Basına ve Kamuoyuna!
1. 22 Eylül günü saat 17.00 sularında Şırnak'ın Beytüşşebap ilçesine bağlı tugay komutanlığının güvenliğini tutan Bêbolke tepesine yönelik olarak gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen eylem sonucunda düşmanın 1 askeri gerillalarımız tarafından öldürülmüştür.
- Ayrıntılar
Bir müddettir Türkiye devletinin başbakanı olan RTE herkese “ya sev, ya terk” dayatmasında bulunarak toplumu gerdikçe geriyor.
Hatırlayanlar bilir, “taraf olmayan bertaraf olur” ya da “bitaraf olmayan bertaraf” olur cümlesini de aynı RTE kullanmıştı. RTE’nin kullandığı bu sözleri daha önce ABD’nin başbakanlarından Georg Bush kullanmıştı. Bush tüm dünyaya seslenerek, “ya bizimlesiniz ya da karşımızdasınız” demişti.
İdeolojik, politik hatta felsefik olarak yukarıda söylenenlerin ne anlama geldiğini, insanların belleğinde nasıl tahribatlara yol açtığına pek girmeyeceğiz. Karşıtlaştırmanın, kutuplaştırmanın hiçte insani bir özellik olmadığını az çok artık herkes biliyor. İnsan toplumunu böyle kutuplaştırarak yürütmenin ve de yönetmenin eski çağlarda kalma iktidar güçlerinin bir hilesi olduğuna kimse yabancı değildir. Ancak dediğimiz gibi konumuz bu hastalıklı dayatmanın felsefik çözümlemesini yapmak değildir. Biz çıkarılması gerekli olan bazı pratik adımlara dönük görüş sunacağız.
RTE ismindeki kişi bir dönemdir bu zıtlaştırmayı, parçalamayı sürdürmeye devam ediyor. En son “Ya meclis ya Kandil” diyerek BDP milletvekillerini baskılamayı hedefine koydu. Güya kendince hizaya getiremediklerini bu tehditle hizaya getirecek. Yukarıda Bush’un söylediklerinin hedefi de aynıydı. Büyük bir baskılama gücüyle bireyleri, toplulukları inandıkları değerlerden koparmaktır. Ne de olsa devasa bir öldürme tekniğine sahiptirler. Yine onlar için işleyen hukukları da vardır. Hatta aç bırakarak, yani bio iktidarla terbiye etme imkanları da fazladır. O zaman yapılacak en iyi yol muhalefet edebilecekleri erkenden hizaya getirerek, bildiğini pratikleştirmedir.
Ancak bu kez “Ya meclis ya Kandil” sözü fazlaya kaçmıştır. Burada sadece birilerine ya bizi seçin ya da diğer tarafı seçin seçeneği sunulmuyor. Burada birde “hodri meydan” mealinde çağrı vardır.
RTE’nin bu provokatif, tahrik edici ve biraz da hakaret vari söylemene Murat Karayılan yoldaşımızın söyledikleriyle cevap vermek gerekiyor:
“Erdoğan, Kürt parlamenterlerine “dağa çıkın” demektedir. “Ya meclis ya Kandil”, yani “ya teslim olacaksınız, ya da Kandil’e gideceksiniz” demektedir.
Ben de buradan tüm Kürt gençliğine şunu söylüyorum; Başbakan bu sözü aslında gençliğe söylemiştir; “Yüreğiniz varsa dağa çıkın” demektedir.
Kürt siyasetinin dağa gelmesine gerek yok ama Kürt gençliği Başbakan’ın bu sözlerine karşılık dağa çıkarak cevap olmalıdır. “Vekiller Değil, Gençler Kandil’e!” diyerek Başbakan’a gereken cevabı vermek gerekmektedir.
“Mademki dağa çıkılmasından çekinmiyorsun, o zaman biz çıkıyoruz” diyerek tutum almanın her yurtsever Kürt gencinin bir görevi olduğunu belirtmek istiyorum. Erdoğan’ın bu sözlerine karşılık Kürdistan gençliğini mücadeleye katılmaya, gerillaya katılmaya çağırıyorum.”
“Yüreğiniz varsa dağa çıkın”a verilecek en iyi cevap elbette tüm yüreklilerce verilecek olan dağlara çıkma kararı ve cevabı olacaktır.
Bunun için diyoruz ki tarihin bu önemli momentinde tüm Kürdistanlı gençleri dağlara.
Final günlerini yaşadığımız bu anlarda yarın, “neden bu tarihi anı yaşamadım” dememek için dağlara.
Hayri Engin
- Ayrıntılar
“Beyaz” kavramını son zamanlarda bir topluma ait olmayıpta o toplum içerisinde öne çıkarılan, esasta o topluma yabancı olan, o toplumda karşılığı olmayanlar için kullanılıyor.
Beyaz Türkler kavramını bu bağlamda çokta Türk olmayıpta Türklük yapanları dile getiriyor. Başka halklarda gelipte ısrarla Türk milliyetçiliği yapanları ifade eden bir kavram olduğu için böylelerinin Türklüğü çok suni kalıyor. Başka bir anlatımla dile getirecek olursak, şişirilmiş bir Türklük oluyor.
Kendisi olamayan, başkası olan ya da başkası için olanların ciddi bir handikapları vardır. Böyleleri kişilik olarak kendilerini bulamamışlardır. Böylelerinin içleriyle dışları bir olamaz. İç dünyaları ayrı dış dünyaları ayrıdır. Bu ise doğalında bir çelişki demektir. Bir insanda kişilik parçalanması var ise o insanın sağlıklı düşünmesi çok zordur. Hatta neredeyse imkansızdır. Nedeni açıktır, basittir; bir kişiliksizlik söz konusudur.
Böyle kişilik sorunu olanların erkenden uçlara kaymaları anlaşılırdır. Kendi toplumsal değerlerinden kopmuşlardır. Yani toplumda karşılıkları yoktur. Bu esasen farklı bir şekilde de olsa izolasyon demektir. Bu durumu dengelemek için bu “beyaz” olanlar korkunç bir şekilde güçlünün yanına geçerler. Güçlü, Ortadoğu’da genelde devlet olduğu için devletçi olurlar.
Örneğin Türkiye’de beyaz Türk dedikleri kesimleri geçmişte en ileri düzeyde Kemalist olanlara deniliyordu. Bu Türklükleri bile “şüpheli” olanlar ne kadar da milliyetçi edebiyat yaptıkları ortadadır. Türkiye tarihinin o en milliyetçi, ırkçı söylemler hep bu kişiliklere aittir. Bir araştırılsın bunlar görülecektir. Türklüğü gerçekten “şüpheli” olan biri çok ileri düzeyde kendisini kabul ettirmek, kamuflaj ettirmek için en uç söylemlere sarıldığını biz bu beyaz Türklerde hep görüyoruz.
Örneğin, “Ne mutluyum türküm diyene” sözü böyle bir beyaz Türk’ün sözüdür. Bir Türk elbette belki kendi Türklüğüyle gurur duyabilir. Ancak bir Türk başka halkların aleyhine kendisini şişirerek bunu yapmaz. Ya da eskilerde yapmazlardı. Ancak beyaz Türk diye tabir edilen ırkçılık diye bileceğimiz söylemleri en çok kullanan kesimler olmuştur.
Hatırlıyorum yıl 1994’tü. Ekranlarda Türklük üzerine bir tartışma yürütülüyordu. O zaman Aziz Nesin, “benim kendi Türklüğümü anlatmama ihtiyacım yoktur. Herkes benim Türk olduğumu biliyor. Bunun için özel bununla gururlanacak ya da kendimi küçük görecek bir durumu yaşamam. Bunun için Türkçülük yapmam. Ve böyle bir Türk’te yapmaz. Ne var ki Türk olmayıpta ya da Türklüğünde şüphe duyan, başkaları tarafında Türk görülmeyecek duygularını yaşayanlar ancak milliyetçilik ve ırkçılık yapabilirler” mealinde çözümlemeler yapmıştı. Ve tabii Türkçülüğü ancak ve ancak dışarıda gelen, kendini saklama ihtiyacı duyan “Türkler” yani “beyaz Türkler” tarafından yapılacağını belirtiyordu.
Özcesi beyaz Türkçülüğü yapanlar bir şeyleri gizli olanlar yapar. Bunun için böyleleri korkunç devletçi olur. Böyleleri korkunç Kürt düşmanı olur. Ermeni düşmanı olur. Yunan düşmanı olur. Özcesi böyleleri gerçekten halkların düşmanı olurlar. Söylemleri sivridir. Keskindir. Sekterdir. Ve böyleleri ancak ve ancak devletin “Türk’ü” olabilirler. Böyle devlet Türklerine biz “beyaz Türk” diyoruz.
Şimdi bu beyaz Türklerin yanına birde beyaz Kürtler yerleştiriliyor. Beyaz Kürt ve beyaz Türklerin ortak noktaları, devletçi olmalarıdır. Eskilerde beyaz Türkler Kemalist iken yeni olan beyaz Türkler yeşilci Kemalist yani Yeşil Türkçüdürler. Eskilerde böyle beyaz Türkler Kürt düşmanlığı temelinde öne sürülürlerken bugünlerde öne sürülen beyaz Kürtler ise Kürdistan özgürlük hareketine karşı özenle seçilerek saldırır pozisyona getiriliyorlar.
Özcesi beyaz Kürtler Kürt halkına düşmanlık temelinde, Kürt özgürlük değerlerine saldırmak temelinde örgütlenerek piyasaya sürülüyorlar. Ve tabi bunlar beyaz oldukları için bir Türk’ten hatta ırkçı Türk’ten çok daha ileri düzeyde Kürtlerin özgürlük değerlerine saldırıyorlar.
Psikolojik ruhsal durumları aynı beyaz Türklerin ki gibidir. İçleriyle dışları bir değildir. Bunun için kendilerini kabul ettirmeleri için korkunç saldırıyorlar. Korkunç Kürt halkının değerlerine hakaret ediyorlar. Birer koçbaşı olarak korkunç kullanılıyor.
Ancak artık bu beyaz Türkler deşifre olmuşlardır, nasıl ki beyaz Türkler deşifre olmuşlarsa. İşte bunun için artık Kürdistan’da böyle beyazlara yer verilmeyecektir. Devletin, yeşil Türkçü devletin birer koçbaşları olarak artık yeterince açığa çıktıkları için Kürdistan’da cirit atmalarına izin verilmeyecektir.
K. Nuda
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. Hakkari’nin Şemdinli-Yüksekova-Çele hattındaki alan hakimiyeti kapsamında gerillalarımız Yüksekova merkezde bir eylem gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. Şırnak’ın Beytüşşebap ilçesinde 2 Eylül günü başlatılan Şehit Adil ve Şehit Nuda devrimci harekatı kapsamında gerillalarımız 19 Eylül günü saat 21.30 sularında Beytüşşebap tugay komutanlığının güvenliğini alan Bayrak tepesine bir eylem gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 14 Eylül günü başlatılan Şehit Ronahi, Şehit Armanç ve Şehit Harun devrimci harekatı kapsamında gerillalarımız Amed’in Lice ilçe merkezinde bulunan tugay komutanlığının güvenlik tepelerine yönelik eylem gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 14 Eylül günü başlatılan Şehit Ronahi, Şehit Armanç ve Şehit Harun devrimci harekatı kapsamında 18 Eylül günü saat 12.00’da Bingöl-Muş yolu Solhan ilçesi yakınlarında operasyondan dönen işgalci TC ordusuna ait askeri bir konvoya yönelik gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
15 Eylül günü 11.00-12.00 saatleri arasında Ağrı’nın Diyadin ilçesine bağlı Gordê köyü yakınlarında göreve giden gerillalarımız ile operasyona çıkan işgalci TC ordusu arasında bir çatışma yaşanmış, yaşanan çatışma sonucunda bir binbaşı öldürülmüş 6 asker ise yaralanmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 16 Eylül saat 21.00 sularında Kemah ile Erzincan arasında bulunan Beşikli mevkiinde vananın bulunduğu bir petrol boru hattının bulunduğu istasyona yönelik olarak gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir
- Ayrıntılar
Kürt özgürlük direnişi tüm alanlarda gelişimini sürdürüyor. Kürt halkı imkanlar kadar zorluk ve acıları da mücadeleye dönüştürebiliyor. Özgür yaşam için her koşulda sonuna kadar direneceğini net bir biçimde ortaya koymuş bulunuyor. Yürüttüğü direnişi gittikçe daha yaygın ve derin hale getiriyor. Günümüzde sömürgeci soykırım sistemini yaşamın tüm alanlarında boykot edecek düzeye ulaşmış durumda. Bu düzeyi daha da büyüteceği netçe anlaşılıyor.
Kürtleri bu düzeyde yeniden direnişe AKP’nin çözümsüz, hilekar, inkarcı ve imhacı politikalarının ittiği biliniyor. İmralı ve Oslo görüşmelerini bu amaç doğrultusunda yürüttüklerini bizzat Başbakan Tayyip Erdoğan açıkladı. AKP Hükümeti bir yandan İmralı ve Oslo görüşmelerini yürütürken, diğer yandan Kürt demokratik siyasetini tasfiye etmeyi hedefleyen “KCK Operasyonları”nı geliştirdi. 12 Haziran 2011 seçimlerinde aldığı sonuca dayanarak, bu görüşmelerde ortaya çıkan sonuçları bir yana itti. Görüşmeleri keserek, tüm gücünü “PKK’yi yok etme” mücadelesine yöneltti.
Şu gerçeği bir kez daha ifade etmekte yarar var: AKP 12 Haziran seçim sonuçlarını doğru okuyamadı. Aldığı yüzde ellilik oy oranına dayanarak Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye edebileceğini sandı. Bu temelde İmralı ve Oslo görüşmelerine son vererek “PKK’yi bitirme” saldırısına yöneldi. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile avukat ve aile görüşmelerini bile yasakladı. Siyasi ve askeri operasyonları imha amacıyla yürütür hale geldi.
AKP’nin onbeş aydır devam eden bu saldırılarının çerçevesi ortadadır. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile dörtyüzyirmi gündür görüşme olmamaktadır. Halk ve ailesi Kürt Halk Önderi’nden bilgi alamamakta ve doğal olarak sağlığı ve güvenliğinden kaygı duymaktadır. Bu da halkta büyük bir öfkeye ve tepkiye yol açmaktadır. Binlerce Kürt siyasetçi ve aydınının zindanlarda tutulması devam etmektedir. Dahası devam eden siyasal soykırım operasyonlarıyla yeni tutuklamalar yapılmaktadır. AKP Hükümeti polisi ve orduyu tam bir saldırı durumuna geçirmiştir. Polis ve asker operasyonları her yerde ve her gün sürmektedir. 12 Eylül 1980 darbesinden bu yana geçen otuziki yıllık sürecin en sert çatışmalı yıllarından biri bu geçen yıl olmuştur.
Yeni Kürt direnişi işte bu politika ve saldırılara karşı gelişiyor. Dolayısıyla Kürtler açısından soykırım saldırılarına karşı bir varlık ve özgürlük direnişi oluyor. Onu haklı ve güçlü kılan ve her türlü saldırıya karşı yenilmez hale getiren işte bu gerçekliktir. Bu gerçeklik bilince çıkarıldığı oranda da direniş gelişmekte ve bu direnişe çeşitli çevrelerin desteği artmaktadır.
12 Haziran 2011 seçimleri ardından Kürdistan’da yoğunlaşan savaş henüz sonuçlanmamış ve tarihi sonuçlarını ortaya çıkarmamıştır. Gittikçe yaygınlaşan ve derinleşen bir savaş durumu yaşanmaktadır. Ne zaman sonuçlanacağı belli olmadığı gibi, ne tür sonuçlar vereceği de henüz net değildir. Gerçi mevcut durumuyla savaşı geliştiren AKP Hükümeti ciddi bir zorlanmayı yaşamaktadır. Dolayısıyla ya savaşı yayacak, ya da bazı yerlerden geri çekilecektir. Eğer gücü yeterse savaşı yayma eğiliminde olduğu gözlenmektedir. Fakat iç ve dış koşullar aleyhinedir, bu nedenle Kürt soykırımını yürütme gücünü tam bulamamaktadır. Tersine saldırdıkça kaybeden ve batağa saplanan olmaktadır.
Savaş sonuçlanmamış ve kalıcı sonuçlarını henüz ortaya çıkarmamış olsa da, geçen bir yıllık süre içinde Kürdistan’da yaşanan savaşın netleştirdiği önemli hususlar da vardır. Yeni Kürt direnişi mevcut düzeyi ile de büyük ölçüde aydınlatıcı ve gerçekleri ortaya çıkarıcı karakterdedir. Özellikle 2012 yazında yoğunlaşan savaş bu açıdan önemli sonuçlar ortaya çıkarmayı bilmiştir.
Bu konuda ortaya çıkardığı en önemli sonuç, Kürt sorunu etrafında yaşanan mücadeleye yaklaşımdaki aydınlatıcılığı ve netleştiriciliğidir. Son bir yıllık mücadele bize açıkça gösterdi ki, uluslararası komplo dost-düşman herkeste “Artık PKK’nin yenildiği, Kürt direnişinin sona erdiği, PKK ve Kürt halkının özgürlük mücadelesini geliştirip bu uğurda savaşamayacağı” anlayışını yaratmış. Bir yıllık savaş işte bu gerçeği hem açığa çıkardı ve hem de bu zihniyeti ciddi bir biçimde kırdı. Bu sonuç, ulaşılabilecek sonuçların en önemlisi olarak görülebilir. Bir tür zihniyet devrimi diyebileceğimiz bu sonuç üzerinde her türlü siyasi ve askeri gelişme yaratılabilir, demokratik gelişme sağlanabilir.
Böyle olduğu, uluslararası komplo ardından böyle bir zihniyet oluştuğu için, başta devlet yönetimi olmak üzere tüm toplumsal kesimler tarafından PKK’nin uyarıları ve siyasi çözüm çabaları ciddiye alınmamış. Artık “Kürt mücadelesinin bittiğine” kesinlikle inanılmış. Önder Abdullah Öcalan’ın ve PKK’nin çabalarına bıyık altından gülünüp geçilmiş. “PKK’nin yenilip Kürt direnişinin ezildiğine” derinden inanılmış! Tıpkı “Hayali Kürdistan Ağrı’da meftundur” diyen ve Kürt soykırımını başardıklarına inanan eski CHP yönetimleri gibi.
Bu durumu 12 Haziran seçimi ardından mücadele adım adım geliştikçe, ilk olarak bazı liberallerin yaklaşımında gördük. Bu tür çevreler, AKP saldırıları karşısında PKK’nin direnişe geçmesini anlamsız, sonuç vermeyecek çabalar olarak gördüler. Dahası şiddetlenen ortamdan PKK’yi sorumlu tutarak AKP saldırılarına destek veren konuma düştüler. Fakat süreç ilerleyip mücadele derinleştikçe ve bu temelde AKP’nin CHP ve MHP’den farklı olmayan şoven, milliyetçi, faşist yüzü açığa çıktıkça sessizce eski görüşlerini değiştirmeye yöneldiler. Şimdi belli ölçüde AKP faşizmini eleştirip karşı çıkıyorlar. Kısmi bir demokratik çizgiye ulaştılar. Bunu sağlatan, bu tür çevreleri yanlıştan kurtarıp demokratik çizgiye çeken Kürt direnişi oldu.
Bu durumu, ikinci olarak AKP Hükümetinin söz ve davranışlarında gördük. Bu çevreler de başlangıçta mücadeleyi pek ciddiye almak istemediler. “Birkaç eylemde PKK’nin gücü sona erer” hesabını yaptılar. Bu nedenle PKK’ye ve Kürtlere hakarete varan bir söylem ve tutum içine girdiler. Ancak kış oldu, bahar oldu, PKK ve Kürtlerin direniş kararlılığı ve yenilmez gücü ortaya çıkınca, AKP Hükümeti yanıldığını ve yanlış yaklaştığını gördü. Bunu en başta Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “Durmuyorlar, hala eylemlerine devam ediyorlar” veya “Eylemler sürdükçe operasyonlar devam edecek” sözlerinde gördük. Sanki kendisine “Mücadele etmeyeceğiz” diyen olmuş gibi. Böyle olmadığını PKK Yönetimi defalarca açıkladığına göre, o halde bu durum AKP’lilerin kendi yanılgılı zihniyeti oluyor.
Elbette ortaya çıkan bu durum, AKP politikalarının arka planını da açıklıyor. Demekki AKP yönetimi “PKK ve Kürtlerin artık savaşamayacağına” kendini iyice inandırmış. Onun için bu kadar hileli, oyalayıcı politikada ısrar etmiş. Böylece zamana yayarak PKK’yi tasfiye edeceğini ve Kürt soykırımını başaracağını sanmış. Şimdi yanıldığını gördükçe, PKK direnişi geliştikçe uykudan uyanır gibi oluyor. Faşist-milliyetçi yüzünü iyice ortaya koyuyor. Düşünelim bir kere, Kürt direnişini böyle gören bir AKP ile siyasi çözüm olabilir mi? “Siyasi çözümü kimin engellediğini” hala soran çevrelere bu durum bir şeyler öğretmiyor mu?
Yeni Kürt direnişi, Kürt halkı ve direnişi yürüten güçlerde de zihniyet devrimi yarattı. Yine Kürt dostları da Kürt halkı ve direniş gerçeğini daha yakından gördüler. Gelişmeler gösterdi ki, komplonun Kürtler ve PKK zihniyeti üzerinde de derin etkisi olmuş. “Erken iktidar hastalığı” bu durumu yansıtıyor. Bu zihniyet nedeniyledir ki, erken siyasi çözüm olacağı sanılmış, daha sert ve uzun vadeli direnişe hazırlanılmamış. Bir yıllık mücadeledeki hata ve yetersizlikler burdan kaynaklı olarak ortaya çıkıyor.
Şimdi bu zihniyet aşıldıkça, sistem ve düşman gerçeğini daha derin ve doğru anladıkça Kürtler özgürlük direnişini daha doğru ve bütünlüklü hale getiriyorlar. Mücadelelerini daha planlı ve örgütlü yürütüyorlar. Politikada daha usta, tarzda daha sonuç alıcı hale geliyorlar. Yanılgıların ve zihniyet kırılmasının aşılması Kürt gençlerini ve kadınlarını daha mücadeleci kılıyor. “Önder Abdullah Öcalan’a Özgürlük” şiarıyla gelişen ve sistemden topyekûn kopuşa ulaşan mücadele konumu bunu gösteriyor. Kürtler bu mücadelede kararlı ve ısrarlı oldukça da kazanacakları anlaşılıyor. Şimdilik direnişin sonuçları üzerine bunlar söylenebilir.
Selahattin ERDEM
Yeni Özgürpolitika
- Ayrıntılar