AKP sömürgeci devleti Kürdistan Halk Önder ile görüşmek zorunda kaldı. Şimdi de heyetler gidiyor. Öte yandan linç amacıyla Kürtlere saldırılar yapılıyor. Bu saldırılar 90’lı yıllardan bu yana artarak devam ediyor.
Hatay’da yine ellerinde zulmün simgesi Türk bayraklarıyla Kürtlere linç saldırısı yapıldı. Sinop’ta, Samsun’da yapılan da buydu. Siyasi soykırım operasyonları ve askeri operasyonlar ise devam ediyor. Öte yandan da bazı KCK’li rehineleri bırakmak durumunda kalıyorlar. AKP hem vurur, hem öldürür, hem görüşürüm, ister tutuklar, ister bırakırım, diyor. Kürtler de, bu entegre saldırı konseptine karşı hem direnir hem cevap veririm demeli ve cevap vermelidir.
Çok yönlü bir saldırıyla karşı karşıyayız. Kimden gelirse gelsin, hiçbir saldırıya karşı Kürtler sessiz kalmamalı. Bugüne kadar linçlere yeterince ses çıkarılamadı. Onun için mutlaka saldırılara gecikmeden cevap verilmeli. Unutulmamalıdır ki, cevapsız bırakılan her saldırı, Kürde uzanıpta kırılmayan her el, daha fazla saldırı demektir.
Önder Apo’nun İmralı’da başlatıp yürüttüğü görüşmelere sahip çıkmanın en doğru yolu, direnişi, örgütlülüğü yükseltmek, her türlü saldırıya anında cevap vermektir.
Görüşmek, tartışmak önemlidir, ancak gerçek çözüm… Yani Önder Apo’nun özgürlüğü ve Kürdistan’ın özgürlüğü için daha çok birlik, daha çok örgütlülük ve daha çok serhıldan geliştirilmelidir.
Beklentiye girme zamanı değildir. Unutulmamalıdır ki, sömürgeci AKP’nin zalimleri 2012 yılı boyunca yürütülen destansı bir mücadelenin sonucu olarak Önder Apo ile görüşüyorlar.
Görüşmenin zaferle sonuçlanması ise, daha fazla birlik, daha fazla örgütlülük, daha fazla serhıldan geliştirmekten geçer. Yani ne kadar serhıldan o kadar özgürlük, ne kadar serhıldan o kadar gerçek ve onurlu barıştır.
Herkes Liceli gençlerin, kadınların ve welatparêz’lerin sömürgeci-işgalci Türk ordusuna karşı geliştirdikleri direnişi örnek almalıdır. Bu direnişi selamlıyoruz. Ve bu direnişi hem dağda, hem sokaklarımızda geliştirerek Liceli halkımızın direnişini her alanda yaygınlaştırmalıyız.
Lice halkı dağlarda işgalci Türk ordu birliklerine karşı “defolun gidin, bu dağlar bizim” diyebiliyorsa ve güçlü bir direniş sergileyebiliyorsa, halkımız, gençlerimiz neden Kürdistan şehir-kasabalarında aynısını yapmasın? Neden hala sömürgeci Türk polis sürüleri sokaklarımızda rahat dolaşabiliyor? Neden hala gençlerimizi, çocuklarımızı katledebiliyorlar? İstediğini, istedikleri zamanda evlerinden, işyerlerinden alabiliyorlar?
Şu işe bakın, Kürt şehri Amed’te halen sömürgeci Türk devletinin valisi ve emniyet amiri görevlerinin başında bulunuyor ve koltuklarında oturabiliyorlar. Hem de elleri bu kadar gencimizin kanına bulaştığı halde. Halk imza topluyor, istemediklerini söylüyor, ama onlar hala yerlerinde bulunuyorlar. Hem Amed halkı, hem Şahin’in katilleri aynı havayı teneffüs edemezler. Amed halkı gitmeyeceğine göre, sömürgeci Türk devletinin bu katilleri biran önce Amed’i terk etmelidirler. Eğer imza kampanyasıyla olmuyorsa- ki olmayacağı görülüyor- o zaman halkımız bunların peşini bırakmamalı ve onları çıkarmasını bilmelidir. Hem de halkımızın deyimiyle kuyruklarına teneke bağlayarak….
Amedi Amed’lileler yönetmeli. Amed’liler kendi güvenliğini almalıdırlar. Çünkü: “Özyönetimden yoksun kalmış bir toplum sömürge olmaktan kurtulamayacağı gibi, bunun doğal sonucu olarak asimilasyon ve soykırımla süreç içinde yok olması kaçınılmazdır. Öze yabancı yönetimler iktidarın en zorbaca ve sömürgen biçimini temsil ederler. Dolayısıyla bir toplum için en hayati, ahlaki, bilimsel ve estetik görev özyönetim gücüne erişmektir. Bu görevi başaramayan toplumun ahlaki, bilimsel ve estetik gelişimi mümkün olmadığı gibi, siyasal ve ekonomik kurumlaşma ve gelişmesi de yok olur.” (ÖNDER APO)
Yok olmamak için, kendi topraklarımızda kendimizi yönetmeliyiz. Hem de bin defa daha demokratik.
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
25 Şubat Günü akşam saatlerinde Mardin’in Nusaybin ilçesine bağlı Bênavê, Xanturê, Gozgorê, Pêzekê, Serêkaniyê Alanların yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. Alandaki operasyon halen devam etmektedir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 22 Şubat günü tüm gün boyunca Cudi dağına yönelik işgalci TC ordusu tarafından obüs ve havan toplarıyla yoğun bir bombardıman düzenlenmiştir.
2. 22 Şubat günü tüm gün boyunca aralıklarla Medya Savunma Alanları’nın Zap bölgesi sınırları içinde bulunan Küçük Cilo alanına yönelik işgalci TC ordusu tarafından obüs ve havan toplarıyla bombardıman düzenlenmiştir.
- Ayrıntılar
Son zamanlarda milliyetçilik tartışmaları tavan yaptı. Milliyetçiliğin ne olduğunun tartışmasının yanı sıra birde nasıl bir milliyetçilik tartışması yapılmaya başlandı. Birde milliyetçiliklere karşı sesler yükseldi. Her zaman olduğu gibi bu sesler cılız kaldı.
Bu tartışmalarda ilginçlikle karşıladığımız bir durum ise sözde bizim milliyetçilik hatta etnik milliyetçilik yaptığımıza ilişkin söylemler üzerine böylesine tartışmaların yürütülmüş olmasıdır.
Öncelikli belirtelim, milliyetçilikle eleştirilmemiz daha doğrusu suçlanmamızı tek kelimeyle esefle karşılıyoruz. Bizi yani gerillayı ya da PKK’yi birçok hususta eleştirebilirsiniz ancak bizlere gelecek en son eleştiri etnik milliyetçilik ya da genel manadaki milliyetçiliktir. Nedeni açıktır? PKK her türlü milliyetçiliğin karşıtı olarak var olmuştur.
PKK’nin ilk kuruluşundan bugüne kadar bu böyle olmuştur. İlk kurucuları arasında çok yoğun bir şekilde Türk ya da Türkmenlerin yine farklı halklardan bireylerin içerisinde yer alması buna örnek gösterilebilecekken, yine ilk günden bugüne kadar her zaman halkların kardeşliğini savunan ve bunun içinde bedel ödemekten geri durmayan bir ideolojik duruşu temsil etmiştir.
Dikkat edilirse PKK hareketinin ilk çıkış yıllarında PKK ideolojisini en çok eleştiren daha doğrusu PKK kadrolarına ve sempatizanlarına saldıranlar kendilerini Kürt milliyetçileri diye gören çevreler olmuştur. Yine kendilerine sosyal ya da sosyalist deseler de bizim tabirimizle sosyal şoven çevreler olmuştur. Sosyalizm halkların kardeşliğine, ortak yaşamına olan inanç iken böyle olan çevreler Kürtlerin doğuştan gelen haklarını Kemalist bakışla ötelemiş, hatta ret etmişlerdir.
Evet, yeniden belirtelim PKK hareketi ilk çıkışından bu yana en çok Kürt milliyetçisi diye bileceğimiz –aslında milliyetçi olamayacak kadar dar düşünen ilkel milliyetçiler-ve de şovenistlerce hedeflenmişlerdir.
İlkel milliyetçilik kavramını literatüre kazandıran Kürt Halk Önderliğiydi. Bu kavramın içeriği ise bugünlerde sıkça ve çokça dile getirilmiş olan etnikçiliğe yakın düşse de tam ifade etmemektedir. İlkel milliyetçilik çok dar çerçevede ailecilik, kabilecilik, aşiretçilik gibi yaklaşımları tanımladığı için ilkel milliyetçilik yapanlar her zaman PKK’yi hedeflemişlerdir.
Bugünlerde TC’nin televizyonlarında sık sık gördüğünüz yüzler zamanında PKK’yi milliyetçi olmamakla itham etmişlerdir. Hatta milliyetçiliğin de ötesinde hedeflemişlerdir.
PKK’yi yeterince Kürt olmamakla suçlayanlar az değildiler.
Buna karşı PKK her zaman halkların kardeşliğini, dinler arası hoşgörüyü, insanlığın esas olduğunu söyleyerek mücadelesini kesintisiz sürdürmüştür.
Haki Karer yoldaşımız Batman’a çalışmalar yürütmek için gittiğinde “bir Türk’e ne kadar güvenilebilinir” diye anti propaganda yapanlar yine bugün o bolca ekranlarda gördüğünüz “bir kedisi olmayan” kişilikler ve onların çevrelerinde dolaşanlardır.
Kemal Pir yoldaşımız Kürdistan’da çalışmalar yürütürken de aynı tezi ileriye sürenler, aynı suçlamaları ve hakaretleri yapanlar ve yağdıranlar yine bu ve benzer kişiliklerdir.
Özcesi PKK ilk günden beri halkların kardeşliğini-milliyetçilik yaklaşımlarından uzak durarak savunmuş- ve bu kardeşliği geliştirmek için de hiçbir fedakarlığı sergilemekten geri durmamıştır.
Denilecek ki PKK sosyalist kimlikle ortaya çıktı bunun için böyleydi. Evet, PKK sosyalist kimlikle ortaya çıktığı ilk günden böyle düşündü, böyle yaşadı ve böyle halklara yaklaştı. Ancak unutulmamalıdır ki yukarıda milliyetçiliği savunanlar hatta bunun gerisinde durarak ilkel milliyetçilik yapanlar en çokta PKK’nin bu halkları kucaklayan sosyalist kimliğine saldırmışlardır. Gerekçelerini de oluştururken PKK içerisinde en ön saflarda yerini alan Türk, Laz, Arap ve başka halklarda gelen yoldaşlarımıza “ne kadar güvenilirler, bunlar Kürt değil” diyerek hedefleyerek yapmışlardır.
Sözü çok uzatmadan; PKK ilk günden başlayarak anti milliyetçi olmuştur. Çünkü milliyetçiliği ilk günden başlayarak kirletici bulmuştur. Ve ilk günden başlayarak milliyetçiliğin bu topraklara yabancı olan bir ideoloji olarak ele alarak yönelmiştir.
Devam edecek…
Şiho Dirlik
- Ayrıntılar
Türkiye’de son zamanlarda herkes adeta “duyarlı olalım” kampanyalarına başlamıştır. Dikkat edilirse itidal, sağduyu, sabır, sükunet, metanet derken insan aklının bin yıllardan süzülerek gelen en kabul görmesi gereken özelikleri herkesten sıralanarak isteniyor. Ve bunlar doğrusu güzel olan özeliklerdir. Yine bunlar doğrusu kabul edilmesi gerekli olan çağrılardır.
Bu sağduyu çağrılarının karşısına ise; baltalayan, sekter, tahrik eden, aceleci, saldırgan ve de kışkırtıcı olan dillerde vardır.
Herkes sağduyu çağrısı yaparken, herkes kışkırtıcılığa karşı da temkinli olunması gerektiğini dile getiriyor.
O zaman haklı olarak bir soru sormak gerekiyor. Kışkırtıcılık, kışkırtan yani kışkırtıcı kişilik nedir?
Sağa sola vurmadan, yani oraya buraya çekmeden olduğu gibi yazmaya başlayalım kışkırtıcılığı ve kışkırtan kişiliği…
Batılılar kışkırtıcılığı provokasyon olarak isimlendiriyorlar. Kışkırtan kişi ise provokatör diyorlar.
Normal seyrinde izleyen, yürüyen, yol alan bir durumu, süreci, çizgiyi seyrinden çıkartma, tahrik etmek, erken doğuma zorlama, bozma, karıştırma, muğlaklaştırma gibi birçok hâli, provokasyon olarak değerlendirmek eksik olsa bile yanlış olmaz. Yine bu keyfiyeti yapan kişi ise provokatör demek yanlış olmaz.
İdeolojik mücadelelerde provokasyonu; boşa çıkarmak, özünden boşaltmak, çizgiyi saptırmak olarak ele alınıyor. Yine tahrik etmek, tuzağa çekmek olarak da alınabiliyor.
Her halükarda provokasyonu –temsil edilen çizgilerin pozisyonları açısından farklı olsa bile-kışkırtmak, tahrik etmek, rayından çıkarmak, erken doğuma zorlamak, sinirlendirmek, germek gibi terimlerle anlatmak dediğimiz gibi çokta yanlış olmaz.
Peki, yukarıdaki yapılan tespitler ışığında bu gün Türkiye’de Türkiye toplumunu, yine Kürt toplumunu hatta başka azınlıkları, farklı inanç guruplarını tahrik eden, farklı tartışmalara çeken, iten, kavgaya sürükleyenler kimlerdir? Yani bir toplumun doğal seyrinde izlemesi gereken yolu izlememesi için, ısrarla sürekli gerili bir ortamı yaşatmaya çalışanlar kimlerdir? Hangi düşüncelerdir? Hangi eğilimlerdir?
Örneğin günlük olarak toplumun belirli kesimlerine hakaret edenler kimlerdir?
Dil açısından adeta günlük olarak insanlara ya da belirli bir çevreye hakaret yağdıran kimlerdir?
Maço kişiliğini adeta topluma Saddam vari bir şekilde erkeksi kaba yönlerini yansıtmakta ısrar eden, iktidar erkenin kimin elinde olduğunu hissettirenler kimlerdir?
Laf ebeliği ile insanlarla alay edenler kimlerdir?
İnsanların sinirlenmeleri için, gerilmeleri için, mutlaka kalkıp bir şeyler yapma zorunda kalmalarını kim tetikliyor?
Kim kadını aşağılıyor?
Kim başka inançlara tepeden bakarak ötekileştiriyor?
Kim başka halkların diliyle alay ediyor?
Kim başka halkların temel doğuştan gelen haklarının gasp edilmesine ısrarla devam ediyor?
Kim hem insanları öldürüyor sonra da kalkıp bu işi devam edeceklerine alenen herkesin önünde dile getiriyor?
Kim halkla dalga geçiyor?
Kim ve kimler halkları bombalıyor ardından da rencide ediyor?
Böyle kimleri, kim’e soruları sorarak soru listesini uzatmak mümkündür.
Dikkat edilirse tarafsız bir şekilde bile olsa bu yukarıda sorulan sorulara verilecek cevaplar nettir. Kişilerin kimler olduğu nettir. Hatta bir anket yapılsa bile bu söylediklerimiz yüzde yüz doğrulanır.
Türkiye’de toplumu en çok geren kişi büyük bir mesafeyle Erdoğan’dır. Bir müddet öncesine kadar İ. N. Şahin adındaki “marangoz hatası” sonucu oluşan kişilikti. Yine Hüseyin Çelik böyle bir kişiliktir. Şimdilerde olmasa bile bir dönem önce Yalçın Akdoğan adındaki şahıstı.
Ve tabii Oktay Vural’ı, Bahçeli’yi de unutmamak gerekir.
CHP saflarında Kamber Genç herhalde bu durumu kimseye kaptırmaz. Eskilerde bu sahanın bir numarası Deniz Baykal’dı. Şimdilerde bir köşede dursa bile gelecekte böyle durmayacağı kesindir. Yine Haluk Koç, Muharrem İnce, Emine Tarhan Ülker böyle kişilere çok benziyorlar.
Kürtler içerisinde iyi bir örnek Mehmet Metiner, İbrahim Güçlü, Orhan Miroğlu, sakin görülse bile Kemal Burkay gibilerini de saymak yanlış olmayacaktır. Başka isimler yok mudur, vardır.
Şimdi dikkat edilirse yukarıda ismi geçen kişilerin ortak yönleri kışkırtıcı olmalarıdır. Söylemleriyle birilerini başka şeyler yapmaya tahrik etmeleridir. Teşvik etmeleridir. Hakaret etme ortak yönleridir.
İşte yukarıda dile getirdiklerimizin tümünü provokatörlük olarak ele almak yerindedir. Ve bunları yapana da provokatör demek yerindedir.
Sözü uzatmadan Türkiye’de kimin provokatör olduğu ortada değil midir?
Bunun için diyoruz ki sağduyu çağrısı yapılacaksa öncelikli olarak herkesin ama herkesin yukarıda isimlerini verdiğimiz çizgilere ve kişiliklere yapması şarttır.
Hayri Engin
- Ayrıntılar
Dünyanın hiçbir yerinde görülmeyecek bir şekilde kendilerince var olan adeta tüm toplumu saran bir sorunu, “Kürt Sorunu”nu çözmeye çalıştıklarını “söylüyorlar.” “Söylüyorlar” diyoruz, çünkü gerçekten de sadece söylüyorlar.
Türkiye’yi tam neredeyse aralıksız olarak 30 yıldan fazla etkileyen bir mücadele sürüyor. Ve değil Türkiye tarihini tüm Osmanlı tarihini de katsanız bu düzeyde, bu kadar zaman boyunca, aralıksız etkileyen bir mücadele yürütülmemiştir. Ve bu çok doğaldır ki-mücadelenin şiddet dozajını da dikkate aldığımızda-sert geçmektedir. Ve bu sertlik devleti etkilediği gibi toplumu da etkilemektedir.
Bir yandan inanılmaz ölçüde haksızlıklarla dolu bir taraf, diğer yandan tüm zayıflığına ve zayıflıklarına ve de yetmez yönlerine rağmen haklı bir taraf. Bir taraf sömürgeci ve baskıcı, inkar ve imhadan öyle ileri bir düzeye kadar gitmiş ki bir halkın doğuştan gelen haklarının en başında gelen diline bile kendi açısından hiç tereddüt etmeden ket vurabiliyor, yasaklayabiliyor, hatta kendi kullandıkları dili konuştukları için bir halka para cezalarına ve farklı cezalara maruz bırakabiliyorlar.
Özcesi uzatmadan bir taraftan büyük insanlık suçları işlemiş bir devlet, diğer taraftan bu zulme karşı bir halkın 30 yıldan fazladır haklı aralıksız direnişi.
Şimdi güya bu haksız uygulamalara son vermek isteyen bir iktidar erki var olduğunu söylüyor. Ve bunu söylerlerken herkesten ama herkesten bu sorununun çözümü için yardım istiyorlar. Kürt halk önderliğinden istiyorlar, özgürlük gerillasından istiyorlar-terörist deseler de bu böyledir-, Kürt halkından istiyorlar, sivil toplumundan, legal siyaseti derken her yerde ama herkeste yardım istediklerini ve beklediklerini ısrarla söylüyorlar.
Ama gerçekten sadece “söylüyorlar.” Söylüyorlar ama bombalıyorlar. Söylüyorlar ama çocuklarını Amed merkezinde katletmeye devam ediyorlar. Söylüyorlar ama tutuklamaya devam ediyorlar. Söylüyorlar ama mitinglerine saldırmayı sürdürüyorlar. Söylüyorlar ama bu sorunu çözmek için yola çıkan bir BDP barış heyetini korumasını bilmiyorlar. Söylüyorlar ama Kürt halk önderliğiyle görüşmelerini istedikleri partinin siyasetçilerine şartlar koşuyorlar. Söylüyorlar ama isim misim derken süreci uzattıkça uzatıyorlar. Söylüyorlar ama dillerinden ki o buyurgan, kirli, tepeden hakaretleri eksik etmiyorlar. Söylüyorlar ama uluslar arası arenada Kürtlerin siyasetçilerine karşı yok etme siyasetlerini devam ediyorlar. Söylüyorlar ama Rojavaya karşı kirli siyasetlerini, çetelerin elleriyle sürdürüyorlar. Söylüyorlar ama güneyde açıkça Kürt özgürlük hareketi karşıtı çalışmalarını alttan alta yürütüyorlar.
Özcesi hepsi sözden kalıyor. Sadece söylüyorlar. Dil nede olsa kemiksiz istediğin yere istediğin kadar bük ha bük.
Rüzgar iyi esiyormuş, iyi esen rüzgarın bir de yelkenleri doldurması gerekmez mi?
Rüzgar iyi esiyor ise gemiyi harekete geçirmesi gerekmez mi?
Rüzgar iyi esiyor ise bir milim bile olsa estiği yeri harekete geçirmez mi?
Rüzgar iyi esiyorsa en azından gözle görülecek bir şekilde bir ilerleme olmaz mı?
Evet, rüzgar esiyor ama sadece sözle esiyor. Eskilerde “Lâfla peynir gemisi yürümez” derlerdi. Bizde, “Lafla pilav pişerse deniz kadar yağı bizden” diyelim.
Özcesi öyle söyledikleri gibi iyi esen bir rüzgar yok. İyisi rüzgarımızı kendimiz estirelim ki gemilerimizin yelkenleri dolsun. Bu ise siyaset dilinden çok köklü ve daha gelişkin bir mücadele demektir. Direniş demektir.
Bunun içinde tüm Kürdistanlı ve Türkiye gençlerini dağlara daha etkili olarak halkların rüzgarını estirmek için mücadeleye davet ediyoruz.
K. Nurhak
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 20 Şubat günü 20.00-21.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanları’nın Kandil bölgesi sınırları içinde bulunan Lewcê köyü ve çevresine yönelik işgalci TC ordusuna ait savaş uçakları tarafından bombardıman düzenlenmiştir.
- Ayrıntılar
Geçenlerde bir makalede “Devletle müzakere, halkla müzakere” diye bir başlık atılmıştı.
Bu makalenin mantığını ise devletle, onu yöneten hükümetiyle, iktidarın tüm kurumlarıyla mücadele edilmesini isterken, Türkiye halklarıyla kesinlikle ortaklaşma temelinde bir ilişkilenmeyi önermekteydi.
Yani halkların düşmanlığını yapan devlet zihniyetine karşı mücadele edilmeli ancak Türkiye’de yaşayan tüm halklarla ise ortaklaşma temelinde kardeşleşmenin yolundan vazgeçilmemelidir.
Denilecek ki devletle kavga edildiğinde, devletle mücadele edildiğinde nasıl olur da oranın halkıyla ya da halklarıyla ortaklaşma sağlanacaktır?
Devletler kendi kirli işlerini elbette başkalarının aracılığıyla yürütmektedirler. Biz devlet derken siz bir avuç çıkarcı, rantçı, kan emmeci, paracı, vurguncu anlayın. Başkan Apo bir konuşmasında “bizim Türkiye toplumunun yüzde 95 ile bir sorunumuz yoktur” demişti. “Bizim sadece ve sadece yüzde beşlik bir kesimle sorunumuz vardır” demişti.
Yani Türkiye halklarıyla kesinlikle bir derdimiz yok ve olamaz da. Türkiye halklarıyla ilk günden başlayarak kardeşliği, kardeşleşmeyi esas almışızdır. Bir siyasetçinin de dediği gibi kardeşleşmenin yanına birde eşit temelde kardeşleşmeyi ekleyelim.
Bu devlet, gerçekten de faşist bir devlettir. Güya iyi şeylerin olacağı söyleniyor, güya bu var olan sorunun çözülmesini istediklerini söyleniyor, güya ilk kez böyle iyi fırsatın yakalandığı söyleniyor. Ancak hiçte iyi şeyler olmuyor. Her gün bir yerler bombalanıyor. Her gün Kürdistan’ın bir yerine operasyonlar yapılıyor. Viranşehir üzerinde Serekani’ye çeteler gönderilerek Kürtlerin kazanımları tasfiye edilmeye çalışılıyor. Bu kadar kirlilik yetmiyor bu kez her gün ama her gün Kürtlere, onların legal siyaset yapan insanlarına, gerillasına, gençlerine hakaretler üzerine hakaretler yağdırılıyor.
Evet, açıkça söyleyelim, iyi şeyler olmuyor hem de hiç olmuyor. Daha dün dediğimiz gibi uçaklar Medya Savunma Alanlarının birçok yeri ayna anda bombalandı.
Daha dün Avrupa’ya giderek özgürlük hareketinin militanlarının nasıl tasfiye edileceği, nasıl Türklere teslim edilmesi gerektiğini tartışıldı.
Daha dün “terörün mali kaynaklarını kurutma üzerine” mecliste yasa geçirerek özgürlük hareketine yardım edenlerin-edeceklerin tüm mal varlıklarına el konulacağının kararını aldılar.
Daha dün Viranşehir’de gündüzün ortasında çetelere karşı geliştirilen mitinge nasıl saldırıldığını herkes gördü.
Özcesi bu devletin zihniyeti inkar ve imha zihniyetidir. Geçenlerde bir tırşıkçı Akepe milletvekili Ahmet Türk’ün “Kürtler bombalanıyor” sözlerine, “beni bombalamıyorlar” diye cevap vermişti.
İşte Akepe’nin Mangurtları ve devletleşen Akepe’nin zihniyeti budur.
Hatırlayanlar bilir zamanında bir CHP Adalet Bakanı olan Mahmut Esat Bozkurt “Türk bu ülkenin yegâne efendisi, yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır. Türklere hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı.” (Milliyet, 19 Eylül 1930) Ve yakın dönemde de yine bir TC bakanı olan Coşkun Kırca ismindeki kişi: "Kürtler, susabilir ve hizmetçilik dışında hiçbir hakka sahip olamaz" demişti.
“Kürt halkını bombalamadım, teröristleri bombaladım” sözleriyle Mahmut Esat Bozkurt’un söyledikleri arasında ne fark vardır acaba? Mahmut Esat Bozkurt Ağrı dağındaki Kürt direnişçilerini şaki, eşkıya, çete görmüş ve uçaklarla saldırmıştır. Ardından da direniş ezildikten sonra da yukarıdaki sözleri sarf etmiştir. Evet, bu sözlerle Erdoğan’ın sarf ettiği sözleri arasındaki fark nedir acaba? Yine Akepeli olan hainin “bak beni bombalamıyor” sözleri ile Coşkun Kırca’nın sarf ettiği sözleri ve Dersim’de Alişer ve Zarifelerin kellesini kesip TC askerlerine para karşılığında veren Rayber arasındaki fark nedir?
Arada sadece bir fark vardır, birileri zamanda milliyetçilik adına, tek ulus yaratma adına açıkça yaparken şimdi birileri daha sinsice, pamuk eldivenle katlediyor. Birileri söylüyor ve katlederken, birileri katledeceğini söylemeden katlediyor.
Bu durumda yapacağımız tek bir şey vardır bu faşist zihniyete karşı mücadeleye devam etmektir. Ancak Türkiye halklarına ise inadına barış ve kardeşlik elini uzatmaktır.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
18 Şubat günü saat 17.30 sularında Medya Savunma Alanları'nın Zap bölgesi sınırları içinde bulunan Çiyaye Reş alanına yönelik işgalci TC ordusu tarafından obüs ve havan toplarıyla bir bombardıman düzenlenmiştir.
- Ayrıntılar
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik 15 Şubat uluslararası komplosunun onbeşinci yılına girişi Kürdistan’ın dört parçasında ve dünyanın dört bir yanında öfkeli ve büyük kitleler tarafından nefretle protesto edildi. KCK Yürütme Konseyi Başkanlığının çağrısı üzerine her alandaki Kürtler kelimenin tam anlamıyla yaşamı durdurdu. Onbinler ve yüzbinler halinde sokakları dolduran Kürt halkının ve dostlarının tek bir talebi vardı: Öcalan’a Özgürlük! Kürtler artık İmralı sistemiyle birlikte yaşamak istemediklerini açıkça ortaya koydular.
Kuzey Kürdistan’ın tüm kent ve kasabaları büyük gösterilere ve polisle çatışmalara sahne oldu. Amed’te görüldüğü gibi Kürt halkı bu 15 Şubat’ta da bedel ödedi. Şahin Öner isimli 19 yaşındaki evladını şehit verdi. Bu 15 Şubat’ta en kalabalık protestolar Rojava’da yaşandı. Başta Kamışlo olmak üzere Rojava’nın devrim kentleri yediden yetmişe sokaklara döküldü. Güney ve Doğu Kürdistan kentlerinde de 15 Şubat komplosu protesto edildi. En kitlesel protestolardan biri Fransa’nın Strasburg şehrinde yaşandı. Başta Avrupa kentleri olmak üzere dünyada Kürtlerin yaşadığı her kentte 15 Şubat komplosu protesto edildi.
15 Şubat uluslararası komplosunun ondördüncü yıldönümünü protesto eylemlerinin verdiği temel üç mesaj vardı. Birincisi protesto eylemlerinin kitleselliğiydi. On Kürtten dokuzu 15 Şubat komplosuna karşı çıkıyor, Kürt soykırım gününü protesto ediyordu. İkinci mesaj, Kürtlerin artık İmralı işkence sistemiyle birlikte yaşamak istememesiydi. Bununla bağlı üçüncü mesaj, Kürtlerin hemen hemen tamamının Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın özgürlüğünü istemesiydi. Öyleki, “Öcalan’a Özgürlük” sloganı tüm protesto eylemlerinin ortak sloganıydı.
Kitle siyaseti böyle hareketli bir süreci yaşarken, yani dünyanın dört bir yanında sokaklar 15 Şubat uluslararası komplosunu protesto eylemleriyle dolup taşarken, örgütlü siyaset “İmralı süreci”ni veya “İmralı’ya kimlerin gideceğini” tartışmaya devam ediyordu. Bu konuda en somut ve kapsamlı açıklama KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan tarafından yapıldı. KCK, İmralı görüşmelerinde kendilerine yansıyan somut bir gelişme olmadığını ifade ettiği sözkonusu açıklamada, “Hewlêr veya başka yerlerde kendilerinin de görüşme yaptıkları” biçimindeki hükümet sözcülerinin açıklamalarını ve Türk basınında yazılanları net bir dille yalanladı.
KCK’nin kamuoyunu aydınlatan bu açıklaması “İmralı’ya gidiş” tartışmasını da hızlandırdı. Bunun üzerine Başbakan Tayyip Erdoğan, yaşanan sürecin “Çözüm süreci” olduğunu ifade edip, “Yakında İmralı’ya gidileceğini” belirtmek zorunda kaldı. Kamuoyunu inandırabilmek için de kararlılık gösterisi yaparak “Her türlü bedeli ödemeye hazır olduklarını” belirtti.
AKP’yi tamamlayan açıklama BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’tan geldi. “İmralı’ya gidecek heyetin hazır olduğunu” belirten Demirtaş, “İmralı görüşmelerindeki tıkanmanın aşıldığını ve heyetin bu hafta İmralı’ya gideceğini” ifade etti. Böylece İmralı’ya gidiş tartışmalarının neden bu kadar uzadığını ve görüşmelerin yapılamadığını kamuoyu öğrenmiş oldu.
Bunun nedeni olarak “İmralı’ya gidecek heyetin kimlerden oluşacağı ve bunu kimin belirleyeceği” konularındaki anlaşmazlık olduğu kamuoyuna gösterilmişti. Bu konuda AKP ile BDP yönetimi arasında çekişmeli bir tartışma yaşanmıştı. Şimdi Selahattin Demirtaş’ın açıklaması gösterdi ki, esas neden heyeti belirlemek değilmiş. Bu tartışma gerçeği maskelemek için hükümet tarafından gündeme getirilmiş. İmralı’ya gidilememesi ve görüşmelerin sürdürülememesinin esas nedeni “Görüşmelerdeki tıkanma” imiş! Daha açık ifade edersek, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın görüşme istememesiymiş!
En son kardeşi Mehmet Öcalan ile yaptığı görüşmede Kürt Halk Önderi zaten buna işaret etmişti. Mehmet Öcalan’ın basına yaptığı açıklamaya göre, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan sürecin ilerlemesi için “Paris katliamının aydınlatılması gerektiğini” belirtmişti. “Her gün operasyon yapılır ve insanlar tutuklanırken mektup yazamam” demişti.
Kürt Halk Önderi’nin çok somut ifadelerine rağmen, AKP hükümetinin yürüttüğü siyasi ve askeri operasyonlarda bir azalma olmadı. PKK’li üç kadın devrimcinin Paris’te katledilmesi olayı da aradan kırk gün geçmesine rağmen aydınlatılmadı. Katil zanlısı olarak yakalanan kişinin ilişkilerinin Ankara’ya uzanması, Fransız savcılığını adeta durdurdu. Hem de AKP yetkililerinin adeta olayı üslenen açıklamalarına rağmen Fransız makamları böyle bir tutum içine girdi.
Bu durum neyi gösteriyor? Paris katliamı çerçevesinde çok kirli bir ittifakın varolduğunu ortaya koyuyor. Katliamda Türk ve ABD ortaklığına Fransa’nın da dahil olduğunu gösteriyor. Katliam üzerinden yeni pazarlıkların yapıldığını ve çıkar bölüşümüne gidilmeye çalışıldığını ifade ediyor. Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye planının uluslararası düzeyde hayata geçirilmeye çalışıldığını ifade ediyor.
Bir yandan görüşme ve çözümden söz ederken, diğer yandan AKP hükümetinin imha ve tasfiye çabalarını yoğunca sürdürdüğü açıkça görülüyor. Bu konuda ne bir zihniyet ve üslûp değişikliği, ne de bir pratik tutum farklılığı var. Yedi boyutlu özel savaş, siyasi ve askeri operasyonlar devam ediyor. Hatta bunları daha da geliştirme ve yayma çabaları görülüyor. Örneğin, “Terörle mücadele” adı altında çıkarılan son yasa. “Terörün finans kaynaklarının kurutulması” amaçlı yasadan söz ediyoruz.
Buna biz “Çiller yasası” da diyebiliriz. Tansu Çiller “Listeleri cebimde” diyerek Kürt sermayesinin üzerine gitmiş, sermaye sahipleri “faili meçhul” adı altında katledilmişti. Belliki AKP hükümeti de bu yasaya dayanarak, “Teröre destek veriyorsunuz” deyip Kürt sermayesinin üzerine gidecek. Kürt sermaye sahiplerini de tutuklayıp zindanlara doldurmaya çalışacak. Zaten toplumun tüm aktif kesimlerini “KCK operasyonu” adı altında zindanlara koydu. Şimdi bu yasayla mevcut saldırıyı Kürt sermayesine de yöneltecek. Böylece Kürt sermayesini korkutup Kürdistan’dan kaçırtmaya, baskı altına alıp eritmeye çalışacak.
AKP’nin bu projesinin Türkiye ile sınırlı olmadığı da anlaşılıyor. Daha şimdiden Fransa’nın ve İspanya’nın da bu kervana katıldığı görülüyor. Bu ülkelerde de yapılan baskınlarda “Teröre destek veriliyor” denilerek Kürt yurtseverleri tutuklanıp paralarına el konuyor. Geçmişte de örneği görülen bu saldırıların Avrupa ülkelerinde sürdürüleceği anlaşılıyor.
Belliki bütün bunlar AKP tarafından uluslararası komplonun sürdürülmeye çalışılması anlamına geliyor. Tüm Kürt yurtseverleri gibi, yurtsever Kürt iş ve sermaye sahiplerinin de bu gerçeği görerek, AKP’nin bu faşist saldırılarına karşı her yerde direnmesi gerekiyor. Bunun Avrupa’da da, Kürdistan’da da yapılması lazım. AKP oyunları ancak böyle bozulur ve saldırıları ancak böyle kırılabilir.
Avrupa’da ve ülkede AKP oyunlarını bozabilmek için Kürt sermaye sahiplerinin bir araya gelip örgütlenmesi, Kürt sermayesinin birleştirilerek ülkede yatırıma yöneltilmesi büyük önem taşıyor. Asgari yurtseverlik ölçüsü bunu gerektiriyor. AKP’ye inat her Kürdün bu yurtseverliği göstererek “Çiller yasası”nı da boşa çıkarıp tüm AKP oyunlarını başarısız kılacağına inanıyoruz!..
Selahattin ERDEM
Yeni Özgürpolitika
- Ayrıntılar