdi sıra Kürtlerin kendi sözünü ve eylemini serhıldanlarını yükselterek söylemesini gelmiştir! Neden sömürgeci zulmü kabul edelim, neden inkarı kabul edelim, neden kimliksizliği kabul edelim, neden bu dehaklara sabır edelim, hergün hergün özgürlük savaşı yürüten gençlerimizin cansız parçalanmış bedenlerini görelim?
Ve neden Çağdaş Kawaların Dehhaklara başkaldırdığı gibi başkaldırmayalım ve neden Önder Apo ile birlikte Newrozu daha erken kutlamayalım!
Çok mu zor, mümkünü zor mu gözüküyor?
Karar verdikten, buna göre kendi birliğimizi ve kendi topraklarımızı ve değerlerimizi savunma bilinci temelinde örgütlendikten sonra, bu ülkeyi işgalcilerden kurtarmak neden zor olsun?
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
20 Kasım günü (bugün) 03.00-03.30 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap’ın Çiyareş ile Cehennem Tepesine yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 17 Kasım günü 09.00-10.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zagros’un Dirê Köyü, Kartal Tepesi, Dola Çınara, Mamreşo yamaçları ile Avabasya hattına yönelik olarak işgalci TC ordusuna ait savaş uçağı tarafından hava saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
17 Kasım günü 09.00’dan beri Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap’In Şikefta Brîndara alanı, kuzey ve güney yamaçları, Xeregol, Şehit Sefkan, Mirganiş Üçgeni, Karker Tepesi ve silsilesi, Çiyareş ile Reşmê, Zêrê, Horê, Zêvê ve Reşme köyüne yönelik olarak işgalci TC ordusuna ait savaş uçakları tarafından hava saldırısı yapılmaktadır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 15 Kasım günü 19.00-19.30 saatleri arasında Medya Savunma Alanları’na bağlı Zağros’un Mam Reşo alanına yönelik işgalci TC ordusu tarafından obüs ve havanlarla bir bombardıman düzenlenmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
14 Kasım günü saat 09.30 sularında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zagros’un Silort köyü çevresi ve Mamreşo alanına yönelik olarka işgalci TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 4 Kasım günü saat 20.00 sularında Hakkari’nin Çukurca ilçesi ile bu ilçeye bağlı Deştan karakolu arasında bir gerilla birimimiz ile işgalci TC ordusu askerleri arasında bir çatışma yaşanmıştır. Yaşanan çatışma sonucunda düşmanın kayıpları netleştirilemezken 1 arkadaşımız şahadete ulaşmıştır. Faşist düşman güçleri çatışma ardından yoldaşımızın cenazesi üzerinde bir hafta boyunca pusu kurmuş, birliklerimizin cenazeyi almasını engellemiştir.
- Ayrıntılar