Che telaffuz edildiğinde bir gerillanın aklına gelen ilk düşence romantizmdir. Başka da “Rosinante’nen kaburgaları yeniden bana batıyor, yollara düşmeliyim” sözlerini nasıl anlamlandıracağız? Küba devrimi gerçekleştirilmesine rağmen Rosinante’ye binip kıtalar arası gerillacılık ve devrimcilik eylemine ne demeliyiz? Peki, Che’yle simgeleşen Havana purolu o insanı alıp götüren fotoğrafına ne demeliyiz? İşçilerle işçi, doktorlarla doktor, çocuklarla çocuk, şeker kamışçısıyla şeker kamışçı, duvarcıyla duvarcı, askerle asker ve tabii ki şairle şair olan Che’yi nereye koyacağız?
Öyle ki hep sıra dışı duran, alışılmışın dışında çılgınca başkaldıran, haykıran gür sesini mutlaka ama mutlaka duyuran, tabiat anayla içli dışlı olup da ona hayranlığını gizlemeyen bir Che. Herkesin bir takıntısı ve sakladığı korkulardan dolayı kendisine bıraktığı hazineleri vardır. Herkesin bir şekilde rahat olmayan davranışları vardır. Ancak Che öyle değildir. Onun hazineleri yüreğinde saklı değildir. Onun hazineleri dolu dolu akan yaşamında ve başkaldırışındadır. Perdesiz olması buradan gelir.
Dediğimiz gibi alışılmışın dışında statüko tanımaz. Rusya ziyaretinde uygulanan sosyalizme ilişkin görüşleri istendiğinde “hiç de bir sosyalizm olmadığı devlet kapitalizmi” olduğunu saklamadan dile getiren bir haykırışçıdır. Kruşçev’e ilişkin görüşleri alınmak istendiğinde ise “gelişmiş bir köylü” demeden edemez. İşte bu Che’dir. Kendisini hiçbir frenlemeye tabii tutmaz. Tutturmaz da.
Romantizm, 19. yüzyılın ilk yarısında, biraz da Aydınlanmaya bir tepki olarak gelişen akım ya da hareket olarak, farklı ülkelerde farklı görünümler aldığı elbette doğrudur. İngiltere'de tamamen estetik bir fenomen, bir sanat hareketi, Fransa'da Rousseau'nun etkisiyle, toplumsal uzlaşıma karşı bir protesto, sanatta doğaya yönelik temelli bir ilgiyle belirlenen, doğal fenomenleri doğrudan ve aracısız bir biçimde kavramayı temele alan akım olmasından dolayı da, tüm formları, kuralları ve uzlaşımları yapay oluşumlar ve doğanın gerçek anlamını ve ifadesini kavramadaki engeller olarak görmesinden, içtenliğe, akışa, serpilmeye ve tutkuya önem verir. Analiz yerini sezgisel ve duygulara, duyulara değer vermek, ölümüne sarılmak buna derler herhalde. Ve tabii ki idealleştirme ya da genelleme olmadan, bireyi de kıymetlendirerek somut olana yönelmesi ve doğanın uyandırdığı duyguları gözlemesi ve aktarmasına da inanır.
Eğer romantizmin tanımı yukarıda ifade edilenler ise Che’yi romantizmin ve romantik duyguları zirvede yaşayan bir militan olarak tanımlamak yanlış olmayacaktır.
Henüz genç bir üniversite öğrencisiyken önce cüzam hastalığını araştırmak için Arjantin’i altını üstüne getirirken, üniversite son sınıftayken de adeta tüm Güney Amerika’yı bir motosikletin üzerinde bir kuruşu olmadan yola çıkarak içindeki arayışçı, ilgili, dinmeyen, tutulamayan canavarı tüm zincirlerinden boşanırcasına salıvermesi bir romantiğin özgürlük çığlığı değildir de, nedir? Hele hele üniversite yılları sona ererken tekrar Rosinante’nin kaburgalarını vücudundan hissetmeden edemeyen genç doktora ne demeli? Bir yerde adaletsizlik varsa, Che o adaletsizliği dindirmeden edemez. O insanın iç dünyasında ne kadar güzel duygu varsa en doruklarda yaşayan biri olarak kendisini adamalıdır.
Dedik, onun akışını kimse durdurmaz. O, inancı için vardır. İçindeki ses için vardır. Vicdanı için vardır. Hayallerine sonuna kadar sadık yaşayarak vardır. Tabii ki arayışları için, tutkuları için, özlemlerini pratikleştirmek için vardır. Ve onu yollara düşüren bu ütopyalarıdır. Ve kimse ama kimse bu ütopyalarını gerçekleştirmesinin önünde engel olamaz. Olamaz, lakin o engel tanımayan bir çılgın romantiktir. Neredeyse her şeye ama her şeye -köleleştiren, eşitlikten uzaklaştıran, hiyerarşikleştiren- ne varsa kafa tutandır. Bu duruşuyla kendi yoluna gidendir.
Belki de kapitalist modernist bir çağda böyle hayallerine sadık kalmak gülünecek bir olgu olarak da ele alınabilir. Bir devlet bakanı iken kalkıp açlıkla, sefaletle, hastalıklar içerisinde, David gibi Golyat’a karşı çıkması gerçekten gülünecek bir durum olarak görülebilir. Rahat bir yaşamı varken kendini zor içine atarak başkalarının derdini dindirmeye çalışmak belki gerçekten bu dünya düzeniyle çelişik olabilir. Olabilir değil, kesinlikle öyledir.
Peki, Che gibi oldukça zeki ve akıllı olan bir insan niçin böyle zorlu olan bir yolu tercih etmiştir? İşte bu sorunun cevabı onun dünyaya bakışında aramak yanlış olmayacaktır. O bir romantiktir, o bir insan sevdalısıdır, o bir özgürlükçü ve tabii ki kendine ve duygularına ihanet etmeyen bir bireydir. Yüreğinin sesini dinleyerek yaşam yolunu arayan biri olarak o tam bir hayalcidir. Ama güzel, ama doğru, ama adaletli bir dünyadır hayali.
Che’nin böyle olduğu kesindir.
Che böyledir. Gerilla’nın en güzel tanımı tabiatın evladı olması değil midir? Yoksa hayallerine sadık kalan özgürlük savaşçısı mı demek gerekir? Çocukluk hayallerine ihanet etmeyen mi daha iyi bir tanımdır? Sınırsızca tutku düzeyinde kendisini yaşam akışına özgürce kanatlanarak bırakan mıdır? Boyun eğmez, dik duruşlu, ezilenlerin en güçlü silahı olarak yeniden adaleti tesis etmek için, kelle koltukta, en zor yaşam şartlarında ölümüne, inadına etini dişlerine takarak yürüyerek geleceğin aydın günlerini yaratmak için baş koyan gerilla ne kadar Che’yle birleşiyor.
İşte bundandır ki Che derken gerilla, gerilla derken romantizmin yüreğimize nakşolması boşuna değildir.
Şu unutulmamalıdır; romantizmi bitmiş insan bitmiş insandır. Öyle sanıldığı gibi gerilla ağırlıklı olarak askeri bir güç değildir. Gerilla ağırlıklı hayallerini, insanlığın erdemli hayallerini birleştirerek yola çıkmış bir Donkişot misali Rosinante’sini alarak yola çıkmış bir adalet arayışçısıdır. Ve bu dünyaya adalet gelmedikçe Rosinante’nin sırtında binlerce savaş da yürütülse, savaş ve kavga durmayacak, durdurulamayacaktır.
Biz Kürdistan gerillaları olarak da Che’nin özlediği, hayalini kurduğu ve bu uğurda gözünü kırpmadan canını verdiği bu kutsal davanın yolcuları olduğumuzu, Che’nin şaşmaz öğrencileri olarak da kalacağımıza, söz veriyoruz.
Büyük enternasyonalist Şehit Kadir Usta’mızın dediği gibi; “Bırak, ardından kalan kırık dalları başkaları toplasın, yolun yarısında tökezleyerek ilerleyenlere dönüp bakma” Gittiğin her yerde heybende umut ve adalet olsun.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 8 Ekim günü gece 00:00-01:00 saatleri arasında Hakkari’ye bağlı Deşta Xanê, Gera Berxê, Gundê Talê alanına yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
2. 7 Ekim günü Bitlis’in Tatvan ilçesine bağlı Azadşer alanına yönelik olarak TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. Operasyon devam etmektedir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
7 Ekim günü öğlen saatlerinden itibaren başlayıp akşam saatlerine kadar, Medya Savunma Alanlarına bağlı Haftanin’e bağlı Gire Heliz, Dola Aş, Geliyê Pisaxa ve Gire Partizan alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
8 Ekim 2009
HPG Basın-İrtibat Merkezi
- Ayrıntılar
Rêber APO
9 Ekimin tarihsel önemi üzerinde gerçekten çok durmak gerekiyor. Bu hem yaşadığımız trajedinin iyi anlaşılması ve hem de geleceğimizin kazanılması için zorunludur.
9 Ekim komplosu öyle sıradan bir olay değildir, iyi anlaşılmalıdır. Komployu boşa çıkartmak için, komplocu güçlerin bize dayattığı savaşı değil, barışı tercih etmiştim. Bu amacımdan da bütün zorluklara, bütün engellemelere rağmen size duyduğum büyük saygım ve özlemim nedeniyle vazgeçmiş değilim.
20. yüzyılın sonlarında, Kürt halkının özgür iradesine karşı dünya çapında bir komplo ve darbe planı uzun bir hazırlık sürecinden sonra artık adım adım pratikleşiyordu. Filmi bir kez daha geriye çekip baktığımızda, bu planın aslında ‘90’ların başında Londra kaynaklı olarak uygun görülüp uluslararası düzeyde hayata geçirilmek istendiği anlaşılacaktır. Planın Türkiye boyutları az çok bilinmekle birlikte, Avrupa ve ABD boyutu net olarak anlaşılamamıştır. Uluslararası boyutunu görmezsek, değerlendirmelerimiz eksik kalacaktır.
9 Ekim ‘98 çıkışı değerlendirilirken, Ortadoğu zemininin ne anlam ifade ettiğini çok sağlam ve yürekten çözümlemek gerekir. Bu zeminde yirmi yıla yakın bir pratik geçirdim. Sayısız ilişki ve çalışmalarda bulundum. Tarihsel önemde gelişmeler ortaya çıktı. Bu gelişmelerin benimle ilgili hangi sinir ve ruhla gerçekleştirildiği ve nasıl dayanabildiğim de bütün yönleriyle mutlaka anlaşılmalıdır.
Yine 9 Ekim 1998’de sürece yönelik baskı politikasından sonra, dağı değil Avrupa’yı tercih edişimin nedeni diyalog yollarını geliştirmekti. İmralı’da sorgulama sürecim aynı havada geçti. Burada klasik bir sorgulamadan ziyade, sorunlara diyalogla yanıt aramanın tek doğru çıkış yolu olduğu ısrarla vurgulandı.
9 Ekim yürüyüşü, barış ve demokratik çözüm arama yürüyüşüdür. Başarma isteğini dile getiriyor. Ben bunun haklı olduğuna inanıyorum. Neden dağa değil de Avrupa'ya, siyasal alana yöneldim? Hala bunu tercih ediyorum. Daha çok acıya neden olmamak için, kırk yıldır rüyasını gördüğüm dağı tercih etmedim.
Barış ve demokrasi imkanı çok sınırlı da olsa, orada göründüğü ve buna inandığım için tercih ettim. Tam belli değil, başarıya ulaşamadı. Dostların iyi bilmeleri gerekir. Halk ve Türkiye bunu anlamaya çalışmalı. Neden Avrupa ve Rusya beni olumsuz karşıladı? ABD neden komplonun içine girdi?
Rusya kendi yakın tarihine ters düştü; ABD’den alacağı İMF kredilerinden dolayı menfi tutum takındı. Avrupa bana karşı doğru davranmadı. Kendi hukuk ve demokratik siyasetine uygun hareket etmek yerine, ekonomik çıkarlarına uygun davrandı. İtalya da iyi davranmadı. İtalya'nın tutumunu fazla onurlu davranmadıkları için önemsemiyorum. Avrupa'dan onuruma uygun davranmadığı için ayrıldım. Ben halkımın ve Ortadoğu'nun onurunu çiğnetmedim. Beni ellerinde çok onursuz, kişiliksiz tutmak istediler. Benimki onur savaşıydı. Onur her şeyden daha önemliydi.
Benim Türkiye’ye teslim edilmemdeki asıl amaç da bir Türk-Kürt savaşı yaratmaktı. O süreçte ben de kötü niyetli davranabilirdim, barış yanlısı bir tutum sergilemeyebilirdim. Fakat böyle yapmadım. O zor günlerde zor koşullarda yaşayarak, ayakta kalarak ve barışa dönük projeler uygulayarak Türk-Kürt savaşı planını boşa çıkardım ve hala da çıkarıyorum.
9 Ekim süreci daha iyi anlaşılmıştır. Bunları kalın çizgilerle tekrar belirtiyorum. Programımızı ve stratejimizi dünya çapında geliştirmelisiniz. Avrupa ve Ortadoğu, İran, Irak ve Türkiye açısında büyük fırsatlar veriyor. Umarım bu fırsatların farkındasınız. En önemlisi askıda olan barış sorunudur. Demokratikleşme Türkiye’de çok sınırlı gelişiyor. Demokratik mücadele gelişecektir. Mutlak PKK’nin tasfiyesinden yana olanlar var. PKK ile barış olmaz deyip dışlayanlar var.
Araplar ve Mübarek beni Ortadoğu’dan çıkarmak için Türkiye, İsrail ve Amerika ile bağlantılı olarak komploda rol aldılar. Şimdi kendileri ABD ve İsrail ile karşı karşıya geldiler. Benim başıma getirdikleri şeylerin aynısı şimdi onların başına geldi.
Bu oyunu tarih ilerde açıklığa kavuşturacaktır. Yunanlılar güya jest yaparak, ABD ile birlikte beni Türkiye’ye vererek Türkiye’den Kıbrıs ve Ermeni meselesinde taviz istiyorlar. Kimse beni jest olarak kullanamaz. Kimse bizim üzerimizden jest yapamaz.
Halkımız üzerinde Sümerlerden beri geliştirilen kolonileştirme çabalarının ayrılmaz bir parçası olan ve esas olarak dost görünümünde işbirlikçi güçlere ve kişilere dayalı komploların en kapsamlısı olarak hayat bulan 9 Ekim-15 Şubat komplosu, istediği ve planladığı sonuca ulaşmaktan uzaktır. 20. yüzyılın tüm hainlerini ve işbirlikçilerini en üst emperyalist irade altında birleştiren bu komployu bir tarihsel Anadolu ve Mezopotamya barışına dönüştürmek, görev olarak halklarımızın ve tüm sorumlu güçlerinin önündedir. Bu göreve sahip çıkmak, hem ülkenin güçlü bütünlüğü, hem de laik ve demokratik cumhuriyetin özlü birliği için tek doğru tutumdur.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
6 Ekim günü akşam 19:00-22:00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap’ın Sevê, Petrot ve Kinyaniş alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
7 Ekim 2009
HPG Basın-İrtibat Merkezi
- Ayrıntılar
Romantizmin, özgürlükçüğün, halkçılığın, direnişçiliğin, sadeliğin, boyun eğmezliğin, antiemperyalist olmanın en büyük gerillası olan Che’nin 9 Ekim 1967 yılında Bolivya’da katledilişinin yıldönümüne doğru gidiyoruz.
Her Kürdistan gerillası, yüreğinde yer alan büyük insan Che’yi anmak, onu anlamak, onun gibi olmanın yolunu aramak, onunla yaşamak, onun gibi yaşamak ister. Kürdistan gerillasının yüreğine altın harflerle nakşedilmiş bu büyük insanı nasıl anacağız? Ona bağlılığımızı, ona sadakatimizi nasıl yaşamsallaştıracağız? Ve tabii ki onun gibi direnişçiliğin zirveleşmesini nasıl tüm insanlığa ekeceğiz? Kürdistan gerillası için bunlar hayati sorulardır.
Önder Apo ruhen bitmişliği yaşayan sözde kendilerini savaşçı bilip de emperyalizme karşı direnişin anlamsızlığında dem vuranlara Che’yi örnek verirken; “Bizden üstün yanları da olabilir ama birleştiren yanı çok çarpıcıdır. Türkiyeli devrimciler de vardı, büyük özgürlüğe kalkan, bizim de kendilerini yakinen gördüğümüz, tanıdığımız ve derin bir sempatisi olmaktan zevk duyduğumuz kişiliklerdi, halen anılarına da bağlıyız. Burada gözüken ve halen dünya halklarının büyük saygıyla andığı bunların ödünsüz ve ilkelerine göre -ki insan için, halklar için özgürlüktür bunların ilkesi- bugün insanın başını gerçekten kırıp geçiren bir tarzda kendini yükleyen, her şeyi metalaştıran, her şeyi korkunç bireysel çıkara bağlı götüren sistemin tam zıddı olan bir kişiliktir.
Tabi daha da önemlisi sonuna kadar onunla savaşan kişiliktir. Che kişiliğinde bu çarpıcı ve son otuz- kırk yılın gerilla kişiliklerinde de eğer illa ortak tanımlanacak, özellikle olumlu ve gerçek gerilla tarifi yapılacaksa bu burada çok net dile geliyor. Küba’da devlet kurmuş, bakan, Castro’dan sonra geliyor. “İkimize burası dar gelir” veya “gerekli değildir ikimizin Küba’da sosyalizmi inşa etmesi, başka yerde devrim yapmak çok daha önemlidir” diyor.
Evet, Che adaletsizliğe ve onu yaratan sistem olan emperyalizme karşı bir başkaldırı kişiliğidir. Ve bu başkaldırı sadece söylemle yapılan bir davranış değildir. Hele hele plansızca, dağınık ve keyfince yapılan bir başkaldırı hiç mi hiç değildir. Che’nin başkaldırışı içindeki sesine yani vicdanına karşı gösterdiği sorumluluktur. Che bir insan sevdalısıdır. Ve onun insan sevdalılığı genel insanlık içindir. Sömürüye, horlanmaya, ezilmeye, ezilmişliğe, küçük görmelere kini sonsuzdur. O adil bir dünya istemektedir. O insanın insanca ortakça, eşitçe yaşayacağı bir dünyayı özlemektedir. Ve kavgası bunun içindir. O adaletsizliğe karşı direnmemişse, mücadele edememişse o rahat uyumamıştır. Adeta büyük devrimci Hayri Durmuş yoldaşın ölüm orucundayken söylediği “mezarıma borçlu yazın” felsefesinin yaşayanıdır Che. O mutlaka insanlığa bir şeyler katmalıdır. Ve insanlığa bir şey katmadıkça o kendisini vicdanen rahatsız ve ezik hissetmektedir.
Bu büyük devrimcinin vicdani muhasebesini biz Castro’ya yazdığı veda mektubunda görüyoruz. O Castro’ya; “Fidel, Dünyanın başka ülkeleri benim mütevazi çabalarımın yardımını istiyor. Ben senin Küba’ya olan sorumluluğunun sana imkân vermediği şeyi yapabilirim. Ayrılmamızın zamanı geldi. Bunu acı ve sevincin karışımıyla yaptığım bilinsin; burada benim kurucu umutlarımın en safını ve sevdiklerim arasında en sevgili olanı bırakıyorum ve beni evladı gibi kabul eden bir halkı bırakıyorum. Bu, benim ruhumdan bir parça koparmaktır. Yeni savaş alanlarında bana vermiş olduğun inancı, halkımın devrimci ruhunu, görevlerin en kutsalı olan nerde olursa olsun emperyalizme karşı mücadele etme görevini yerine getirme duygusunu taşıyacağım.
Her zaman zafere kadar!”
Evet, her zaman zafere kadar şiarı onun şiarı olmuştur. O hiç bir zaman zayıflığı ve başarısızlığı kabul etmemiştir. O her zaman en zor şartlar altında da geleceğin aydınlık günleri için umudunu koruduğunu bilerek yaşamıştır. Gelecek aydınlık günlerin tüm insanlığın olacağını ve emperyalistlerin bir gün mutlaka ama mutlaka gideceklerini bilerek yaşamıştır. Ona Amerikalı Yankeeler silah doğrulturken dahi söyleyeceği söz; “"Buraya beni öldürmeye geldiğini biliyorum. Vur beni korkak, yalnızca bir adam öldürmüş olacaksın." diyerek cellâtlarına nasıl bir korku saldığını halen onun üzerine bizzat bu cellâtlarca yapılan programlarda yıllar sonra da olsa öğreniyoruz.
Ve bu umutlu duruşunu daha berrak bir şekilde biz onun meşhur olan ve hepimize ilham kaynağı olan altın sözlerinden görüyoruz; “Ölüm, nereden ve nasıl gelirse gelsin, silahlarımız elden ele geçecekse, savaş sloganlarımız kulaktan kulağa yayılacaksa ve başkaları savaş ve zafer naralarıyla ve de makineli tüfek sesleriyle cenazelerimize ağıt yakacaksa, hoş geldi, safa geldi.”
Ve bu ölüm hoş geldi safa geldi sözleri sadece sloganlarda dile gelen bir haykırış değil hayır, O, yani Che’nin bulunduğu her yerde, katıldığı her toplantıda halkların lehine hiçbir kaygı duymadan sarf edeceği sözlerdir.
İkinci Afrika-Asya Ekonomik Dayanışma Semineri’ndeki konuşmasını yaparken. "Ölümüne olan bu mücadelede hiçbir sınır yoktur. Dünyanın hiçbir yerinde meydana gelen olaylara kayıtsız kalamayız. Bir ülkenin emperyalizme karşı zaferi bizim zaferimizdir, aynı şekilde yenilgisi de bizim yenilgimizdir. Sosyalist ülkelerin, Batı'nın sömürgeci ülkeleriyle üstü kapalı işbirliğini tasfiye etmeleri ahlakî görevleridir" diyerek pragmatist siyasetleri de her fırsat bulduğunda mahkûm etmesini de ayrıca bilmiştir.
Che’nin adalet arayışını, insanlığa olan düşüncelerini ve devrimce ve özgürlüğe olan inancını çocuklarına bıraktığı mektupta daha rafine bir şekilde görüyoruz.
“Sevgili Hildacık, Aleidacık, Camilo, Celia ve Ernesto
Eğer bu mektubu okumanız gerekirse bu, sizlerin arasında olmadığımdan olacaktır. Beni zar zor hatırlayacaksınız, en küçükleriniz ise hiç hatırlamayacaktır. Babanız düşündüğü gibi hareket eden bir adamdı ve kesinlikle inançlarına bağlıydı.
İyi bir devrimci olarak yetişin. Doğaya egemen olmayı olanak kılan tekniğe egemen olmak için çok çalışın. Devrimin önemli olduğunu ve bizlerin yalnız başımıza hiçbir değerimizin olmadığı hatırda tutun. Her şeyden önce de dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir kişiye karşı yapılan herhangi bir haksızlığı daima yüreğinizin en derin yerinde hissedebilin. Bu, bir devrimcinin en güzel niteliğidir. Sizi ufaklıklar, hep görmeyi umuyor ve kocaman kucaklıyorum“ derken de arayışını görkemli ifade ediyor.
Biz Kürdistan gerillalarına ilham kaynağı ve yüreğimize nakşolmuş Che’yle nasıl yaşamamız gerektiğine ve Che’ce nasıl yaşayacağımızın sorusuna cevabı Che’nin kendisi vermektedir. Devrime, yeniye, özgürlüğe, adalete olan inancını CİA işbirlikçileri ona silahı doğrulturken dahi “Castro’ya söyleyin; benimle devrim bitmedi, devrim sürecektir”
Evet, tüm emperyalist saldırılara ve düşmanca tutum ve yönelimlere rağmen “devrim bitmedi, devrim sürecektir.“
Devam Edecek…
Halkımıza ve Kamuoyuna!
1. 5 Ekim günü 15:00-20:00 saatleri arasında Hakkari’nin (Colemerg) Yüksekova (Gever) ilçesine bağlı Zerê köyüne yönelik olarak TC ordusuna bağlı Dağlıca (Oramar) karakolundan obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
2. 3 Ekim günü Amed’in Kulp (Pasûr) ilçesine bağlı Xerzika, Karkê, Milka, Baluka, Firpê ve Popana alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. Çoğunluğunu korucuların oluşturduğu operasyon 4 Ekim günü akşam saatlerinde geri çekilmiştir.
- Ayrıntılar
“Zikzaklar siyaset sahasında niçin çok çizilir” diye, çok insan kendisine sorular sormuştur. Her birimiz bu soruya anladığımız kadarıyla cevap vermeye çalışırız. Ve ağırlıklı olarak oluşturduğumuz cevaplar, kendi yaşamımızda edindiklerimizden oluşur. Hiç şüphe yok ki; bu cevap arayış formülü çokta yabana atılamaz. İnsan yaşadıklarıyla vardır. Yaşadıklarını değerlendirebildiği kadarıyla da, zaten insan olmaya vakıf olduğunu gösterir.
Tarihi olarak kritik süreçten geçtiğimiz çokça söylendi. Ve bu doğrudur da. Kritik olması nazikliğinden ileri geliyor. Her an ters istikamete yol alabilecek böylesine dönemlere herkes duyarlı yaklaşmak zorundadır. Çünkü nazik olan süreçlerin kazandıracakları çok olacağı gibi kaybettirecekleri de fazla olabilir.
Kritik süreçlerin bu karakterinden dolayı yer yer yalpalanmaları, ileri geri adım atmaları, tereddüt geçirmeleri, duraksamaları, geri çekilmeleri görmek bizi şaşırtmaz. Ne de olsa kritik süreçler cesareti yüksek, düşünce hazırlığı fazla ve ruhsal donanımı tam olanlar tarafından ancak yönlendirilebilir. Böylesine donanımı olmayanlar için kritik süreçler gerçekten zorlu ve olmaması gereken süreçlerdir. Onlar ancak “keşke bu sürece denk gelmeseydim” diye dua eden tayfalardan olanlardır.
Yok, eğer birey kendisini lokomotif yani hassas sürecin yönlendiricisi olarak görüyorsa ve kendisini öyle lanse ediyorsa, o zaman yukarıda dile getirilen kararsız, bir arada iki derede kalan, olsam da olur olmasam da olur gibi yaklaşımları göstermemesi gerekiyor. İkircikli tutumları sergilememesi gerekiyor. Sürüklenmemesi gerekiyor.
Ve eğer bir siyasetçi -ki bu Türkiye’nin başbakanı sıfatını taşıyorsa- yalpalıyorsa, geri adımlar atıyorsa, karşıtlık içeren tavır ve davranışlar gösteriyor ise orada durup, bir derinliğine irdelemek gerekiyor.
Kürt açılımı, sonrasında demokratik açılım, kardeşlik projesi derken milli birlik projesi bu da yetmedi tek devlet, tek millet, tek bayrak ve “tek tek” demeye devam ediliyorsa, orada ruhsal ve kişilik değerlendirmelerine gitmek, çokta yanlış olmayan bir yaklaşım tarzı olacaktır.
Erdoğan gerilla ortamında olsaydı onu çözümleyen değerlendirmeleri her gerilla ortamında kalan yoldaş çok rahat yapabilirdi. Bizim siyaset yürütüş tarzımız bireylerin kişiliklerini ele alarak çözmek üzerine kuruludur. İnsanların politikaya olan etkilerinden yola çıkarak, psikolojik-ruhsal duruşlarını derinliğine ele alarak yaklaşım gösteriyoruz. Bu gerillaya ilk katılımla başlayan ve sürekli ilerleyen ve gelişme kaydeden bir sorun çözme yöntemidir. Bireyleri rencide etmeden ama bireylerin takıntılarını, sınıf eğilimlerini, sosyal etkileri derken bir bireyi var eden ne kadar yapı taşları varsa, hepsini ele alarak inceleyen bir yöntemdir izlediğimiz. Kesinlikle pozitivizmden uzaktır. Yani indirgemeci ve kalıpçı değildir. Yaratıcıdır. İnsanı derinlikli ele alan bir politika yapma sanatıdır. İsterseniz siz buna kuantimik deyin. Bizim için bu çokta fark etmez.
Şimdi Erdoğan’ı ele alalım. Erdoğan gerilla da olsa söyledikleriyle, yaptıklarına bakardık. Ve Erdoğan’ın söyledikleriyle, yaptıkları arasında muazzam bir uçurum olduğunu herkes görüyor. Doğrusu kendisi de görüyor. Yaptıklarıyla, söyledikleri uyuşmayan bireye biz sıcak bakmayız. Doğrusu sevmeyiz de. Özüyle sözü bir olmayana bizde fazla güven beslenmez. Söyledikleri ayrı pratik duruşu ayrı olanın ya ruhsal olarak takıntıları vardır, yani hastadır. Çoğu zaman böylesine hastalıkları biz sosyaliteden uzak bireylerde görüyoruz. Kendisini genele kabul ettirmek için büyük perdeden atıp tutmak, belki kabul edilmenin bir gerekçesi olabilir. Erdoğan’ın böyle bir sorunu umarız yoktur. Başka önemli bir durum ise söylenenle yapılanın birbirini tutmamasıdır. Söylem radikalse, uygulama yumuşak hatta liberalse bizim değerlendirmemiz daha farklı olmaktadır. Birey ya kararsızdır, yani bir baskı sonucu hareket ediyordur -siz buna toplumsal baskı da diyebilirsiniz-, ya da söylediklerine inanmıyordur, siz buna zındıklıkta diyebilirsiniz. Ancak daha farklı değerlendirmeler de mümkündür. Radikal söylemler, doğru söylemler ancak uygulama da geri adım atmalar, ikircikli duruşların çoğunu bizim kararsızlık olarak ele almamız yanlış olmaz. Yeterince inancı olmayanlar, yeterince barutları olmayanlar etrafta olup bitenlere çok fazla kulak astıkları için tüm davranışları çelişik oluverir. Yani mütereddit olur. Kararsız olur. Hiçbir hareketleri, başka bir hareketlerini tutmaz. Siz böyle insanlardan istikrar bekleyemezsiniz. Çünkü böyle insanlar günü birlik insanlardır. Böyle insanlar genelde kulislere oynarlar. Ve kulislere oynadıkları için güzel söz sanatını iyi becerirler.
Belki sivil ortamlarda dil gücü onları kurtarabilir. Ancak gerillada diliniz ne kadar güçlü olursa olsun, asıl önemli olan söylediklerinize ne kadar sadık kalarak yaşadığınızdır. Başka da hiçbir numaranızın anlamı ve kıymeti-harbiyesi yoktur, olamaz da. Öz ile söz birbirine uymadıkça ruhunuz ya kararsızdır, ya da zihinsel olarak farklı bir zihniyeti kamufle etmeye çalışıyorsunuzdur. Yani düşünceniz ayrıdır ancak kulislere dönük siyasetinizden dolayı, inanmış gibi yapıyorsunuzdur. Ya da çok kötü bir bireysel çıkar için siz bilerek yalana ve dolana başvuruyorsunuz. Biz gerillada buna provokatörlük diyoruz. Yani bilinçli yanlış yönlendirme…
Erdoğan gerillada olsa onu beş hususta ciddi yargılamaya tabi tutardık:
1-Söyledikleri yaşamıyla uyuşmuyor. Yani bir kandırma söz konusudur. Ve gerilla yalanı sevmez. Aldatmayı, aldatılmayı hiç sevmez.
2-Özüyle sözü bir olmayan bireyler genelde kararsızdırlar. Ve kararsızlık gerillanın en nefret ettiği kişilik özelliğidir.
3-Söylem radikal ancak pratik oldukça yumuşak ve zik zaklı. Burada var olan bir zihniyet sorunudur. Ve gerillada zihniyet sorunlarını biz eğitimle hal ediyoruz. Erdoğan’ı köklü bir eğitimden geçirmek yanlış olmayacaktı herhalde.
4-Zikzaklar yer yer tüm söylenenlerle çelişiyorsa ve kulislere dönük siyaset yapılıyorsa, orada korku, ürkeklik var ki buna biz oportünizm diyoruz. Ve bu oportünistlik kelimesi gerillada en büyük küfürdür.
5-Daha kötüsü bireysel çıkarı için siyasete soyunmadır ki, biz buna rantçı, hırsız ve provokatörlük diyoruz. Kendi bireysel güdülerini tatmine dönük ya da bazı çevrelerin temsilini dillendiren bir siyaset yürütüldüğü için biz böylesine tiplere, omurgasız kişilikler diyoruz.
Böylesi tiplere karşı biz çok sert mücadele içerisinde olduk, hep de olacağız!
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 4 Ekim günü akşam 17:00-18:00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Haftanin’in Şeraniş ve Perex Köyleri ile Şehit Dara alanına yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
30 Eylül günü Hakkari’ye bağlı Aşutê, Serbestê, Çeperê jêr, Meydanê Serê Spî, Xirpatê, Zavîtê, Paşiwa, Pinyaniş Köyü ve Geman alanları ile bu alanların çevrelerine yönelik olarak TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. 3 Ekim günü sonuçsuz bir şekilde geri çekilen operasyon ardından alanda gizli birlikler pusulama ve keşif faaliyetleri yürütmektedir.
4 Ekim 2009
HPG Basın-İrtibat Merkezi
- Ayrıntılar