Basına ve Kamuoyuna!
3 Ocak günü 09.00-11.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap’ın Çiyareş alanına yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Hasan Bindal (Hamza) yoldaşı ulusal birliğin harcı olarak anlamalıyız. Hamza arkadaşa büyük değer vermek gerekiyor. O'nu ulusal birliğin harcı olarak anlamak gerek. Çok iyi tanıyorum kendisini, bende anıları var, en eski çocukluk arkadaşımdır. Şehit Hamza'yla ilişkimizin, -özenle vurgulayacağım-, beni nereye götürdüğünü biliyor musunuz? Ulusal birlik fikrine götürdü. Ailelerimiz arasında çelişki vardı; onun için, bir araya gelmemizi, arkadaşlık kurmamızı istemiyorlardı. Çocukluğumuzda bile bu tarzda bir engelleme vardı. Ben, ısrarla O'nunla arkadaşlığı sürdürmek istedim. Çok zor da olsa sürdürdüm ve O da takip etti bu arkadaşlığı. Sadık bir yoldaş olduğunu kanıtladı ve iyi bir yoldaşlık örneği sergiledi.
Şüphesiz, kendisi şehit Haki, Halil Çavgun, Mazlum, Kemal, Hayri, Agit ve yüzlerce pırlanta değerindeki şehitlerimizin, bir o kadar parlak ve son halkasıdır. Kendisini 1990'ın 25 Ocak'ında yitirdik; önemli günlerin hazırlık çalışmaları içinde, tüm yapısıyla kendisini göreve adamış bir şekilde ve tamamen görev basında yitirdik kendisini. Bu, parti tarihimizde, şehit Hamza'nın bir kilometre-taşı olarak ele alınması gerektiğini ortaya koyuyor ki öyledir de. Partiye hizmet etmiştir. Her arkadaşa şu veya bu şekilde hizmeti olmuştur. Belki görünmez ama hepinize şu veya bu oranda hizmeti olmuştur.
Acısından ve olayın kendisinden bahsetmeyeceğini. Ama düşünce ve ruhta, beni şüphesiz derinliğine etkilemiştir ve hatta biraz daha yenilenmeye götürebilecektir. O'nu, biz partinin anlamlı şehitlerinden biri olarak görüp, hareketimizin temel taşlarından birisi haline getireceğiz.
Bunu yaşamıyla gerektiriyor, şahadet anıyla gerektiriyor. En ufacık bir acı bile duymuyor şehit olurken; olağanüstü bir durumda çok soğukkanlı. Bu ne demektir. Ölüm O'nun için yok! O'na, somut bir biçimde daha çok layık olmanın büyüklüğünü yaşayabilmeliyiz.
Şunu düşünüyorum; şehidi yüreğimize sığdırıyoruz ama bir önder, eğer gerçekten şehitleri temsil ederse önderdir ve onların yaşamına bütünüyle bağlı kalırsa önderdir. Bunu, bütün çıplaklığıyla görmemiz için bir vesiledir O. Buna dayanabilmek çok zordur, fakat çok kudretli kılar adamı. Dayanabilirsen ve yaşatabilirsen buna varırsın. Şahadete bağlılık, yüzlerce hitabın veremeyeceği bir anlamı veriyor, ciddiyeti veriyor.
Kendinizi tümden onlara uyarlama, onları tamamen özümseme ve bu temelde kişiliği saflaştırma; görevi büyük kılan budur. Bunun size büyük hizmeti oluyor. Anıları size hizmet ediyor. Yaşamınız boyunca bu büyüklüğü herhalde sizler de bu halka kat be kat vereceksiniz. Böyle yapacağız. Yürek büyüklükle yanmalı, düşünce büyük sıçrama yapmalıdır. Acı böyle giderilir, dönüştürülür.
Biz, şehit Hamza'yı bir komutan olarak düşünüyorduk. Fakat O'na daha açmamıştık. Bir Hz. Hamza gibi diyordum, gideceği yerin komutanı olacak, savaş komutanı olacak. Yine bu değerde olan birisidir. Yani, o yoldadır kesinlikle, O'nun şahadetini içimize yedirirken, bin defa Yasasın Kürdistan demek gerekiyor. PKK sonsuzluğa doğru yol alsın denilir. Bundan hiçbir zaman sapılmasın, herkes o sadakati Kürdistan'a, partiye ve önderliğe göstersin denilir. O'nun şahadeti tamı tamına bunu izah ediyor. Ülkeye, partiye ve önderliğe büyük sadakatle bağlılığın şehidi!
İslam tarihinde Sıddık'tan çok söz edilir; öyle biri. Eğer gerçekten layık olunacaksa, her birimiz, her PKK militanı sadakati temsil edecektir. Ülkesine, partisine ve önderliğine, sonsuza dek, bağımsız ve özgür yaşama dek sadakati temsil edecektir. İşte o zaman, Kürt insanı diyecek ki, benim de sadık, bağlı değerlerim vardır.
Değerlerimizin sadakati, davaya bağlılığı, beni, ülkeye sonsuz derecede bağlıyor, devrime sadık kılıyor. Şehitlerimizin anısı temelinde, partiye, ülkeye, devrime bağlılık esastır. Bizi bugünlere getiren budur.
Şüphesiz, Kürdistan halkı bu şehidimizden çok şey öğrenecektir. Sizler başta olmak üzere PKK'liler çok şey öğrenecektir. Şehidimiz burada bu şekilde tarihi rolünü oynayacaktır.
Bir yoldaşın bütün canlılığıyla gözümüzün önünde yaşaması, bizde bir yürek olur, bir düşünce ve bir ruh olur. Bu durum, olumsuz yönden etkilenmemize müsaade etmez. Bizler, Kürdistan'ı böylesi şehitlerimizin şahsında daha da büyütürüz; halkı, çıkarsız sevmeye, düşünmeye, kurtarmaya yürürüz. Günler çok ağır da geçse, sizler bu günleri çok anlamlı kılarak, şehitlerin anısına bağlı kalarak yaşayacak ve oldukça olgunlaşacaksınız. Hamza arkadaşta yakalayabileceğiniz en önemli özellik de olgunluktur, alçakgönüllülüktür. Bunlar, sizin için de değerli ve bu biçimde yaşamınızda oldukça etkili olacak hususlardır. Anılara başka türlü yaklaşmamak da gerekir. Anılarını çok yüceltmek gerekiyor. Bütün şehitlerin yaşamını tekrar tekrar büyüklüğümüzün bir aracı haline getirerek, onları yaşayarak karşılık vermelisiniz.
Bizim şehitlerimiz çok büyük; açıları çok büyük ve derin. Ama biz, onların büyük acısını, büyük PKK'ye, onun büyük militan kişiliğine büründürerek yaşatıyoruz. Başka çaremiz de yok. Ağlamakla, kendimizi acılı duygulara bırakmakla altından çıkamayız. Bu durumda bizim yapacağımız iş, 1990 hamlesine katılacak olan, başta parti militanları olmak üzere tüm Kürdistan halkını, bu anı temelinde daha olgun, daha güçlü bir savaşım içinde tutmak ve anıyı bu temelde gelişecek güçlü savaşımda somutlaştırmaktır. Bu, hepimiz için geçerli olan tarzı da ortaya çıkarır.
Hamza arkadaşı yakından tanıyorsunuz; ama benim en yakın arkadaşım, çocukluk arkadaşımdır. Beş yıl burada, yakınımdaydı. Benim için ulusal birlik misaliydi. Ben şahsınızda neyi yakalıyorum? Halkımızın çok uzağında düşmüş bir alandan, vatanın çok uzak bir köşesinden gelmişsiniz. Biçilen anlam sizlere her şeyi verir. Bunun için tüm gücümüzü ortaya koyuyoruz. Bu anlamda bize vereceğiniz karşılığın, gerçekten Kürdistan'ın muhtaç olduğu büyüklüğe ulaşmak olacağına inanıyorum. Yaşım, tecrübem demeden, yeter ki bu büyüklüğe ulaşın. O zaman bizim çabalarımızın karşılığını vermiş olacaksınız. Bunlar olursa, yaşam daha da anlam kazanacaktır. Şehitlerin yeri daha fazla büyür içimizde. Aksi takdirde, yani bir karşılık veremezsek böyle olamazsak, bu ağır koşullarda düşmanın bu imhasını boşa çıkaramayız; onun enginliği ve jenosidi karşısında ayakta duramayız.
Daha önceki konuşmalarımda sıkça belirttiğim gibi, şehitlerin anısına bundan dolayı da büyük değer biçmek gereklidir. Hazineler değerindeydi, ne kadar yüce değerler varsa ona ulaşma gücündeydi. Siz de ona ulaşabilirsiniz; tertemizsiniz; bütün gençliğinizle ve de en ufak bir kişisel çıkar peşinde olmadan, bir halkın hizmetine ve gerçekten PKK gibi şehitlerin abideleşmiş ifadesine katılacak bir büyüklük sergileyebilirsiniz. Bu anlamlıdır. Ben bu anlamı iyi değerlendiririm ve ona da çok iyi göz kulak olurum. Bu temelde, şehitlerin anısının hepinize, bütün genç katılanlara çarpıcı bir şekilde yansıtılmasına özen gösterdim. Eminim ki, sizler de buna ulaşabileceksiniz. Büyüklüğü, olgunluğu, alçakgönüllülüğü yerinde ve zamanında yaşayabileceksiniz; bu size güç verecektir. Sizler de şehitlere layık olmakla partiye ve halka güç vereceksiniz. Ve bunda çok ısrarlı davranırsanız, onların yerini kat be kat doldurabilirsiniz. Hem de gençliğinizin coşkusu ve enerjisiyle, onların anısını çok çok ileri götürebilirsiniz. Böyle olursa, bu acılar bizi daha da güçlendirir. Sizler böyle olursanız, PKK daha fazla kazanır. Mutlaka böyle yapmalıyız. Ve bunda kararlıyız.
Ben de, şu anda büyük şehidimizin anısına en uygun kişilikle karşılık vermeye çalışıyorum. Ocak çözümlemelerini şehidimizin anısı olarak veriyoruz ve sonuçla, O'nun özlemini, önümüzdeki atılıma yansıtacağız. Bu sizlerin de özlemidir. Bu temelde daha da güçlenerek çıkacağız. Başka türlü zayıflık beklenemez. Kendinizde bu gücü görüyorsunuz. Duygusal, böyle zayıf olma biçiminde değil de, bugünü yaşamınızın bir dönemeci ve bir kilometre taşı haline getirmeye, büyük yüreğe ve büyük Kürdistan yurtseverliğine, PKK'nin büyük militanlığına ulaşmaya, belki de aylarca ve hatta yıllarca sağlayabileceğiniz mesafeyi bugünün ertesinde sağlamaya yönelmeyi esas alacaksınız. Ve her zamankinden daha fazla hem büyümüş, hem de tek vücut olmuş olacağız. Şehitler bizde gerçekten yaşamı sürdürüyorlar. Biz onların yaşamının ayrılmaz bir parçasıyız ve onlara gereken değeri vereceğiz.
Bu temelde büyük bir hassasiyet gerektiğini, Ocak çözümlemelerinde kıyamet koparırcasına hissettirmeye çalıştım.
Ocak 1990
Reber APO
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 15 – 20 Aralık tarihleri arasında Amed’in Dicle ilçesine bağlı Gorsê alanına yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından bir operasyon gerçekleştirilmiştir. Yoğun tekniğin kullanıldığı operasyonda savaş uçakları ve kobra tipi helikopterler tarafından alan yoğun bir şekilde bombalanırken yer yer çatışmalarda yaşanmıştır.
2011 yılını geride bırakıyoruz. HPG olarak Temmuz ayı ortalarından itibaren yükselttiğimiz Devrimci Halk Savaşı pratiğinin damgasını vurduğu 2011 yılı şüphesiz birçok açıdan değerlendirilmeyi bekliyor. Bu değerlendirmeyi herkes kendi görev alanı ve üstlendiği sorumluluk çerçevesinde yaparken yeni mücadele yılında izleyeceği tarzı, tempoyu belirlemeye çalışıyor. Yeni yılı hedef ve amaçların gerçekleştirilmesi alanı kılmak isteyenler bundan kaçınamaz.
Uzun bir bekleme ve sabır ardından işgalci TC’nin barışçıl demokratik bir çözümden yana olmadığı görüldü. Gerçekten sabır taşını çatlatacak düzeyde her günü ayrı bir işkenceyle geçen uzun bir aradan sonra gerilla olarak kısa da olsa bir pratik süreç yaşadık. Farqîn ile başlayarak Çele’de zirveye ulaşan gerilla eylemleri TC’yi adeta çılgına çevirdi. Uzun yıllardır gerillanın bittiği, marjinalleştiği, savaş kabiliyetini yitirdiği yönlü oluşturulan zemin ve kara propaganda duvarı bir anda yerle bir oldu.
Neredeyse tüm emperyalist ve bölgesel gericiliğin desteğini alarak, çağın en güçlü teknik donanımını ve en önemlisi de gerillayla yürüttüğü mücadelenin otuz yıllık derslerini zemin yaparak saldırıya geçen TC ordusu ve AKP hükümeti gerilla direnişi karşısında derin bir şaşkınlığı, dumuru ve çaresizliği yaşadı.
Şüphesiz gerilla olarak yapabileceklerimizin hepsini yapamadık. Bunun yanında düşmanı hafife almanın, derin ve güçlü planlamalar yapmamanın, tüm gücümüzle yüklenmememizin bir sonucu olarak savaşı daha şiddetli yürütemedik. Bu savaşın tırmanması, tüm Türkiye ve Kürdistan’a yayılması gerekliliği, yine her kayıp ardından halkımızın ve özellikle de gençlerimizin “intikam” çağrıları ortadayken bunun neden yapılmadığı tüm yıl boyunca soruldu durdu.
Savaşın tırmandırılması, tüm alanlara yayılması bizim açımızdan bir sorun değil. Colemerg’den Tekirdağ’a, Artvin’den Antalya’ya, Sinop’dan Hatay’a tüm Türkiye ve Kürdistan’ın savaş alanına dönmesi bizim için sadece bir planlama meselesi. Dağlık alanda kır savaşı sürdürülebileceği gibi şehirlerde de var olan örgütlülükle her günü TC faşizmine cehennem haline getirebiliriz.
Fakat bunun yaratacağı etki ve alacağı sonuç ne olacaktır?
Bizim için önemli olan budur. Çünkü bu yıl sürdürdüğümüz kimi eylemlerde görüldüğü gibi faşist TC ordu ve hükümeti, kolluk güçleri darbe yedikçe sivil insanlarımıza yöneliyor. Yıllardır Kürdistan’da sürdürülen savaş ve bilinçli göçertme politikaları nedeniyle Türkiye’nin farklı coğrafyalarına, metropollere göç etmiş bulunan halkımız sadece Kürt olması nedeniyle saldırıların merkezine oturtuluyor. Çeşitli gerekçe ve örgütlenmeler adı altında Kürtlerin fiziki katliamı meşrulaştırılmaya çalışılıyor.
Sorun bizim örgütlü olmama durumumuz değil. Sorun halkımızın kendi iç örgütlülüğünü tam anlamıyla kuramamış olmasıdır. Önderliğimizin ve hareketimizin yıllardır öz savunma mekanizmalarının gelişmesi gerektiği yönlü uyarıların çok fazla değerlendirilmediğini bu anlamıyla görüyoruz.
Her mahalle ve şehirde bulunan Kürtler kendi aralarında örgütlenmediği, birlik olmadığı, kendi kendini savunur pozisyona gelmediği müddetçe bu tür saldırıların açık hedefi haline geleceği ortadadır. Böylesi bir durum ortadayken kalkıp gerilla olarak tüm Türkiye ve Kürdistan’da savaşı tırmandırmak şüphesiz kirli ve ahlaksız örgütlenmeler aracılığıyla halkımıza yönelik linç kampanyalarına dönüşecektir.
Buradan tabii ki “savaşmayın o zaman” sonucunu çıkaracaklar çok olacaktır. Zaten düşmanın yapmak istediği de budur. Özellikle 2007’den bu yana sürdürülen “silahların zamanı geçmiştir” yönlü propagandaların yaratmak istediği sonuç da budur. “PKK savaşıyor, o yüzden insanlar ölüyor” denilerek Kürt halkının ve değerlerinin tek koruma gücü gerilla ve direniş mücadelesi gereksiz bir faaliyet düzeyine indirgeniyor. Hatta Kürt halkına karşı yürütülen bir mücadele adlandırmasına kadar vardırılan bir pervasızlık, aymazlık ortada kol geziyor.
Fakat şu gerçeği hiçbir zaman unutmamak gerekir. Kürdistan’da yürütülen gerilla mücadelesi tek bir gün durursa Kürdistan, Türkiye ve Ortadoğu’da huzur, demokrasi adına hiçbir şey kalmaz. Gerilla mücadelesi sadece Kürt halkının ve yıllardır yaratılan değerlerinin korunması göreviyle değil, bölgenin demokratik gelişimi ve özgürlük alanlarının yaratılması göreviyle de karşı karşıyadır. Bu anlamıyla üçüncü dünya savaşı olarak adlandırılan Ortadoğu’nun yeniden paylaşılması savaşında gerilla hareketi tüm özgürlük, demokrasi, eşitlik ve kardeşlik hayali taşıyanların hareketi pozisyonuna ulaşmış durumdadır.
TC gericiliği ve faşizmine vurulan her darbe koçbaşı olduğu emperyalistlerin, batılı kapitalist gericiliğe vurulacak darbe anlamına geliyor. Bu böyleyken Kürtleri köle olarak gören, insanlığın bu denli geliştiği bir çağda dahi statüsüz kılmaya çalışan uluslararası ve bölgesel gericiliğin gerilla savaşı olmaksızın gerileyeceğini, yenileceğini beklemek en basit deyimle aymazlık, kendini bilmezlik, körlük olabilir.
Bu anlamıyla savaş dışında herhangi bir çıkar yol yoktur. Durmak bir yana, bu savaştan vazgeçmek bir yana TC faşizmi ve AKP yeşil Türkçü anlayışı karşısında gerillanın 2011 yılında yürüttüğü mücadele, uygulanmaya başlanılan Devrimci Halk Savaşı 2012 yılında da artarak, şiddetlenerek devam edecek.
Fakat bu seneden çıkarılan dersler neticesinde halkımızın kendi örgütlülüğünü, öz savunmasını daha güçlü hale getirmesi gerekmektedir. TC faşizmi ile istenildiği ve beklenildiği gibi daha güçlü bir savaşı yürütebilmemiz için gözümüzün arkada olmaması gerekiyor. Halkımızın bulunduğu her alanda kendi öz savunmasını geliştirmesi, kendisine yönelik gerek faşist kolluk güçlerinin gerekse ırkçı, şovenist gericiliğin saldırılarını boşa çıkartması oldukça önemlidir.
Bunu şüphesiz örgütlenerek, birlik olmaktan bilinçli ya da bilinçsizce kaçan tüm Kürtleri bir araya getirerek, birbirinden haberdar kılarak, yaşanılan alandaki faşist odakları, devlet ajanlarını, kolluk güçlerini tanıyarak, bunlara karşı korunmada değişik taktik ve yöntemler geliştirerek yapabiliriz. Öz savunma yaşam hakkı başta olmak üzere insan olmaktan kaynaklanan tüm haklarımıza yönelik saldırıları bertaraf etmektir. Öz savunmanın saldırıyı, gereksiz şiddeti içinde barındırmadığı bilinmeli. Fakat gerektiğinde en amansız direnişi sergileyebilecek bir anlayışı da mecburu kıldığı unutulmamalıdır. 2011 yılından çıkarılması gereken en önemli derslerden biri budur.
Direnişle doğan ve yaşayanların gerektiğinde direnerek düşeceğini Kürtler her gün gösteriyor. Fakat sadece direnerek amacına ulaşmayacağını da biliyoruz. Bu yüzden 2012 yılını zafer yılı, özgürlük yılı yapmanın her türlü gerekliliğini yerine getirmek, kişiliği buna hazırlamak, tarzı ve tempoyu buna göre yeniden oluşturmak gerekmektedir.
Bu anlamıyla başta gençlerimiz olmak üzere tüm halkımız işgalci, faşist TC’nin tüm hareket alanını daraltmak, daraltılan her alanda yeni bir özgürlük ağacı dikmek, katledilen canların, toprağa düşen en yiğit insanların, yarına umutla bakan bebelerin hatırına mücadeleye daha da yüklenmek onur meselesi, namus meselesidir. Bugünü ve yarını kazandıracak tek çaremizdir…
Sersala We Pîroz Be!..
Pir Kemal
- Ayrıntılar
Ayıptır,
Günahtır,
Zülümdür,
… Sınırlarda gözlerini hayata açtılar ve sınırlarda kapadılar. Çünkü onlar hep sınırlarda yaşamak zorunda bırakıldılar, sınırlara mahkum edildiler. Sınırda kaldıkları ve sınırın öbür tarafına geçtikleri yer de Kürdistan coğrafyası. Ve onlar Kürdistanlı çocuklardı. Bölünen bir coğrafyanın arasında kalmış ve kaçak bir hayat süren çocuklar. “Kaçakçı, eşkıya, bölücü, terörist” diyorlar onlara. Bu tabirlerle nitelendirdikleri gençleri hiç acımadan vuruyorlar, hem de en vahşi biçimde.
Ayıptır,
Günahtır,
Zülümdür,
Bugün 35 genci Kürt halkı toprağa verdi. Toprak bile artık ağlıyor. Kürt gençlerinin bu kadar acımasızca katledilişine serzenişte bulunuyor. Toprak isyan ediyor, halkım ona yaşatılanlara, reva görülenlere isyan ediyor. Göğsüne vuran, ağıtlar yakan anneler yürekleri parçalıyorlardı. Doğduğum coğrafyada annelerin feryatları, figanları hiç kesilmedi. Hepsinin acısı ortak ve hepsi hayatının baharındaki çocuklarına ağıtlar yakıyor. Beddua okudular, onlara öyle bir acıyı yaşatmak zorunda kalanlara. Türk devletini insanlığa davet ettiler.
Soykırım ve katliamların hesabını vermekten korkan ve her soykırım sözü geçtiğinde kıyametler koparan Türk devletinin gizleyemeyeceği, kaçamayacağı bir soykırıma daha tanıklık ettik. Türk devleti bunu ne ilk kez yapıyor ne de bu zihniyet yapılanmasına sahip oldukça bu yaptıkları son olacak. İnsanlık suçlarına kılıf uydurmaya çalışıyorlar şimdiden. Hem biz ilk kez karşılaşmıyoruz bu tarz katliamlarla. Kazan Vadisi’nin acısı hala taze. Ha Kazan Vadisi ha Uludere! Ne fark eder? Kazan Vadisi’nde Türk ordusunun yapmış olduğu katliamın bir benzeridir yaşanan. Parçalanmış ve kimyasaldan yanan insan bedenleri… Bu ne büyük öfke ve nefret? İnsanlığın neresine sığdırılabilir bu yapılanlar?
AKP hükümeti ve Türk ordusunun gözünde bütün Kürtlerin katli vaciptir. Çünkü fetvayı, ölüm emrini büyük yerden, Gülen’den aldılar. Hiçbir vicdana sığmayacak bu alçakça saldırının üstünden 9 saat geçtikten sonra Hüseyin Çelik medya ordusunu da çağırarak, katliamı meşrulaştıran ifadeler kullanıyor. Sadece bununla yetinmeyerek çocukları için yas tutan, bu katliamı kabul etmeyeceğini söyleyen halka da tehditler savurmaya başlıyor. Kürt halkına tam bu sözlerle olmazsa bile“acınızı içinize gömün ve olanları görmezden gelin” dedi. Utanmadan yargıdan ve hukuktan bahsetti. Kürt halkının gözünde maskesi düşmüş faşist, şoven AKP hükümet yetkililerinin hangi sözlerine ve Türk devletinin hangi yargısına ve adaletine güvenecek bu halk? Türkiye’de işleyen bir yargı ve adalet varsa o da AKP’nin yargısı ve adaletidir. Kürt halkı bunun nasıl işlediğini de birebir yaşayarak gördü, görüyor. Uğur’un, Ceylan’ın ve daha nicelerinin davaları ne oldu? Kaç kişiyi cezalandırdınız? Bırakın artık gözlerimizin içine baka baka yalan söylemeyi. Siz insanlıktan ve vicdandan nasibinizi alamayan kan emici canavarlarsınız.
Halkımın ve onun çocuklarının öfkesinde boğulacaksınız. Gün gelecek yaptıklarınızdan dolayı halkımdan özgür dileyeceksiniz, ama biz yine de bu özrünüzü kabul etmeyecek ve bize yaşattığınız acılara sırtımızı dönmeyeceğiz. Onlar hep bizimle kalacak ve biz o acılarla yaşadıkça üzerinize öfkemiz yağacak. Ne Kazan Vadisi ne de Uludere’yi unutmayacağız…
Rojbin Golav
- Ayrıntılar
Dünyanın büyük çoğunluğu noel bayramını şenlikler ve mutluluklar içinde kutlarken, Kürtler Kan ağlıyor, yas tutuyor. Başlarken, bu vahşette yaşamını yitiren Kürt halkının gencecik çocuklarını şükranla anıyor, bunu yapanları lanetliyorum. Aslında bu yazdıklarımın klişeleşmiş ve vicdan rahatlatmaya dönük sözler olduğunu biliyorum. Bu anlamda yeni bir şey yapmadığımı, gün boyu yapılan açıklamalardan farklı bir şey söylemediğimi biliyorum.
Bu katliam nasıl ve niçin yapıldı sorusunu sorup cevap arayacak değilim. Bunu herkes zaten biliyor. Buradan hareket etmek AKP ve Gülen çetelerinin değirmenine su taşımak oluyor. Bu durumu bilmeyenler belki de doğmamışlar ve ölmüşlerdir. Bizler yaşıyoruz. O yüzden biliyoruz. Bildiğimiz bir şeyi tekrarlamanın fazla bir anlamı yok.
AKP ve Gülen hempaları görevlerini yapıyorlar. Onların görevi Kürtleri yok etmek. Hangi yöntemle olursa olsun Kürtleri yok etmek. Bu konuda görevlerini yapıyorlar. Onlara söyleyecek fazla bir sözümüz yok. O yüzden gün AKP ve Gülen hempalarını protesto etmek, eleştirmek ve teşhir etmek değildir. Görev bunları yapanlardan misliyle hesap sormaktır.
Tamda bu noktada yaşanan durumlara ve gösterilen tepkilere ilişkin bir iki şey belirtmekte fayda vardır:
Öncelikle “sözün bittiği yerdeyiz” demenin hiçbir anlamı yoktur. Bu deyimi kullanmak yeni katliamlara davetiye çıkartmak ve ortak olmaktır. Bunun vebali de çok büyüktür. Bizler kendisine muhalif diyenler böyle yaklaştıkça AKP ve Gülen hempaları daha bir zıvanadan çıkıp saldırganlaşıyorlar. Ve şöyle diyorlar: “Demek hala söz bitmemiş, hala umutları var ve bizde bu umutlarını kullanabiliriz” Bu söylem ve bunun üzerinden gelişen değerlendirme ve eylemlerinde ciddi bir sonucu olmuyor. Çünkü yapılan protesto etmek ve insan haklarına çağırmak oluyor. Buda halkta şöyle bir yanılsamaya yol açıyor: “Sanki karşımızdakiler bu iş için görevlendirilmişler değil de, kimi kendini bilmelerin yaptığı münferit bir olaydır” algısına yol açıyor. Dikkat edelim Genel kurmayın yaptığı açıklama da tam bunu yansıtıyor. Bu tür söylemlerin AKP’yi şirin göstermekten başka bir işe yaramadığı ortadadır. O yüzden bu söylemlerden kesinlikle ama kesinlikle vazgeçmek gerekir. Bu elimize, yüzümüze, ağzımıza ve dilimize kan bulaştırmak oluyor. Bu durum şunu çok açık gösteriyor: Sözler çoktan bitti, bunu dillendirmek geriye çekmektir. Bu durum çok iyi anlaşılmak durumundadır.
Bu durumun yaratığı psikoloji de kendini acındırma durumudur. “Hepsi çocuktu, tek suçları çocuktu” demek bu psikolojinin yansımasıdır. Bununla kör, sağır ve dilsiz olanlardan, üç maymunlardan merhamet diliyoruz. Bu katliam karşısında güçlü eylemlerin olmamasında bu psikolojinin büyük etkisi var. Bu sömürge psikolojisidir. Bu dilenci psikolojisidir. AKP ve hempaları zaten halkı dilenci durumuna getirmek istiyorlar. Bu psikoloji işlemekte onların ekmeğine yağ sürmektir.
Yıllar önce Kürt halk Önderi bu durumu “Katiline sevdalanma” olarak değerlendirdi. Katilini sevmek nedir, bunun psikolojisi, sosyolojisi, kültürel boyutu nedir iyi görmek gerekir. Kürt halk Önderi boşuna “soykırım kıskacında Kürtler” demedi. Bu durumu iyi görmek anlamak gerekir. Kafkas yazar Cengiz Aytamov bu durumu “mankurtlaşma” olarak değerlendirip çözümlüyor. Konumuz mankurlaşma olmadığı için bunu geçiyoruz, ama mankurlaşan oğlunu aramaya çıkan bir anne, sonunda o mankurt tarafından öldürülüyor. Türk eğemen sınıfının tarihi bu örneklerle dolu. Bizim beyinlerimize girerek adeta bizi mankurtlaştırmış. İyilik yapalım derken annemizi öldürüyoruz. Basın açıklamaları ve protestoları aşmayan eylemliliklerin bu durumla yakından bağı vardır. Bu soru çok önemli ve hayatidir. Mankurtlaşıp katilimize mi sevdalanacağız, yoksa bununla mücadele mi edeceğiz. Bu eşikteyiz. Onlar Kürtleri düşman belleyerek gereklerini yapıyorlar. Bizde düşmanlarımızla düşman gibi mücadele edecek miyiz? Kendimize, geleneğimize ve insanlığımıza verdiğimiz sözlere bağlı kalacak mıyız?
Görüntülerde geçen iki kare insanlığın vicdanını –eğer kalmışsa- sızlatmıyor mu, kanatmıyor mu? Katıra gaz bidonları yerine yaşamını yitirmiş iki insan yük yapılmış. Traktöre onlarca cenaze bir odun istifi gibi üst üste atılmış. AKP ve Gülen hempalarının şirin çoğu Arınç “Kürtlere tüm haklarını vereceğiz” dedi. Olaylar gösterdi ki, Kürtlere yataklarında rahatça ölme, bedenlerin kefenlenmesine, bir mezarlarının olmasına dahi tahammül etmiyor. Bu yaklaşımlara ne demeli?
Türkiye halkını, sol, sosyal demokrat, aydın, demokrat geçinenlere bu katliam karşısında fazla söyleyeceğimiz bir şey yok. Onlar kararlarını versinler. AKP ve Gülen hempalarının ayıplarını örten asma yaprağı mı olacaklar, yoksa vicdanlarını –eğer cüzdanla değişmemişse- mı dinleyecekler? Bu konuda iki örnekle durumu özetleyelim:
Kürtler söz konusu olunca kimi yazarlara dönük eleştiriler yapılınca hemen “tehdit ediliyoruz” yaygaraları koparılıyor. Bunu açık söyleyeyim, kimseyi tehdit etme gibi bir durumumuz yok. Bu konuda müsterih olabilirler.
Bizler Ortadoğuluyuz, çıkmayan candan umut kesilmez felsefesinden geliyoruz. Sözümüz hala vicdanlarının sesine kulak verip insanlık ölmemiş diyenleredir. Tabi eğer AKP ve hempalarının dilencileştirme politikasına rağmen hala kalmışsa! Bunlardan birisi Oral Çalışlardır. Dün yani 28 Aralıkta katıldığı bir televizyon programında söylediği ibret verici şeylerdir. Eğer cüzdanına yenilip vicdanını kaybetmişse söyleyecek bir sözümüz yoktur. Oda görevini yapıyor! Ama yok dün televizyonda söylediklerine sadıksa söyleyeceklerimiz var: Kendisi demokrasi ve insan hakları konusunda direndiğini, bunun karşılığında 7 yıl zindan yattığını, kellesi de gitse kimsenin ona bir şey dikte ettiremeyeceğini belirtti. Eğer uzayda yada başka bir gezegende yaşasaydık ve orada kimliklerinden dolayı insanlar düşman görülüp öldürülmeseydi, bu söylediklerinin altına imza atardım. Ama durum öyle mi? Yakalananlar, sorgulamadan geçenler iyi ve köyü polis hikayesini iyi bilirler. AKP ve hempalarının iyi polisi olan Arınç’ın söylediklerini desteklemesine ne demeli? Bırak hak vermeyi, Kürtlere rahat ölme hakkı dahi tanımayan bir yapıyla karşı karşıyayız! Bunun neyini destekliyorsunuz. Birde lafı eveleyip geveleyerek “toptancı mantığa” karşı olduğunu söylemesi işin danıskası. Kürt Özgürlük Hareketi yaklaşık 10 yıldır bu anlayışla mücadele ediyor. K kara, öl-öldür mantığıyla mücadele ediyor. Yeni mi uykudan uyandınız, bu durumu uyku mahmurluğuna mı yormak gerekir? Belki özgürlük hareketine birçok şey söylenebilir ama bu duruma ilişkin söylenecek bir şey olmaz. Katır etiyle insan etinin karıştığı bir durumu yaşıyoruz. Siz hala aynı yerde mi duruyorsunuz?
Güya bunlar ve bazı köşe yazarları AKP hempalarına kısmen uzak duranlardır! Yakın duranlara, yandaş medyaya söyleyecek sözümüz yok.
Kürt halkı “ama Kürt sorununu yazın, çizin, gündeme koyun, çözüm için çabalayın” beklentisi içinde değil. Bunu da istemiyor. Sadece size insanlığınızı hatırlatıyor. Gerisi sizin bileceğiniz iş.
Kürt halkı, kadınıyla, genciyle düşmanının yaptığı bu katliamı görecek, anlayacak düzeydedir. Bu konuda söz kalmamıştır, dilenecek bir şey kalmamıştır. Kürt halkının düşmanları ve onların ayıplarını örtenler ne derse desinler, ne yaparlarsa yapsınlar Kürt halkının öfkesinden kurtulamayacaklardır. Dostla dost, düşmanla düşman olmayı bilecek olgunluktadır. Kendisine düşmanlık yapanlara anlayacağı dilden cevap verecektir.
Demokrasinin olmadığı yerde tepkilerin demokratik çerçevede olmasını söylemek, istemek en hafif değimle kendini bilmemektir. O yüzden düşman minnetsizse, bizde minnetsiz olacağız!
Fırat Doğan
- Ayrıntılar
Çekirgenin uzatmalı sıçrayışlarla ömrünü uzatması, açıkça görülüyor ki, 2012 yılında sonuca bağlanacak ve hazin olan sonu yaşanacaktır. Tek tek’leyerek, sek sek’leyerek, perdeleyerek, maskeleyerek, vs. iktidara iyice yerleşen ve giderek faşizmi kurumsallaştıran AKP ve Gülen Cemaati, 2011 yılında Ortadoğu ve Kürdistan'da yaşanan mücadelelerde izlediği yanlış strateji ve taktikler sonucu giderek köşeye sıkışmış ve bunun verdiği acıyla azgınlaşmış durumda.
Abdullah Gül, “PKK oyunlarımızı bozdu” diye itirafta bulunarak, başbakan Tayyip Erdoğan KCK operasyonlarını desteklediğini açıkça beyan ederek ve Amerika’nın kucağında oturarak okyanus ötesinden Türkiye'ye yön vermeye çabalayan ve bunda belli düzeyde etkili de olan Fethullah Gülen “onların köklerini kesin, kurutun, evlerini ateşe verin, beşbin, ellibin, ne kadar olursa olsun öldürün” biçiminde “Kürtlerin katline” fetva vererek, aslında Kürt Özgürlük Hareketi ve Kürt halkının özgürlük ve demokrasi mücadelesini kararlıca sahiplenip, sürdürmesi karşısında çaresiz kaldıklarını, başarısız olduklarını ve aciz duruma düştüklerini itiraf etmek zorunda kaldılar.
AKP ve Gülen Cemaati’nin bir histeri, paranoya, kâbus halini yaşamaları elbette anlaşılır bir durumdur. “PKK'yi biz bitiririz, Kürd’ü inkar ve imha siyasetini en iyi biz yürütür ve Kürt soykırımını ancak biz sonuca götürürüz” iddiasıyla iktidara gelen ve on yıldır burada tutulan bu iki güç, PKK'yi tasfiye etme şurada kalsın, kendisi giderek tasfiye olma aşamasına gelmiş bulunuyor. Dolayısıyla kendisine verilen krediyi de tüketmiş ve bazı iç ve dış dengelere dayanarak uzatmaları oynamaya çabalıyor.
İktidarda bir şartla tutulduğunu çok iyi bilen AKP ve Gülen Cemaati, bunu gerçekleştirememe halinde sonlarının ya hapishane ya da çeşitli yollarla ebedi istirahata kavuşma olacağını iyi bilmektedirler. Çünkü Türklerin o ünlü sözü her an kulaklarında çınlamakta ve kendilerine ecel terleri döktürmektedir: Ya devlet başa, ya kuzgun leşe! Devletin başına gelindi, ama orada kalınamayacağı da netleştiğine göre, artık sonlarının kuzgunlarla mutlu bir birliktelik olduğunu, kuzgunların beslenme zincirinde belli süreliğine yer alacaklarını da iyi görmektedirler.
“Bu telaş, bu saldırganlık, bu faşizm niye?” diye soranlara, “AKP demokratik açılımlar yapıyor, askeri vesayeti sonlandırdı, ekonomi çok iyi durumda, peki birden bire ne oldu” diye şuursuzca soru soranlara cevap işte bu kuzgunlara yem olma korkusunda saklı!
AKP yetkililerinin açıklama üstüne açıklama yapmaları; bir yandan, nereden çıktığı belli olmayan içişleri bakanı Naim Şahin adlı zevatın, Hitler’e rahmet okutacak o düşünceleriyle, Kürt Özgürlük Hareketine ve Kürt halkına ölümü göstermesi, diğer yandan Arınç ve Atalay’ın yumuşak mesajlarla Kürtleri sıtmaya razı etme çabaları, artık işlerin kontrolden çıktığını, Ortadoğu'da siyaset yapmanın öz dinamiklere dayalı olması gerektiğini, yoksa dışa sırtına dayayarak, Amerika’nın kucağında oturup badem bıyığıyla efelenmeye kalkmanın insanın başına çok büyük işler açacağını çok iyi görmüş olduklarını net bir biçimde göstermektedir.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerinde ağırlaştırılmış tecrit uygulamasının sürdürülmesi, HPG gerillalarına karşı kimyasal silah dahil her türlü teknik kullanılarak vahşice saldırılar geliştirilmesi, KCK operasyonları adı altında Kürt demokratik siyasetini etkisiz kılma çabalarından hız kesmeme, bu ölüm korkusunun dışavurumundan başka bir anlam ifade etmemektedir. Evet, iktidarda kalmanın diyeti ödenmemiş ve alacaklı kapıya dayanmış, hatta kapıyı kırarak içeriye girmeye başlamış durumda!
Bu duruma nasıl gelindiği de biliniyor. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın ve PKK’nin 2009 yılından bu yana Kürt sorununu barışçıl-siyasi yollardan çözme çabası içinde olduğunu ve bunun için elinden gelen tüm çabayı harcadığını herhalde kimse inkar edemez. Dıştan kimsenin müdahalesine fırsat vermeden Kürt sorununu kendi içimizde çözelim, bu çözüm halklar yararınadır, bundan her iki taraf da fayda görür” yaklaşımında olan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ve PKK, bu iki yıl içinde bu yaklaşım temelinde Türk devleti ve AKP hükümetine defalarca çağrıda bulundu, çözüm için Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan Yol Haritası hazırladı, iyi niyet göstergesi olarak barış gruplarını Türkiye'ye çağırdı, PKK'den sürecin selameti için eylemsizlik ilanında bulunmasını talep etti. Ve bilindiği gibi PKK, Önder Abdullah Öcalan’ın bu tüm istemlerini hiç zaman geçirmeden yerine getirdi.
Kısaca, iki taraf arasında karşılıklı yerine getirilmesi gereken hususlarda Kürt tarafı kendi payına düşeni yerine getirdi. Dolayısıyla artık adım atması ve üzerine düşeni yapması sırası AKP hükümetine gelmiş oldu.
Fakat bu barışçıl-siyasi yollardan çözüm arama girişimleri AKP tarafından çok farklı ele alındı ve değerlendirildi. Bu girişimleri bir zayıflık işareti olarak algılayan ve PKK'yi tasfiye etmek için bir fırsat olarak kullanmak isteyen AKP, 2011 yılına gelindiğinde artık ya bu işi çözmek, ya da kendisinin çözülme aşamasına geleceğini görmesi sonucunda, gerçek yüzünü, niyetini, amacını açık etmek zorunda kaldı. Böylece AKP’nin Kürt sorununun çözümünde rol oynayacak bir aktör olmadığı açıkça ortaya çıkmış oldu. Şu ortaya çıktı ve netleşti: AKP bir çözüm gücü değildir!
Açık ki, AKP ve Cemaatin devletine, faşizmi giderek kurumsallaştıran bu devlete karşı mücadele gücü olarak ayakta olan ve etkili mücadele eden tek güç olarak Kürt Özgürlük Hareketi ve Türkiye'nin gerçek demokrasi güçleri olmaktadır. Dolayısıyla son savaş hükümeti olan AKP’nin maskesini düşüren ve gerçek yüzünü açığa çıkaran da -diğer savaş hükümetlerinin akıbetinde olduğu gibi- yine Kürt Özgürlük Hareketinin ve Türkiyeli demokrasi güçlerinin geliştirdiği özgürlük ve demokrasi mücadelesi oldu.
Bu mücadele sonunda artık Türkiye toplumunda da AKP’nin gerçek yüzünün ne olduğunu gören, daha önceden çeşitli nedenlerle ona destek vermiş olan kesimlerin de giderek bu faşist oluşumun gerçekliğini kavrar bir duruma geldikleri ve giderek seslerini yükselttikleri de yaşanan bir diğer önemli husus oldu.
Bir yandan “Kürt sorununu en iyi ben çözerim” diye iktidara gelme, ama bunu başaramama; diğer yandan Ortadoğu'da “komşularla sıfır sorun” stratejisi temelinde etkinlik kurma çabalarında dibe vurma ve neredeyse Ortadoğu'da istenmeyen devlet haline gelme durumu açık ki AKP ve Cemaat’i giderek köşeye sıkıştırmış ve izledikleri yanlış strateji ve taktikler sonucunda bir bütün kaybetme noktasına getirmiştir.
Peki, 2012 yılında AKP ve Gülen Cemaati’nin hali ne olur?
Bu konuda kesin ifadeler kullanmak ve tespitler yapmak usulen yanlış olsa da, kanaatimizce sonları pek hayırlı olmayacaktır. İç ve dış sorunlar karşısında çaresiz olan ve çözüm üretemeyen bir gücü ne içte Kürt ve Türk toplumu, ne devletin kendisi, ne de dışta Ortadoğu'nun siyasi coğrafyası kaldırır. Dolayısıyla bu iktidar koltuğunun yavaş yavaş ya da birden altlarından çekilmesi durumu sözkonusu olacaktır.
Peki, iktidara oturmuş, giderek kurumlaşmış ve bir bütün devleti ele geçirme hevesinde olan bir güç, acaba bu iktidarını başkalarıyla paylaşmaya yanaşabilir mi? işte Can alıcı soru budur. Eğer AKP ve onun arkasındaki cenah buna razı olursa, belki bu yılı topallayarak sürdürebilirler. Fakat eğer bu konuda katı bir tutum takınılırsa, cemaatin ne olacağını bilmeyiz ama, tepetaklak olan bir AKP hükümetini görmek hiç de şaşırtıcı olmayacak.
Eğer Tayyip Erdoğan yeniden neşter altına alınmak istenmiyorsa uzlaşmaya razı olmak zorunda kalacak. Yok eğer tek başına bu işleri götürmek isterse, yine onu neşter altına alıp, yani onu santim santim santim saf dışı edecekleri de aşikardır. Ve bu durumda da hafızalar tazelenecek ve herkes “Özal ve Ecevit’e de aynısı yapılmıştı” diyecek.
Diğer yandan, özgürlük ve demokrasi güçleri için 2012 yılı daha büyük imkanların var olduğu ve mücadelenin giderek yükseleceği ve kesin sonuçların alınacağı bir yıl olacağı gibi, sömürgeci faşist güçler için de zayıflama, küçülme ve giderek bir daralmayı yaşama yılı olacaktır.
Bu vesileyle ilerici insanlığın ve tüm halkların miladi 2012 yılını kutluyor, demokrasi ve özgürlük mücadelelerinde başarılar diliyoruz.
Edîp Koçgîrî
- Ayrıntılar
Son zamanların moda adamı yine konuştu. Akepe’nin gizli ajandasını herhalde bu kadar açık ve net bugüne kadar hiçbir Akepe’li dile getirmemiştir. Öyle ki terörün, terörizmin tanımlamalarını uluslar arası camiada devletler, bilirkişiler ve tabii ki sosyal bilimciler yeniden yazmalıdırlar. Eğer bugüne kadar bu sorunu çözememişler ise gelip yeni dönemin moda adamı İdris Naim Şahin’den reçetesini alsınlar.
“Terörü besleyen arka bahçe var. Bir başka ifadeyle propaganda var, terör propagandası var. Neyiyle veriyor, belki resim yaparak tuvale yansıtıyor. Şiir yazarak şiirine yansıtıyor, günlük makale, fıkra yazarak oralarda bir şeyler yazıp çiziyor. Hızını alamıyor terörle mücadelede görev almış askeri, polisi doğrudan çalışmasına, sanatına konu yaparak demoralize etmeye çalışıyor. Terörle mücadele edenle bir şekilde mücadele ediliyor, uğraşılıyor. Terörün arkadan dolanarak arka bahçede yürüttüğü faaliyetler ki arka bahçe İstanbul'dur, İzmir'dir, Bursa'dır, Viyana'dır, Almanya'dır, Londra'dır, her neyse, üniversitede kürsüdür, dernektir, sivil toplum kuruluşudur.
Çağın gereği ne kadar sivil toplum kuruluşumuz varsa o kadar demokratik bir ülkeyiz oma oraya da sızmak lazım terör açısından, sızılır, sızarsınız, sızmışlardır. Masum dernektir, bakarsınız kültür derneği, bakarsınız eğitim derneği. Şimdi dağdaki ile belki kırsaldakiyle mücadeleniz kolay bana göre ama bu arka bahçede ayrık otu ile tereler birbirine karışıyor. Hepsi yeşil renkte görünüyor. Birbirine karışıyor, kimisi zehirli, kimisi faydalı. Hangisinin faydalı, hangisinin zehirli olduğunu ancak yeyince anlıyorsunuz” diyor.
Evet, moda adamın sözleri bunlardır. Bu tanıma göre herhalde Türkiye cumhuriyeti devletinde muhalif olan insanların tümü terörist kategorisindedirler. Başka bir deyimle Akepeli değilseniz teröristsiniz. Bu dünya tarihine yeni eklenmiş olan bir terör tanımı oluyor. Bu bağlamda Kürt özgürlük hareketi olarak artık bu ülkede daha doğrusu bu devlette yaşama hakkımız kalmamıştır.
Moda adam bunları söylerken birkaç dakika içerisinde ancak ağzından bir kelime çıkan Açılım bakanı ise:
“Tek yönlü uyguladığımız entegre bir stratejimiz var, devlet olarak. Sınır ötesi operasyonlardan, KCK operasyonlarına hepsi koordinasyon içinde, tartışılmış, kararlaştırılmış, planlanmış ve yürütülmektedir” demektedir.
Malum moda adam ve açılım bakanının dışında zaten köklerimizi kurutmak için fetva verenlerde var. Hani diyordu ya:
“…Onların da altlarını üstlerine getir, birliklerini boz, evlerine ateş sal, köklerini kurut ve işlerini bitir” diye.
Sözü çok uzatmadan; böyle buyuruyor Yeşil Türki Faşist temsilciler. Bize düşen ise 2011 yılında eksik bıraktıklarımızı, yarı bıraktıklarımızı, hakkını tam veremediklerimizin hakkını yerli yerine vermek kalıyor. Madem zaten fetva buyurmuşlar Yeşil Türkler bize düşecek olan ise bu fetvalara karşı tarihimizin en güçlü olan direnişini ortaya koymaktır.
Ve birde 2012 yılına doğru giderken bu yılda 19 yıldır kimsenin alışık olmadığı başka söylemleri dile getirerek bu söylemlerle hiç kimsenin alışık olmadığı yeni tarzda Devrimci Halk Savaşın stratejisine denk taktiklere yeni tarihi bir dönem başlatacağımızın haberini de verelim.
2012, 19 yıldır ısrarla birlikte kalmayı dayatmalarımızın da büyük ihtimalle gözden geçirileceği bir yıl olacağını şimdiden belirtelim. Başka bir deyimle 2012 yılı Kendi Yolumuzu Başka Çizmenin güçlü bir yılı olacaktır. Ve bu yılın nasıl bir yıl olacağını ise hepimiz birlikte göreceğiz. Siz bu nasıl olacağa ilişkin ise bir de yeniden şekillen uluslar arası konjonktüre özelde de bölgede ki konjonktüre bakarak vereceğimiz cevapla anlayacaksınız.
Birde “Dağıldılar, kalmadılar, geri çekilecekler, radikal karar alacaklar, yüzlerine bulaştırdılar, teslim oluyorlar” özel ve psikolojik savaş söylemlerinizi size 2012 yılında hatırlatmakta boynumuzun borcu olsun.
E. Nucan
- Ayrıntılar
Dağların sırrı ve yaşama dair anlam dolu olan gerilla mücadelesini en iyi anlatan olgu “heval!” olsa gerek. “Heval”de yaratılan mücadele yoldaşlığı ve dostluğunun tanımını yapmak her baba yiğidin harcı olmadığı gibi buna hakkını vererek yaşayanlar bile anlatmak da zorlanırlar.
Yaptığı ve yaşadığı kadar konuşmayı yaşamsal bir ilke edinen gerilla için, “heval” akan suların durduğu ve uğruna her şeyi feda edeceğin bir ilişkidir. Sende can yoldaşların, yoldaşların da ise sen yaşam bulursun çünkü. En yalın şekilde söylemek gerekirse, yaşadığın hiçbir ilişki, dostluk ve arkadaşlık gerilladaki kadar güçlü ve sağlam bağlara sahip olamaz. Evet dünyanın hiçbir yerinde ve sisteminde, insanı böyle fetheden ve yaşamını anlamlı kılan arkadaşlıklar, bağlılıklar yakalanamayacağını yaşayarak öğrenmiş insanlar olarak bu konuda en şanslı insanlar olduğumuzu biliyoruz.
Sırrına erdiğim en yegâne hakikatlerden biri de “heval” olmanın yerini belki de hiçbir şeyin tutamayacağıdır.
Kelime anlamıyla “arkadaş” la, taa çocukluğumuzda tanışırız. Evet erken yaşlarda bize ezberden öğretilir, yaşamı kurtarmamıza yetecek kadar. Ama çoğu zaman almayı bilmeye ve uslu oynamaya dayalı öğretilir her nedense. Ana-babalarımızın akıllısı olarak bizim faydamıza olmalı arkadaşlığımız. Faydası yoksa ya da zararı olacaksa “aman ha” diyerek uzaklaşıp, sırt dönmeliyiz anlamındaki “arka-daş”lığa yani sır-sırtalığa rağmen.
Bunun için de arayışlarımızdan vazgeçmesek de, hep eksik, hep yarım ve hep biraz sırt dönmeyi içinde barındıran arkadaşlıklarımız olmasına rağmen arkadaşlık özlemiyle büyütülürüz.
Bunun içindir ki bir yanımız “heval” olma ve “heval” yaratma arayışında çıkarız gerilla yolculuğuna.
“Yaşamın anlamı nedir” diye yıllarca peşinden koştuğumuz o yürek yakan soruya hakkıyla cevabını verme şansına ulaşanların büyüklüğüne erişebilecek miyim, bilemiyorum. Ama yaşama tutunmamı ve anlamlı yaşamamı sağlayan en sağlam dalımın “heval” olduğunu hiçbir tereddüde girmeden yaşıyor yüreğim.
Bunları neden mi paylaşmak istedim?
Çünkü çirkin saldırılar her türlü yöntemle çıkıyor karşımıza. Haksız ve ahlaksız olarak kabul gören her türlü silah ve yöntem şimdi gerillaya karşı kullanılırken bu tüm kamuoyuna zafer gibi yutturulmaya çalışılıyor üstelik. Üstelik kimyasal silahlarla şehit düşürülen can yoldaşlarımıza karşı geliştirilen bu terör, tüm dünyanın gözleri önünde, sevgili Türk medyasının da üstün başarılarıyla yerine getirilmeye çalışılıyor.
Bununla birlikte yine son dönemde “teslim oldular, parkemizi giydirdik, bak ne kadar da seviyoruz, teslim olsalar biz öldürmeyeceğiz” diyerek yoğun bir özel savaş propagandasıyla sunulan yalan yanlış haberlerle zirveye çıkarılmak isteniyor. Evet AKP, her türlü savaş tekniğine rağmen kimyasal silahları ve özel savaş medyasıyla her şeyi kendine reva görerek tam gaz ilerlemeye çalışıyor.
Bu manzara ve psikolojiye yabancı değiliz. Yakın tarihin henüz yaraları kapanmamışken, tüm dokümanları elimizin altındayken sanki yaptıklarını kendisiyle başlatmaya çalışan özel savaş ve polis devleti AKP’nin neden böyle can havliyle saldırdığına yine en iyi biz anlam verebiliyoruz. İktidarların temel hastalığı, başarısızlığını ve sonunu önlemek için saldırmak, yok etmek, kıyım ve katliamlar gerçekleştirmektir. Tüm bunları yaparken izledikleri yol ve yöntemler, yarın suç olarak tartışılıp itiraf edilecek olsa bile, bugün ses çıkarmaya yürek gerektirecek cinstendir.
Yapabilecekleri ne kadar suç ve korkunç olursa olsun, bunların da bir sınırı olduğunu hemen hatırlatmak zorundayım. Her şeyi yapsanız bile gerillanın yarattığı yoldaşlık ve arkadaşlık ilkesiyle büyüttüğü direniş mücadelesini bitiremezsiniz. Her gün teslimiyeti geliştirmeye çalışan haber ve yorumlarınızla ne kadar da gözümüzden düştüğünüzü bir anlasanız, bunları böyle medyaya sızdırmazdınız belki de.
Evet gerilla yaşamını ve yoldaşlığını herkesin anlamasını bekleyemeyiz. Onun hayallerini, sevgisini, bağlılıklarını, yaşama biçtiği anlamı ve düşüncelerini, felsefesini herkes yaşayamaz. Ama bir kere bunları yaşayan ve anlayan biri için de vazgeçmek ve ihanet söz konusu olamaz. Çok yorulup, çalıştığınızı sadece bir kanalın haberlerine bakarak bile anlayabiliyoruz. Ve yarattığınız etkiyi gerçekten merak ediyor ve anlamak istiyorsanız çok açık bir şekilde söylemek istiyorum.
Böylesine vazgeçilemez bir yaşam ve arkadaş ortamına ulaşmışken, yarın ayıplanıp ve itirafı yapılacak suçlu ve çirkin bir özel savaşın neyini tercih edelim ki?
Hayır kalsın, biz onurumuzla ve çağımızın en şanslı gerillaları olarak yaşadığımız yaşamı uğruna ölecek kadar sevmeye devam edeceğiz!
Sıla Berfin
- Ayrıntılar
Birkaç gün önce bir yoldaşımızın yazdığı bir makaleyi okudum. Doğrusu bugünü çok iyi ifade ettiği için bu makalenin büyük bir bölümünü buraya alarak bugüne dönük birkaç söz söyleme ihtiyaç duyuyorum.
Şöyle diyor yoldaşımız:
“Geçenlerde Almanya da yaşayan bir Kürt kızı ile görüştüm. Okul okuyan, aydın bir Kürt kızı. Üstelik orada doğmuş ve orada yaşamakta. Almanya da estirilen Türk şoven dalgası üzerine görüşlerini söylüyordu.
“İlk kez böyle bir şey yaşıyorum.
Sanki biz bir devletiz -üstelik antidemokratik bir devletiz- ve onlar-yani Türk yurttaşlar-mağdur ve mazlum ezilen bir halk.
Sanki biz vuran ve onlar vurulan.
Sanki biz saldıran onlar saldırıya uğrayan.
Sanki biz işkenceci ve onlar işkence gören.
Sanki biz faili meçhul cinayet işleyen onlar ise fail meçhul bir şekilde katl edilen.
Sanki biz tank ve top sahibiyiz onlar ise kazma kürekle kavga eden.
Ve sanki biz sömüren ve işgalci onlarsa sömüren ve işgal edilenler.
Sanki biz dev gibi devlet ve OYAK sahibi ordu onlar ise halkın yardımlarıyla geçinenler.
Dünya tersine dönmüş. Bu yukarıda söylediklerimi bir de Almanlara anlatabiliyor ve iknada ediyorlar. Ve gerçekten sanki her şey onların söylediği gibi imiş bir havayı da yaratıyorlar. Müthiş zorluyor.
Üstüne üstelik bununla kalmıyorlar. Saldırıyorlar. Küfürler ediyorlar. Hem de çok düzeysiz küfür ve hakaretler. Ağızlarında çıkan kan ve ölümdür. Öldürmedir.
Ancak biz onların seviyesine inmeyeceğiz. Biz onların düzeyiyle tartışmayacağız. Biz kendi haklı olan ve bir o kadar da anlamlı olan insancıl felsefemizle mücadele edeceğiz. Onların seviyesizliği onların olsun!”
“Evet, biz devrimciler, yeniyi yaratmak isteyenler, halklarla buluşmak isteyenler, elbette egemenler diliyle konuşamayız. Onların düşünceleriyle düşünemeyiz ve onların yöntemleriyle çalışamayız. Hani derler ya “amaçlar kadar araçlarında temiz olması”. Biz bu ilkesel davranışımızı sürdüreceğiz.”
Bugünlerde etrafımıza bakıyoruz ve Yeşil Türki Faşist devletin dünyayı fır dönerek özgürlük hareketine ve onun özgürlük gerillasına karşı bir başarı elde etmek için inanılmayacak ölçüde taklalar atıyor. Öyle ki dünya gerçekten de devlet olan, emperyalistlerin taşeronluğunu yapan, bankalarda milyarlarca parası olan ve devasa bir halkı vergilere boğarak ceplerini dolduranların biz olduğunu sanacak. Sanmayacak neredeyse inanacak. Doğrusu fakir fukara Türk halkını bile buna inandıracaklar.
Dünyanın neresinde ölümcül silah ticareti varsa oraya giderek takla atarak Türkiye’nin neyi var neyi yok pazarlayarak mutlaka o ölümcül silahı alıp özgürlük gerillasına karşı kulllancak. Ölümcül tekniklerle sözde kendi prestijini kurtaracak.
Acınacak olan durum sadece bu kadar ölümcül silahların peşlerine düşmeleri değildir. Acınacak olan durum dünyanın her yerinde gidip bizlerin ne kadar teknolojiye sahip olduğumuzu söylemeleridir. Ne kadar para pul sahibi olduğumuzdur. Hatta öyle ki neredeyse dünyanın tüm mafya trafiğini bize bağlayacaklar. Sözüm ona ne kadar çok paraya sahip olduğumuzu dünyaya söyleyerek kendilerini fukara göstererek bir şeyler koparacaklar.
Doğrusu bu yapılan diz boyu ahlaksızlık kokuyor. İnsan bu kadar kendini rezil duruma getirmemelidir. Karşınızda neredeyse sadece çıplak bedenleriyle ve iradeleriyle duran bir özgürlük hareketi ve onun özgürlük gerillası varken bu kadar dibe vuran yalanlarla kendilerine menfaat sağlamaya çalışmak tek kelimeyle ahlaksızlıktır.
Şunu peşinen söyleyelim: bizde olupta sizde olmayan çok şey olduğu doğrudur. Ancak biz de olupta sizde olmayanlar maddi değerler değildir. Maddi değerler açısından dünyanın belki de en fakir en hareketi olmanın yanı sıra en mütevazi yaşayan insanlarıyız. Felsefemiz bir lokma bir hırka üzerine kuruludur. Kaldı ki dayandığımız tek güç kendi halkımızdır ve halkımızın dünya da nasıl süründürüldüğünü de bilmeyen yoktur. Dünyanın belki de en fakir halkının gerillasıyız. Halkımız maddi olarak ne kadar zenginse bizim de zenginliğimiz ancak o kadardır.
Gerçekler böyle olmasına rağmen sözde böyle ahım şahım geçmişe sahip olan bir devlet neden bu kadar yalan söyleme ihtiyacı duyar doğrusu şaşıyoruz. Doğrusu bu durum esefle karşılıyoruz. Doğrusu bu yaklaşımları gördükçe iğreniyoruz. İktidar bu kadar insanı küçük düşürmemeli diye de doğrusu sizlere acıyoruz.
“PKK’li OLMAK dedim yukarıda. PKK’li demek bir nevi ilk sömürüsüz, ilk tahakkümsüz, ilk baskısız ve ilk sade insan gibi yaşamak demektir. İlk günden başlayarak adaleti ve eşitliği arayan ve bu idealler uğruna gerektiğinde gözünü kırpmadan ölümün üstüne üstüne gitmek olarak öğrendik. Dahası PKK’li olmayı halkın ve insanlığın çıkarı için uğruna ölecek kadar sevme olarak öğrendik. Ve bunun pratiklerini henüz biz çocukken PKK’nin büyük önderlerinin yaşamlarında kendilerini ölümüne feda ederlerken öğrendik. Daha da öğreneceğiz.”
Bugünlerde bizim kellemiz üzerine siyaset yapanlar, bizim imhamız için dünyanın dört bir yanına giderek kendilerini pazarlayanlar, ağızlarından sadece ve sadece kan kokusu gelen, halkımıza ve onun öncülerine pervasızca saldırarak zindanları layık görenler şunu bilsinler ki:
“Geçmiş tarihi derslerle doludur!
Bir adalet ve özgürlük arayışçısı olarak PKK’lilik bugün daha fazla aranıyor.
Bir kendin olma ve kendi halk çıkarı için hiç kimseye boyun eğmeden olduğu gibi olma, hiç kimsenin yürürken tepeden bakmasına izin vermeden, kimsenin küçümsemesine kendinden kompleks yaratmadan benlik olma her zamandan daha fazla anlamlıdır.
Böylesine adeta dört yandan gelen saldırılara karşı PKK’lilik yekvücut olarak dimdik umut dolu geleceğe –gerekirse kele koltukta-bakabilmektir. Ve eğer gelecek-özgür gelecek-baskının, zulmün, sömürünün bulaşmadığı mekânlar yani DAĞLAR’ DA ise o zaman PKK’Lİ OLMANIN GURURU VE MUTLULUĞU bu dağlara çıkmaktan geçer.
Onun için hep bir ağızdan tekrardan ve tekrardan bir iki üç daha fazla gerilla diyerek PKK ruhuyla buluşmak üzere dağlara…”
E. Nuda
- Ayrıntılar