Avaz ve ses gibi, çığlık ve yakarış gibi, toprağa düşen bir çiğ damlası, tohum gibi, bahar ve tomurcuk gibi, kadın ve yaşam birbirinin tamamıdır. Sorgusuz sualsiz kimseler kuralını koymadan doğa kanunu olmuştur kadın ve yaşamın birlikteliği. Yaşam her anı ile kadının varlığı süregelmiş en önemli parçası haline gelmiştir insanlık tarihinin. Yaşamın her anı; kadın emeği, çabası, sevgisi ve alın teri ile yoğrulmuş, Yaşama anlam katılmıştır. Ta ki tarihin zalimleri; onun emeğini, çabasını çalana, sevgisini, duygusunu, düşüncesini, benliğini tutsak alana kadar yaşam içerisinde önemini korumuştur. Ama tutsaklığı, çalınan çabası ve emeği onu yaşamın gizli kurucusu yaptı, hep gizli kaldı, horlandı, dışlandı, dövüldü, köle pazarlarında satıldı, diline, düşüncelerine, yüreğine kilit vuruldu, bedeni ve ruhu tutsak alındı. Bekledi sessizce, bir gün yine o eski ihtişamına dönecekti ve artık asla gizli kalmayacak ve kimse onun emeğini çalamayacaktı…
Kadının yaşamla buluşması ancak isyana, başkaldırıya, özüne, toprağına, dağına, suyuna, bilincine yeniden dönmesiyle olacaktı. Artık bu gidişe bir dur demeliydi. Tutsaklığına, emeğinin çalınmasına ve köleliğine artık yeter demeliydi. Yaşamı ören analarımız, kadınlar, kızlar artık dirilişe geçmeliydi. Kürt kadını hep asiliği, isyanları ve emeği ile tarihe iz bırakmıştır. Kimseye boyun eğmeyi kendine yedirememiş, kimsenin tutsağı olmamak için kendini kayalardan atmış, bedenini ateşlere vermiş, kanını ırmaklara, taşkın akarsulara, hırçın Munzur’a, Fırat’a, Dicle’ye bırakmış, gözünü kırpmadan tutsaklık yerine ölümü kucaklamayı tercih etmiş. Yiğit Kürt kadınları, kızları asilikleri ile özgürlüğe sevdalarını, yaşama bağlılıklarını ve emeklerini toprak anaya bir tomurcuk, bir miras gibi kendilerinden sonraki nesillere bırakmışlardır.
Artık gün diriliş ve emeğine sahip çıkma günüdür. Kürt Kadını halkının kurtuluşunun sembolü, amacı ve ideolojisi olmuştur. Önder Apo kadın şahsında bir halkı diriltti. Kadın diri diri gömülmüştü ve artık o mezar açıldı. Bir halk diri diri gömülmüştü, köklerinden sökülüp atılmak istenmişti. Gün Kürt halkının ve kadının kurtuluş günüdür. Kadın 5000 yıllık tutsaklığından kurtuluşunun ışığını, güneşini gördü. Kadın ruhunu ve bilincini de tıpkı bedeni ve dili gibi esaretten kurtarmanın savaşını vermeye başladı. Önder Apo; onlara özgürlük ve hürriyeti tattırmıştı. Kim tutabilirdi ki onları? Kimin gücü yeterdi ki artık? Kadın kendi gücünün farkındadır, artık kadın yaşamın her yerindedir. Kadın meydanlarda, zindanlarda, dağlarda, mevzilerde elerinde silahları özgürlüklerinin peşindedir. Kimin gücü bu özgürlük tılsımını almaya yeter? Artık gün kadının diriliş günüdür.
Yaşamın yaratıcısı olan kadınlar artık savaşmayı öğrenmek, savaşarak kendini yaratmak zorundadır. Ancak savaşarak kendilerini dirilteceklerinin bilincindedirler. Şimdi dağlarda yaşam koşullarını yaratıyorlar, büyük bir emek ve aşkla. Onlar Dersim’de kendini kayalardan uçumlara bırakıp özgürlüğü kucaklayan kadınlardan miras almışlardı direnişi. Şimdi dağlarda özgürlük yürüyüşünde savaşan kadınlar, direnişin, mücadelenin ve özgürlüğün sembolü oldular. Şimdi Beritan olup kayalarda, zilan olup düşmanın kalbinde, Mizgin olup halkın arasında yarınlara fütursuzca açacak birer tomurcuk gibi patlıyorlar. Kadınlar özgürlüğü bir türkünün ritmi, mısraları gibi biliyorlar. Yaşamlarını özgürlük ateşi, güneşinin etrafında çember yapıp, özgürlüğün halayını tutuyorlar. Kadınlar Beselerin, Mizginlerin, Azimelerin, Berivanların, Meryemlerin, Fatmaların, Beritanların, Zilanların, Zeyneplerin, Nudaların, Yıldızların, Gülbaharların, Delilaların öncülüğünde yaşamın sevdalısı oldular. Kadınlar ölmek için ölmüyorlar, sevmek, yaşatmak ve yaşamak için ölümün yüzüne gülümsüyorlar. Bedenlerini kendilerinden sonraki yaşam kurucularına siper ediyorlar. Kadınlar şimdi vitrinlerde, köle pazarlarında, karanlıklarda değil, dağların doruklarında, engin vadilerde yaşamın orta yerinde filizleniyorlar.
Özgür dağlarda özgürlüğüne sevdalı, yaşamı yaratan kadınlar kimseye dayanmadan, kimselerden yardım beklemeden kendilerinden güç alarak ve emekleri ile var oluyorlar. Kadınlar kalacakları, yaşadıkları yerleri kendileri yapıyor, yaşam kavgasında sessizliği kırıyorlar. Yaşamın her anı kadın oluyor. Kadınlar kendilerini bilerek yaşıyorlar. Korkusuz, cesaretlice geceler boyu yürüyüp sabahın seherinde halaya duruyorlar. Yaşam bin bir sevinci kendisiyle birlikte sunuyor dağdaki kadına. Yardımı biliyor, yardımı seviyor, birlikte yaşamayı öğreniyor. Asker oluyor, öğretmen oluyor, öğrenci oluyor, avcı oluyor, tarımcı oluyor, yer yapıyor yaşamın her alanını kendi gücüyle örgütlüyor. Dağlardaki Kürt kadınlar, genç kızlar Önder Apo’nun fedaisi oluyor. Önder Apo’nun ideolojisi ve eğitimi ile bir halkı savunuyor, kendini savunuyor. Şimdi kadınlar özgürlüğe kanat çırpıyor. Kadın yeniden yaşam oluyor, yaşam kadında kendini buluyor.
- Ayrıntılar
Kış süreci gerilla açısından kendini eğitimlerde derinleştirme, inzivaya çekilerek kendini gözden geçirme sürecidir. Yaşama yansıyan ve yansımayan yönlerimizle kişiliklerimizi muhakeme ederek, arınarak yaşamayı esas alırız eğitimlerle. Yıl boyunca devam eden yoğunlaşmalarımızı daha fazla derinleştirme ihtiyacıyla, kendimize doğru hep kulaç atmaya ihtiyaç duyarız.
Eğitimlerimizin odağı ise şüphesiz Savunmalardır. Savunmalar ekseninde göreceğimiz eğitimler daha başlamadan önce, hepimizin kafasında, yüreğinde birçok şey iç içe yaşanmaya başlar, ta ki bitene kadar devam eder. Ne kadar anlama gücü göstereceğimize dair yaşadığımız kaygılardan tutalım, öğreneceğimiz ve derinleşeceğimiz konular karşısında yaşayacağımız heyecana, tarihin ve toplumun en acımasız gerçekleri karşısında yaşayacağımız büyük öfke ve derin acıdan, yakaladığımız yeni ufukların yaşattığı aydınlanmanın sevincine kadar kıyasıya bir mücadele ve kavgayı yaşayacağız.
Kavga bize belletilen ve düşüncelerimize hükmeden bütün kalıplara karşı, yani en çok kendimizle yürüttüğümüz hesaplaşmadır aslında. Yüzeysel yaklaşmadığımız her gün, her saat bu mücadelemiz bizi tarihin ve günümüzün en bildik ve hiç ulaşılamayan ücra coğrafyalarında yolculuğa çıkaracaktır. Önderlikle yürümek, onun yolunun yolcusu olmak bizi her şeyden önce zihnen çok zorlasa, yorsa bile buna güç getirmeyi öğrendikçe, kendimizde ve etrafımızda bu konuda büyük emek ve fedakârlık gösterdikçe, yürümenin büyük coşkusu ve hazzını yaşayacağız. Bazen yanılacağız “tamam anladık” diye kolaya kaçacağız ama öyle yağma yok, karşımızdaki gerçeklik buna hiç izin vermez. Böyle kolay ve ezber yaklaşmaya çalıştığımız anda, savunmalar bize çarpacak ve patlasa da daha fazla çalıştır kafanı ve sağlam tut yüreğini, diyen bir gerçekle kendimizi bir daha gözden geçirmemize çağrı olacaktır. Ya da bana ağır geliyor, ben çok büyük değerlerin bileşkesi olan bir Önderliğin ve hareketin militanı, gerillası olmaya katıldım ama onun temsil ettiği paradigmayı, ideolojiyi anlayamam, benim için zor geliyor demeye yelteneceğiz bazen. Tam böyle diyerek kaçışı denemek isterken, Önderliğin en sade, en somut, hikaye diliyle karşımıza çıktığında hakikat, bu sefer nereye kaçacağımızı bilemeden düz bir meydanın ortasında kendimizi bulacağız. Öyledir ya genel savunmalarda Önderliğin yaklaşımı her kesimin anlayacağı anlatım yöntemlerini iç içe zengin bir şekilde ele aldığını biliyoruz.
Hepimizin bazı yönleriyle yaşadığı yetersizlikleri daha da sıralayabiliriz ancak anlaşılması açısından her birimiz geçmiş süreçlerimizi gözden geçirirsek yeterli olur. Yalnızca niyetlerden bağımsız, hepimiz bunun gerekliliğinde kendimizi ikna edip bunun mücadelesini güçlü verme kararıyla hareket edersek, çok önemli mesafeler kat ederiz.
Önderliğimiz görüşme notların da özellikle belirtti bu konuyu. Kış eğitim sürecine çok güçlü yaklaşıp, eğitimlere yüzeysel yaklaşmadan ciddi bir yoğunlaşmayı esas almamız gerektiği perspektifini verdi. Evet, bu perspektif olmanın da ötesinde bizler açısından bir talimattır da aynı zamanda. Her seferinde hem bizlerin hem de dışarıdaki çevrelerin savunmaları ne kadar anlama çabasında olduğumuzu, bu konuda ne kadar ciddi yaklaştığımızı hep anlamaya dönük yaklaşımları var. Yaptığı en temel eleştirilerden biri de, savunmalara olan yaklaşımımızdır.
Önderliğimizin yıllarca hareketimizi geliştirme ve yürütmedeki en temel çalışması eğitimler oldu. Eğitimi hiçbir zaman salt teorik bir bilgilenme, entelektüel bir uğraş olarak görüp, yaklaşmadı. Eğitim anlayışında hep komple olma, insana-topluma dair tüm gerçekleri gözeterek, verilecekse bir mücadele bunun militanını, gerillasını Apocu esaslar temelinde yaratmaya dayalı bir tarzda ele aldı. Düşünceniz başka olsun, yaşamınız başka, ilişki anlayışınız başka, savaşta yürüteceğiniz pratik başka demedi hiçbir zaman. Her zaman “düşüncesi bizimle olmayanın pratiği de bizimle olmaz” felsefesinden hareketle, hem düşüncede hem de pratikte Önderlik Gerçeğine ve PKK’ye katılmamızın olmazsa olmaz bir gerçek olduğunu bize rağmen hep dayattı. Eğitimleri bizim algılayış biçimlerimize göre, ya da sıradan yaklaşımlarımız temelinde ele almadı. İnsanı yaratma, partiyi yeni bir hamleye hazırlama mekânı olarak ele aldı devreleri.
Her günü yeni bir gelişmeye vesile yapan bir yaklaşımla, kendi deyimiyle “nefes nefese yürütülen bir mücadele” ortamına kavuşturmayı esas aldı. Günlük bir çalışmadan tutalım, en derinlikli konuları çözümlemeye kadar, bir davranış biçiminden tutalım bir iş yapma tarzına, hitabetten tutalım tempoya kadar her şey bir eğitim konusu oldu Önderlik için. Öyle çoğu zaman içine düştüğümüz bir yanılgı olarak düşünce ve yaşamı, söylenenlerle davranışları birbirinden koparmadı. Her arkadaşın özgünlüğünü, kapasite ve düzeyini gözeten ancak hiçbir gerilik ve sınıfsal yaklaşıma teslim olmayan, hiç kimsenin değerleri kendisine göre ele alıp, oynamasına izin vermeyen bir tarzla kavganın en büyüğü olarak yaklaştı eğitimlere. Savaşların en çetini, en anlamlısı olarak gördü, kendini eğitme ve yeniden yaratma mücadelesini. Ne cehaleti meşrulaştıran ne de lafazanlığı dayatan yaklaşımları kabul etmeyeceğini çarpıcı bir biçimde hem eğitimde hazır olan hem de pratikteki arkadaşlara yürüttüğü mücadeleyle hep hatırlattı.
Yeni eski, savaşçı komutan, köylü okumuş gibi ayrımları yapmadan her alandan gelen kadro mozaiğiyle devreler oluşturdu. Tüm zorlanmalara rağmen her kesin eğitimlere ihtiyacı olduğu gibi eğitimlerde kendisini yaratabileceğini, yargılanmadan geçerek, kendi payına düşen hesabı vermesini bekledi. Konumu ve düzeyi ne olursa olsun, eğitim ortamlarının doğru değerlendirilmemesine bir gerekçe yapılmasına izin vermedi.
Bayan arkadaşlar açısından ise, bu konuda yaklaşımı hep daha fazlası olmalı, siz kendinizi daha çok eğitmelisiniz, beyninizi patlatırcasına bir çabaya gireceksiniz, biçimindeydi. Kadının en fazla düşünce dünyasından geri bırakılması, adeta düşünceden mahrum bırakılarak yine kendi düşüncesine göre kadın yetiştirme gerçeğine karşı, en fazla kadını geliştirme, kadında eski zihniyeti kırma mücadelesini çok yoğun yürüttü. Yapılanların tersine, her şeyden önce ideolojik bir yaklaşım sergiledi her zaman. Sadece Kadın Kurtuluş İdeolojisini yaratmakla da kalmadı, bugün savunmaların geneli kadın, toplum ve doğa eksenlidir. Elbette Önderlik, kadına dair tüm teorilerinin ve yarattığı muazzam ideolojik tespitlerin yaşamda da en amansız uygulayıcısı ve mücadele öncüsüdür. Bu konuda gösterilen samimiyetsizliğe, istismarcı yaklaşımlara ya da görüntüyü kurtarmaya çalışanlara karşı hep bizi duyarlı kılmaya, bu konuda örgütlü mücadele etme bilincini her zaman vermeye çalıştı. Yani bu konuda kadına verilebilecek en anlamlı değeri vererek, kadınla nasıl yaşanırın da tek yol göstericisi olmuştur. Bunun karşısında, savunmaların derinliği ile ele alıp kendi gerçekliğimizi sorguladığımızda her seferinde öz-eleştiri veriyoruz. Bu özeleştirinin pratikleşmesi ve gerçekten gelişime katkı sunmada bir akışı ifade etmesi için, Savunmalarda derinleşme, tıpkı eskiden olduğu gibi, genel içerisinde işlenen dersler dışında düşünsel emek ve çabamızı iki-üç katına çıkarmalıyız.
Evet, Önderliğimiz bu hareketi anı anına geliştirmeyi ve en üst düzeyde pratiğini yürütme görevini her zaman olması gerektiği biçimde verirken, eğitim ve pratiği bir birinden koparmadan yaptı. Çünkü PKK’de insanın kendisini eğitmesi, kendisini PKK’lileştirmesi her zaman ve her koşulda devam eden bir olgudur. Ne okullar içerisinde görülen eğitimlerle sınırlandıra bileceğimiz ne de pratiğin-yaşamın öğreticiliğiyle yetine bileceğimiz bir yaklaşımla ele alamayız. Yaşamımızın her anının öğretici derslerle dolu olduğunu göz ardı etmeden, ancak yaşamın güncel pratiğine de kapılan bir tarzdan ziyade hep en ileriyi hedefleyerek yaklaşmak daha gerçekçi olacaktır.
İmralı sürecinden sonra da Önderliğin bu tarzı ve mücadele yaklaşımı değişmediği gibi daha fazla derinleşti. Önce düşüncede, zihniyette yürüttüğü mücadele ve ardından bunun pratikte ne kadar yapıldığını hep takip edip, eleştirilerini yaptı. Bu gerçekliğe cevap olmayan, ters düşen yanlarımızı hem çözümleyip hem de çok sert, öfkeyle karşılayan değerlendirmelerini yapmaya devam ediyor.
Son süreçlerde yine aynı konuya eğilmesi, hemen hemen her görüşme notunda savunmaların okunup-okunmadığını sorması ve anlaşılmadığı için her kurum-kuruluşumuzun bir eğitim yeri haline getirilmesinden tutalım Türkiye’de Akademilerin oluşturulmasına kadar perspektif sundu. Gerilla için de somut kış üstlenme sürecini nasıl ele almamız gerektiğini belirtti. Bizim için Savunmaları anlama ve bunun için yürütülecek mücadeleye katılma en başta gelen görevimiz olarak önümüzde durmaktadır.
- Ayrıntılar
Tuzak kokardı sokaklar ve köyler.
Daha sabah sökmeden cellatlar kuşatırdı evleri.
Güneşin ilk ışınları ve usul usul ısıtan ilk ısısı vücudumuza vurmadan.
Köryılan soğukluğundaki potinli Türk cellatları girerdi evlerimizin avlusuna, bir bir odasına.
Tar u mar edilirdi her yan.
Annelerimizin kilitli kutilerinin zulasında, ziynetinden beşi birliğine, burmalı bileziğinden para-puluna kadar buldular mı doldururdu ceplerine köryılan soğukluğundaki potinli Türk cellatları.
Ninelerimiz ile dedelerimizin anne ve babalarımıza, onların da bizlere kan akıtarak, jilet gibi keskin ayaz soğuklarda, tendur sıcaklığında pişen ekmek gibi güneşin kızgın ve çıplak ışınları altında pişerken biriktirdiği ne varsa bir anda akardı düşman cellatların kasasına.
Daha bu ne ki,
Yaktıkları evlerimizin, bağ ve bahçelerimizin alevleri gökyüzünü kaplardı.
Ahırın kapılarını kapalı tutarak ahırlarla birlikte cayır cayır yaktıkları ineklerimizin, öküzlerimizin, kırlarda oynaşmaya fırsat bulamadan telef ettikleri buzağılarımızla kuzularımızın yanık et kokuları yılın ilk karı düşene kadar soluduğumuz havaya ölüm kokusunu yayardı.
Bir defaya mahsus değildi köryılan soğukluğundaki potinli Türk cellatlarının Kürdistan’ı viraneye çevirmeleri.
Ta Kürdistan’a girdiklerinden sonar onlarca yüzlerce sefer viranelere xarabelere döndürdüler Altın Hilal’imi.
Türk istila ordularının her istilasında xarabelere dönen Kürdistan hep şinwara döndü.
Onların eseri oldu xarabe.
Atalarımızın eseri oldu Şinwar Kurdistan.
Şeyh Said, Agıri, Dersim ve şimdi bir hem bu dualizm sürdü gitti.
Hala sürüp gidiyor.
Ve bu kader olmayacak.
Ta Şinwar Kurdistan ezelden ebede özgürleşene kadar bu kavga sürecek.
Hiç kimse zannetmesin ve kendini aldatmasın, istilacı çekirge sürüleri gibi Kürdistan’a giren azgın canilerden teşekküllü Türk ordusu caniliğini bırakmaz.
Hiç kimse zannetmesin ve kendini aldatmasın, gerillasız özgürlük olmaz.
Köryılan soğukluğundaki zehirli düşmanla kuşatılmış kentlerde gelecek hayali ile boşa geçecek ömürlerin hiçbir sevinci olamaz.
Köryılan soğukluğundaki zehirli düşmanla kuşatılmış kentlerde kendini yiğit görenin kafesteki aslandan farkı olamaz.
Kürdistan’ın labirentli doğal kaleleri olan görkemli dağları dururken, her gün çaresiz bir şekilde köryılan soğukluğundaki zehirli düşmanla birlikte yaşamanın kahrını çekmek zulümdur zulüm ey Kurdino!
Her anı ölüm kokan, yavaş yavaş çürüterek öldüren köryılan soğukluğundaki düşmanın hakim olduğu tuzak kokan sokaklardan umut aramak olamaz.
Umut aramanın ve özgürlük arayışlarının, yeniden canlanan doğanın canlandığı ay olan Newroz ayında ki gibi coştuğu zamanlarda, dağların zirvelerinde bulunmanın şerefine nail olan coşkulu özgürlük gerillasından başka hiçbir kimse bu kadar özgür olamaz.
Köryılan soğukluğundaki düşmanın kuşattığı tuzak kokan sokaklarda yaşamak ve çürüye çürüye ölmek mi yoksa dağların asi ve direngen ruhlu özgürlük gerillası olmak mı en yalın hakiki seçenektir?
- Ayrıntılar
Sanatçı insan ince ruhlu insandır. Toplumsal sorunlara karşı duyarlı duran ve yaşayandır. Ve belki de en büyük sanatçılık yaşanan toplumsal sorunları en çarpıcı bir şekilde dile getirerek bu sorunların çözümünde rol oynayandır.
Evet, sanatçı toplumsallığa en fazla katkı sunandır. Ve gelecek günlerin daha aydınlık geçmesi için de hayallerini özgür bırakarak toplumun hizmetine gönüllüce koşandır. Bunu yapmayana sanatçı demek herhalde bir zorlama olur. Komersiyel çıkarlar için sanatla uğraşana dediğimiz gibi sanatçı demek bir zorlama olmalıdır.
Biz gerçekten de sanatla uğraşanları sanatçılar olarak ele alıyor ve bu temelde bir değerlendirmeye gitmek istiyoruz. Bir gerilla olarak sanatçılara belki de en yakın duran insanlar olarak seslenmek yanlış olmayacaktır.
Yıllardır süren bir özgürlük mücadelesi vardır. Yıllarca inkar edilen, yok sayılan, imha edilen, hakaretlere uğrayan, katledilmeleri adeta normalleştirilen bir halktan bugün meydanlarda gür haykıran, kendisi olmuş, kimseye boyun eğmeyen bir halk yaratılmıştır. Boynu bükük, ezik, kendisine güvensiz olan bir Kürt’ten kendisine güvenen ve gittikçe de özgürlük yoluna giren bir Kürt yaratılmıştır.
Hiç şüphe yoktur ki özgürlük yoluna girmek için çok ağır bedeller ödenmiştir. Binlerce gerilla canını bu özgürlük uğruna feda etmiştir. Yine Türk devleti tarafından da binlerce asker ölmüştür. Tahribatı olmayan savaşlar yoktur. Her savaşın tahribatları mutlaka vardır. Zararları da vardır. Ancak bir yerde onursuzluk dayatılıyorsa buna karşı yapılacak başka herhangi bir yol kalmamışsa onurlu olmanın bir yolu olarak özgürlük savaşı yürütmek, özgürlük savaşçısı olmakta bir o kadar yerinde olan bir insan olma tavrıdır.
Dediğimiz gibi savaşların mutlaka zararları vardır. Bunun için denilir ki her savaşın bir barışı vardır. Ya da her savaşın barışı mutlaka olmalıdır. Yaratılmalıdır. Bu barışın oluşması için her insanın mutlaka görevleri vardır. Olmalıdır.
Bir yerde bir sorun varsa, bir yerde bir çatışkı varsa, bir yerde bir savaş varsa bunu durdurmak için duyarlı insanların bir araya gelerek elinde geleni yapmaları insani bir görevdir. Toplumda en duyarlı insanlar olarak bilinen sanatçılar ve aydınların sorunları çözmede asli bir görevi üstlenmeleri gerçekten de insani bir görevdir.
Bunun için sanatçıların Kürt sorununun çözümünde görev üstlenmeleri anlamlıdır. Duyarlılıklarına işarettir. Saygı duyulması gereken bir tavır ve davranıştır.
Her şeyden önce dediğimiz gibi Kürt sorununu çözmek asli bir görevdir. Türkiye de Kürt sorununun çözülmesi yaşanan onlarca sorunun hızla çözülmesi demektir. Akan kanın durdurulmasıdır. Kardeşlik atmosferinin yeniden yeşermesidir. Kırgınlıkların, daralmaların, çelişkilerin giderilmesidir. Özcesi barışın adım adım tesis edilmesidir. Böylesine kutsal bir göreve duyarlı yaklaşmak dediğimiz gibi gerillalar olarak sadece ve sadece saygı gösterilebilir.
AKP hükümeti ya da AKP ne amaçla sanatçıları bir araya getirmek istediğine girmeden bir iki hususun altını çizmek istiyoruz; biz Kürt sorunun çözümü için yapılacak her türden çalışmayı gerillalar olarak destekleriz. Biz sürdürdüğümüz silahlı mücadelenin yapması gerekenleri fazlasıyla yaptığına ve fazlasıyla var olan sorunları açığa çıkardığına inanıyoruz. Ve artık savaşın değil barışın inşa edilmesi gerektiğine inanıyoruz. Halkların kardeşliği için ne gerekiyorsa onun yapılması gerektiğine de inanıyoruz. Bu bağlamda kim hangi amaçla Kürt sorununu çözmek isterse istesin, bizim için önemli olan Kürt sorunun onurlu bir barış temelinde çözülmesidir. Dediğimiz gibi akan kanın durmasıdır.
İşte sanatçılar akan kanın durdurulmasına katkılara olacaksa biz buna sadece ve sadece saygı duyarız. Ne var ki saygıyla andığımız ve gerilla da zevkle dinlediğimiz kimi sanatçı Kürt sorunu ile PKK’yi ayrı tutmak gerektiğini belirtmişler. Bazıları daha ileri şeylerde söylemişler.
Öncelikle şunu söyleyelim; Kürt halkıyla PKK arasında bağı öğrenmek isteyenler Diyarbakır’da Newroz kutlamalarına gelsinler.
15 Şubat günü Kürt halk önderliğine sahiplenişine baksınlar.
Daha birkaç yıl önce Kürt halk için toplanan imzaların sayısına baksınlar.
Ve belki de daha görkemli olarak; barış gurubu olarak Türkiye sınırlarına girdikleri andan itibaren yüz binlerce Kürt insanı tarafından karşılanan gerillalara bakarak PKK ile Kürt halkı arasındaki ilişkinin örülmesine baksınlar.
Onurlu, özgür Kürt ile PKK etle tırnak gibi birbirine bağlanmıştır. Sıfırın altında seyreden bir halkı, hiç kimseye boyun eğmeyen bir halk haline getiren PKK’dir. Yine sıfırın altında isminden söz edilmemişken bugün devletlerin resmi gündemine girip sanatçılardan bu sorunun çözümü için yardım isteniyorsa bunu yaratan yine PKK’dir. Ve onun gerillasıdır. Kürt halkı bunun için gerillasından ve PKK’sinden ayrılmaz. Ayrıştırılamaz. Halkımızın o; ‘PKK halktır halk burada’ sloganı incelemeye değerdir.
İşte bunun için diyoruz ki; sanatçılar doğru yerde durmalıdır. Bu duruş, onurlu sanatçı olmanın da bir gereğidir.
- Ayrıntılar
Öyle bir dünya ki hep birine muhtaç kılma üzerine kuruludur. Ya el öp ya da el öptür.
El öpmek çok onursuzlaştırıcıdır. Ancak el öptürmede el öpmek kadar onursuzlaştırıcı ve kirleticidir.
El öpme bir saygı gösterisi olarak alınır. Bir büyüğe gösterilen saygı. Eğer bu bir toplumun ahlaki normları üzerine kurulu ise bir nebze de olsa kabul edilebilir. Ancak bir hiyerarşi ve büyüklük gösterisi için yapılan bir eylem ise çok mu ama çok düşürücüdür. Başka bir deyimle onursuzlaştırıcıdır.
El öptürme ise daha onur kırıcı bir eylem. Çünkü karşındakine boyun eğdirmek esasen bireyin boynuna takılan bir boyun eğdirmişlikçiktir. Birine boyun eğdiren birine boyun eğmiştir. Birine el öptüren birinin ellini çoktan öpmüştür. Yani onursuzlaşmıştır.
Kürdistan’da en çok boyun eğdirilenler kadınlardır. En çok kadın üzerine el etek öpmeler uygulanır. En çok kadınlar onursuzlaştırılmaya çalışılır. Ne de olsa onlar hep birilerine muhtaç kılınmıştır. Onlar hep birilerine monte edilmiş ve yamalanmıştır.
Kadın bu durumu nasıl aşacaktır? Kadın nasıl kadın olacaktır? Kadın nasıl hak ettiği toplumsal statüyü elde edecektir? Toplumun en dinamik olan kesimi nasıl toplumda başat hale gelecektir?
Bir kere şunu peşinen söyleyelim: düşürülmüş kadın düşürülmüş toplumdur. Düşürülmüş kadın çoktan düşürülmüş erkek ve erkeklerin topu sülalesidir. Muhtaç kılınmış kadın muhtaç kılınmış erkektir. İradesi alınmış ve çalınmış kadın iradesi alınmış ve çalınmış erkektir. Bir yazarın yazdığı gibi: Kopyaya kaynaklı eden sonuçta kendisi kopya olacaktır. Sen kadının muhtaç olmasına göz yumarsan sonuçta kendin muhtaç olursun.
Şunu herkes bilecektir: bir yerde kadın dip noktaya getirilmişse orada erkeğin dip noktaya getirilmesi çoktan başlamıştır. Orada erkeğin adım adım-ne kadar kendini beğenerek naralarda atsa-karılaştırılması çoktan başarılmıştır.
Gelelim yeniden sorularımıza; kadın nasıl muhtaç olma konumundan çıkacaktır?
Öncelikli olarak başkalarına muhtaçlık emaresi gösteren ne kadar şey varsa hepsinden kendini arındıracaksın. Başka bir deyimle; “kişilik sahibi olan her insanın, başkasında bulmak istediğini önce kendisinde yaratmayı esas alması kaçınılmazdır” felsefesini esas alacaktır.
Öyle ki şairin dediği gibi: “Yaşamlar vardır sevda, türkü, acı tadında, yaşamlar vardır binlerce kez ölümleri öldüren yaşamlar, yaşamlar vardır ki gerçekten yaşadım diyen yaşamlar.”
İşte böyle yaşamlar ancak ve ancak kendine yeten tarzda olabilir. Hiçbir güce dayanmadan sadece ve sadece kendine dayanarak, kendi cinsine dayanarak başarılabilir. Bir kadın önce kendisine güvenecektir. Yaşamda ayakta kalabileceğine inanacaktır. Öyle sanıldığı gibi birilerinde koparsa ortada kalmayacaktır. Birisinde boşanırsa dünyanın sonu gelmeyecektir. Elbette zorluklar olacaktır. Ancak her zorluk yeniden bilenme demektir. Yeniden çelikleşmek demektir. Ve yeniden kendini yaratmak demektir.
Kendine yeten kadın demek öncelikli olarak kendi ayakları üzerinde duran kadın demektir. Kendi gücünü kendisini tanıması demektir. Ve kendisini tanıdıkça güç alacağı kaynakları bilen demektir.
Kendine yeten kadın olmak öncelikli olarak toplumsal zorluklara kadın gücüyle karşı koymak demektir. Bugün Kürdistan’da zorluk çeken binlerce yüz binlerce kadın vardır. Bu kadınlarla ortak noktalarda buluşarak kendisi olmanın yolunu aramak demektir. Bu ortaklaşmış kadın yaşamları anlamına gelecektir. Yani komünal olarak tüm geriliklere, zorluklara, erkek egemenlikli yaklaşımlara ve tabii ki tüm muhtaçlıklara başkaldırmak demektir. Bunlar zor mudur? Elbette çok mu ama çok zordur?
Ama unutmayacağız, kendisi olmak demek zor bir iştir. Hele hele kendisi olan ya da olmak isteyen kadın olmak demek daha zordur. Ve kendisine yeten kadın olmak demek ise zorluklarında zorluğu demektir. Ancak kendisine yeten kadın olmak demek ise tüm bu zorluklara karşı dimdik direnmek demektir. Ölüm yokluksa bizde bunun adı ve yeri olmamalıdır. Ölümleri öldüren bir gerçeklik olmalıdır ki yeniden yeniden yaşamı filizlendirsin.
Bir atasözü vardır derki: “En insani davranış, bir insanın utanılacak duruma düşmesini önlemektir.”
Evet, kendisi olmak isteyen bir kadın öncelikli olarak utanılacak duruma düşürülen kadını bu durumda kurtarma görevi vardır. Ve yine şairin dediği gibi:
“Öpülesi güneşin kızıl çehresindesiniz
Nede olsa özgürlük delisiyiz biz
Ne zincire vurulabilir bu yürek
Nede pazarda satılır
Hayalî sanılsa da düşüncemiz
Kadınla büyür, kadınla özgürleşir tüm insanlık”
- Ayrıntılar
Günümüzü anlamak geçmişi anlamaktır. Geçmişi anlamak ise günümüzü sorgulayarak anlamlandırmaktan geçer. Uygarlığın gelişimi bir nevi komplo, yalan, düzenbazlık ve şarlatanlığın karakter kazanmasıdır. Bu karakterlerin 1999 yılında Önderliğimize yapılan komplodaki rollerinden de anlaşıldığı gibi günümüzün komplocuları bin bir maske ve hileyle dıştan dost görüntüsü verirken içte ise ustaca namertliğini sergilemektedir.
Neydi komplo? Tanrılar neden bu kadar çıldırmıştı?
İnsanlık tarihinde zulüm ve direniş hep bir arada yaşanmıştır. Efendilerin kaleme alamadığı, almaya cüret edemediği bu tarih, destanlarda ağıtlarda ve kayalara çizili resimlerde ifadesini bulmaktadır. Tarihin zulümkâr yüzü kendini ilk komployla ve yalancılığını analitik zekânın kurgusuyla boy verirken duygusal zekâdan yoksun efendiler komplolarını günümüze kadar devam ettirmektedirler. İnsanlığın özgür ve eşit yaşadığı dönemden(anaerkil sistemden) ataerkil sisteme geçerken ilk defa duygusal ve analitik zekânın ayrışması erkeğin kompleksiyle başlamıştır. Yaratılan ürünü erkeğin mülkleştirmesi tek elde tutmasının temelleri ta bu dönemde başlar. İnsanlık ilk defa aklını vidandan ayırarak kullanır. Teorisine kıskançlık dediği aşırı kuruntuyla insanlık tarihine ket vurmaktadır. Toplumun ahlak ve politik gücünü zayıflatarak kendini hâkim kılmaya başlamıştır. Tabi ki bu süreçler öyle hemen gelişmeyip güçlü direnişleri de bağrında yaşamıştır. İnsanlığın toplumsallaşmasında verdiği emek ve uğraş bu sisteme geçişte de vardır. Birçok sancılar yaşanmakta ve uğraşlar verilmektedir. İnsanlığın inancı, ahlakı, politikası ve yönetimi değişmiş, kurdukları muhteşem ideolojileriyle insan zihnini bulandırarak toplumu ters yüz etmişlerdir. Erkek egemenlikli sisteme yani ilk yalana, komploya böyle geçilir. Ahlaklı, politik, birlik ve beraber yaşamanın yerini artık hiyerarşik baskıcı sömürücü bir sistem yerini alır.
Peki, komplo başarılı mı oldu? Tarihin seyrine baktığımızda bir yandan egemen erkek artı ürün ile gelişme sağlarken diğer yandan bu sisteme karşı muhteşem “hakikat arayışçılarının” direnişi çıkar. Gelişen düşünce sistemlerinde mitoloji bilim, felsefe vb. her bir yöntem önemli bir gerçekliği açıklarken iğne ucu kadar yansıtılan hakikat önderlik şahsında büyür ve yepyeni bir anlam kazanır. Tarihin derinliklerinde baktığımızda insanlık Âdem’den İbrahim’e, Hallacı Mansur’dan Mani’ye, Saint Paul’den, Giardino Bruno’ya birçok hakikat arayışçıları görüyoruz. Fakat bu düşünürler sistem tanrılarının gazabına uğrarlar. Bu direnişçilerin tanrıyla hesaplaşması ile evrenin, insanın oluşumuna baktıklarında güçlü bir hesaplaşma sonucu gerçek bilgeliğe götürdüklerini görmekteyiz. Bu düşünürlere karşı sistemin tahammülü yoktur.
Neden ilk komployla ahlak geriletildi? Doğal toplumun değerleri bir avuç iktidar kesiminde nasıl toplandı? İktidar sahipleri yeri geldi bu miraslardan yararlandı, kullandı, yeri geldi bu fikirlerin sahiplerini engizisyonlardan geçirdi. Katletti ve bastırdı. Büyük düşünürler sistemin çıkarlarının dışına çıktılar. Gerçek ahlak, sevgi ve inancı savundular. Ne büyük bir acıdır ki egemenlerin tarihinde bu insanların ne isimleri ne de eylemleri geçiyor. Devletli uygarlık toplumun ahlaki gücünü zayıflatarak boy verirken bireyi toplumsal gerçeklikten koparıp iradesizleştiren kapitalist sistem başarıya ulaştığını düşünürken demokratik uygarlığın direnişini görmezden gelip koltuğunda içtiği kanlarla şahlanırken neolitik kültürüyle büyümüş, besinini bu kültürden alan Önderliğimiz gerçek dostluğunu herkese gösterirken sahte dostlukların, arkadaşlıkların gerçek yüzünü bir kez daha darbelemiştir. Sistemin ideolojik tahakkümünden hem ruhsal hem düşünsel kendini arındırarak, egemenlerin geliştirdiği cezaevlerini de, esir alma yöntemlerini de boşa çıkarmıştır. Kendi şahsında ulaştığı özgürlük zirvesini başta Kürt halkına, Kürt halkı şahsında bütün insanlığa armağan etmiştir.
Özgür düşünce Önderliğimize karşı yapılan komployu her an lanetlemekle canlarını bombalarken şu slogan üstündü. “Güneşimizi karartamazsınız”. Güneş enerjidir, enerji güçtür, güç özgürlüktür, iradedir. Çağdaş Kawa Mazlum’la başlayan direniş ruhu günümüze kadar gelmektedir. Bu direniş meşalesini Önderlik bize armağan etti. Zilanlarla, Semalarla Viyanlarla bu direniş görkemleşti. Komplonun cevabı Taylan, Özgür ve Viyan yoldaşlar şahsında ateş topu misali kızgın alevleri oluyordu. Ateş yaşamdı, arınmaktı kirlilikten ve yazılan kirli tarihi ters yüz etmekti.
Vicdanın buz tuttuğu bu çağda, asla İmralı etrafında yanan meşaleleri söndürmeyeceğim, diyen Viyan yoldaş, bir 15 Şubatı daha “çarmıha gerilişimi görmek istemiyorum” diyerek eylemiyle protesto ederken Önderlik şahsında kadının esaretini çok yalın dile getirmiştir.
Biz kadınlar olarak Önderliğin esaretine alışamadık, alışmayacağız. Özgürlüğümüz özgürlüğündür Başkanım. Özgürlüğümüzü sizde görüyoruz. Egemenlerin elinden çekip aldığınız kadın gerçekliği sizin onurlu yaşamınıza kendisini borçlu saymakta ve bu borcunu onurlu yaşayarak, mücadelesini güçlendirerek size cevap olabileceğini bilmektedir. Bizim için mücadelede hayati bir olgudur. Varoluş yok oluş durumudur. Sizinle özgür yarınlarda insanlığın doğuş mekânında neşeli, mutlu yaşamlarda yaşama umuduyla yaşıyor, umutlarımızı hayallerimizi sistemin boş kof halleriyle boğmadan özgür bir zihin refah içinde bir toplum hayalleriyle mücadelemizi güçlendirme sözümüzü veriyor, 2010 yılının büyük bir özgürlük ve mücadele yılı olacağını umut ediyoruz. Özgürlük uzak değil. Uzak olmadığı gibi öyle kendiliğinden de gelmez. Bunun için onurlu yaşamda ısrar, her türlü köleciliğe lanet okuyarak “Ya Önderlikle Yaşam Ya Hiç” diyoruz.
Selena Munzur
- Ayrıntılar
Doğal toplumun yaratıcı gücü olan kadının düşürülmesi, köleleştirilmesi komplo gerçeğinin en çarpıcı yanını göstermektedir. Güçlü kurnaz erkeğin avcılık kültüründen edindiği deneyimlerine dayanarak Ana tanrıça etrafında şekillenen evcil düzene karşı yeni bir ev düzeni ataerkil zihniyetle geliştirilmiştir. Emeğe, eşitliğe ve paylaşıma dayalı olan yaşam ortadan kaldırılmıştır. Doğal toplumun en çok öne çıkan yanı, paylaşımcı, özgürlükçü ve adaletli değerleri yani toplum değerleri bastırılmıştır. Yerine ataerkil zihniyetin yarattığı zor, şiddet baskı, kölelik ve sömürü gibi uygarlığın değerleri artık toplum üzerine hakim olmuştur. Bunun sonucunda anacıl ev düzeni ortadan kaldırılmıştır.
Komplo ve komploculuk tüm insanlık tarihinde, uygarlığım gelişimiyle başlamış ve gününüz olan kapitalist sisteme kadar gelmiştir. İktidarcı-devletçi zihniyetin sahibi olan ataerkillik sadece kendisini sıfat ve biçimleriyle değiştirmiş ve özünden hiç taviz vermeden varlığını korumuştur. Tarihsel gelişmede uygarlığın en çarpıcı yanı toplumu kan deryasına çevirmesidir. Ataerkil zihniyet her zaman savaşı tırmandırmış ve kendisini sürdürmüştür. Komplo ataerkil zihniyetin ürünü olarak yalana, hileye ve entrikaya dayalı gelişmiş ve geliştirilmiştir. Bu oyuna karşı çıkan her sese karşı bir yönelim olmuş bastırılmış, susturulmuş veya ölümle sonlandırılmıştır. Tarihsel gerçekliğimiz bunu çok açık bir şekilde doğrulamaktadır.
Uygarlık tarihinde de gördüğümüz gibi hakikat arayışçısı olan büyük özgürlük filozofları ve ütopyacıları yakılmayı göze olarak sonuna kadar düşüncelerini savunmuşlardır. Bruno ,Galileo, Kopernik gibi reformatörler ütopyacılar hakikat arayışçısı olup ama iktidarcı-devletçi zihniyet tarafından bastırılmış tarihin derinliklerine gömülerek üstü örtülmüş bir geçekliktir. Bununla beraber bunu Ortadoğu’da da görmek mümkündür. Ulus devlet zihniyetinin sahipleri ile bunu da aşmak isteyen emperyalist ve sermayeli güçler arasında Önder APO ‘ya karşı kurulan ittifak sonucu bir olmuşlardır.
Önder APO yeni bir yol, yeni bir hakikat yaratmak istiyor. Hakikat arayışı doğal toplumun ahlaki ve politik yanı hafızalarda hep bir cennet olarak kalan insanın insan olma ve insanın varolma arayışı demektir. Bize gerçek- hakikat diye öğretilen uygarlık tarihi aşılmalıdır. İnsanlık doğal toplumu politik ve ahlaklı yaşam biçimleri olarak yaşadılar. Yani yaşamları hakikatleri oldu. İnsanlar hakikatsiz ve inançsız yaşayamazlar. Bize hakikat diye öğretilen uygarlık tarihinin yalanlarından ve öğrettiklerinden kurtulmamız lazım. Uygarlık tarihinin gerçekliği hakikatliğinden kurtulmazsak Önderliğin hakikatine (Kürtlerin neolitik yaşam gerçeği ) ulaşamayız. Bu yüzden geçek olan hakikatin arayışında olmalıyız
Önder APO’nun yaratmak istediği hakikat, Kürt halkının ve tüm insanlığın hakikati olacak ve buna dair yürütülen özgürlük mücadelesi direnişini devam ettirmektedir. Bunu gören, hisseden iktidar sahipleri kendileri için bu durumu bir tehlike olarak görmüş ve Önder APO’nun sesini kesmek, bastırarak işlevsiz kılmak istemişlerdir. PKK hareketinin öncülük ettiği mücadele had safhaya ulaşmıştır. Bu mücadele özgür Kürdü yaratma ve irade yapma mücadelesidir. Buna karşın egemen güçler tarafındansa Önder APO şahsında özgür Kürdü yok etmek, iradesizleştirmek esas alınmıştır. Önder APO’nun tutsaklığıyla gelişen mücadelenin artık boy vermeyeceği ve yok olacağı hedeflenmiştir. Önder APO’nun esir alınmasıyla birlikte Kürt halkının özgürlük mücadelesinin dağılacağı hesaplanmıştır. Tekrardan Kürt halkının tarihin derinliklerine gömülmesi istenmiştir. Önderliğimiz fiziki bir esareti yaşıyor olsa bile düşünsel ve irade olarak en özgür insan olma konumunu daha da güçlendirmiş ve duruşuyla, direnişiyle bunu herkese bir kez daha ispatlamıştır. Önder APO’nun direnişçi duruşu devletçi-iktidarcı zihniyetin, komplonun amacına ulaşmasında da yıkılmaz bir barikat gibi durmuş ve komployu anında çözümleyerek, deşifre ederek boşa çıkarmayı başarmıştır.
Mevcut durumda komplo halen devam etmektedir. Komplo amacına ulaşmada büyük çabalar harcamakta ve sürekli biçim değiştirmektedir. Önder APO’nun tüm insanlık ve dünya halkı için yürütülen mücadelesinde sunulan proje (demokratik uygarlık )insanlığın kölelik zincirlerini kıracaktır ve bunu gerçekleştirmek de bize düşmektedir. Özellikle bir APO’cu kadın militanlar olarak Önder APO’nun kadın boyutunda harcadığı muazzam çabaları göz ardı etmeden öncülük misyonuna sahip çıkarak projeyi hayata geçirmekle yükümlüyüz. Eksik yanlarımız varsa bunun tespitini yaparak aşılmasında en radikal tutum sergileyerek mücadele düzeyimizi yükselteceğiz. Ancak kendimizi yarattığımızda Önder APO ‘ya ve sonsuz direnişe layık olabiliriz. Bu temelde gerçek anlamda komployu öğrenmek istiyorsak tarihi iyi okumalı ve anlamalıyız. Çağımız 21. yy’ın, demokratik modernitenin hayat bulacağı ve kapitalist modernitenin aşılacağı bir yy olacağından umut ediyoruz. Yaşam olacaksa ya özgür olacak ya da hiç olmayacaktır.
- Ayrıntılar
Türkiye yeni günlere gebedir. Bunun da işaretleri her gün bir bir ortaya çıkıyor. Yeter ki zihin gözlerimizi açmasını bilelim.
Türkiye toplumu ilk kez bir vücut olmaya doğru gidiyor. Toplumu rahatsız eden baskıcı kesimlere ve kan emicilere ortak bir karşı duruş adım adım yükseliyor.
Toplum parçalanmayı, karşıtlaştırılmayı, birbirine düşürülmeye artık tahammül etmiyor, edemiyor. Çünkü yaşam onlara “böyle yürümemelidir” diyecek tecrübeyi çok fazladan öğretmiştir. Yaşam en büyük öğretmendir derler. evet yaşam Türkiye toplumlarına bunu iyi öğretmiştir. Geçte olsa bu öğrenme halklar adına sevindirici bir gelişmedir.
Kürtler yekvücut olmayı ilk gören toplumsal kesittir. Ve bu Kürtleri şanslı kılmaktadır. Çünkü hazırlıklı olan Kürtler yekvücut olmanın motor rolünü oynamaları gerektiğini de biliyorlar. Bu görev ya da misyon onlara biçilmiştir. Ne de olsa en çok ezilen, horlanan, dıştalanan, kapı dışarı edilen, öldürülen, faili meçhule giderek ölüm kuyularına atılan, evleri köyleri yakılıp yıkılan, ötekileştirilen bir toplum olarak en çok acıyı yaşayanlardır. Acıyı yaşayanlar acımasını bilirler. Acı çekenler acı yaşayanı anlarlar. Acılara maruz bırakılanlar acılara kimselerin maruz kalmaması için mücadele ederler. Ve Kürtler bugün bunu yapıyorlar.
Türkiye’de diğer acı çektirilen bir toplum kesimi de dini duygularına göre yaşamak isteyen İslami kesimler olmuştur. Din haline getirilen laisizmin kurbanı olarak dıştalanmanın ne olduğu iyi bilen başka bir ötekileştirenlerdir. Her ne kadar son zamanlarda iktidara bulaşmış olan bir kesim İslam’ı bozan dindar geçinenler bu yekvücut olmayı engelleseler de bu kesim giderek kardeşliği benimsemektedir.
Türkiye’nin başka kanayan bir yarası Alevilerdir. Adeta Kerbela’nın susuzluğu bu topluma hep yaşatılmaya çalışılmıştır. Acı ve ızdırap denildiğinde ilk elden Alevilerin gelmesi bundandır. Artık aleviler yekvücut olmuş bir Türkiye’nin olmazsa olmaz olduğunu biliyorlar.
Başka acı çeken kesimler de vardır. Ermeniler, Süryaniler, Ezidiler, Romanlar, Hıristiyanlar ve tabii ki diğer azınlıklar.
Türkiye’nin başka acı çekenleri olarak solcular vardır. Her ne kadar hep sindirilmeye çalışılmışta olsa alttan alta bildikleri yoldan şaşmadan yaşamasını bilmişlerdir. Ve onurlu olanları halkların kardeşliğine olan inançlarını yitirmeden bugüne gelmişlerdir.
Türkiye’nin başka bir kesimi ise yukarıda dile getirdiğimiz kesimlerden çoğu zaman çıkarlardan, acımasız politik oyunlardan, apolitiklikten derken birçok farklı nedenlerden dolayı uzak duran liberal çevreler olmuştur. Bireycilik bir hastalıktır. Liberaller bireyciliklerinden dolayı acı çeken toplumlara hep uzak durmuşlardır. Ancak faşizmin kol gezdiği Türkiye’de artık liberaller de nefes alamaz duruma gelmişlerdir. Faşizm gerçekten nefes kesen ve nefessiz bırakmanın kendisidir. Ve giderek bu nefessiz bırakılmayı liberallerde geçte olsa görüyorlar.
Ve tabii ki bu tabloya çok sayıda aydını, demokratı, onurlu duruşa ant içmiş insanı, çevreciyi, feministi, anarşisti, sivil toplumcuyu, insan hakları savunucusunu, antifaşisti, anti militaristi ve burada sayamadığımız daha başka kesimleri de sıralamak gerekiyor.
Hepsinin ortak noktası; yeni ve adil bir Türkiye’nin yaratılmasıdır. Herkesin kendisini özgürce ifade edeceği, siyasal, dinsel inançlarından, milliyet aidiyetinden dolayı ayrımcılığa uğramadığı bir Türkiye.
Evet, Türkiye yeni günlere gebedir. Ortaklaşmanın, kardeşleşmenin, hoşgörünün gelişeceği günlere gebedir Türkiye. TEKEL işçi direniş bu birleşmenin iyi bir örneğidir.
Ve buna en fazla öncülük edecek olanlar ise Kürtler ve Kürtlerin demokratik siyaset güçleridir.
- Ayrıntılar
Haberlerde okuduğum Doğubeyazıt’taki Gülen cemaati faaliyetlerine ilişkin bir şeyler belirtmek gerekiyor.
Ben de aynı topraklarda doğdum-büyüdüm. Çaresizlikten iki yıl bu cemaatin yurtlarında kaldım. Bilenler bilir. Fatih öğrenci yurdu.
Yaşamımın keşke olmasaydı dediğim yılları.
Şimdi bu cemaat Xani Baba dururken onlara Fetullah Gülen’in fikirlerini benimsetecek. Ahmede Xani kimdir. Ağrılılar, Doğubeyazıt’lılar çok iyi bilirler. Xani Baba adına edilen yemin en büyük yemindir.
Ahmede Xani Kürtlerin bir olmasını öğütlemiş bir alim bir din adamıdır. Hep kendi topraklarında kalmış, onlarca öğrenci yetiştirmiş, onca kitap yazmıştır. Kürtlere varlığına dair en önemli edebi eserlerden biri olan Mem-u-zini yazmıştır. Kendi topraklarında yaşamış, kendi topraklarında insanları eğitmiştir.
Fetullah gülen kimdir. Şimdi nerededir?
Cevabı tek kelimedir
Amerika
Amerika’da kimler tarafından beslendiği, kimler tarafından yönlendirildiği çok açıktır. Kürdistan’da özgürlük tohumlarının yeşerdiği yerlere Amerika ve faşist Türk devletinin öncü birlikler olarak gönderdiği cemaatin lideridir. Şimdi Amed’de Hewler’de yeşeren özgürlük tohumlarını yok etmek için uğraşıyorlar.
Fetullah Gülen 12 eylül darbecilerinin ve Amerikalıların kurduğu sözde kominizmle mücadele derneğinin aktif militanlarındandır. Kominizmle mücadele adına bölge halkını imha ve inkar eden devletin politikalarının bir parçası olmuştur.
Fetullah gülen cemaati kendini Saiti Kurdi’nin takipçileri olarak tanımlarlar. Kendileri Saiti Kurdi’yi Saidi nursi olarak dönüştüren, Saidi Kurdi’nin düşüncelerini dönüştürüp,değiştirip Saidi Kurdi adını kullanıp Saidi Kurdi’nin kitaplarını düşüncelerini bozan, kendi çıkarlarına göre değiştiren cemaattir. Saidi Kurdi’nin asi düşüncelerini sistem içi bir düşünceye çeviren Fetullah Gülendir.
Bu cemaat Doğubeyazıt’ta yurt ve dersane açacakmış. Bu cemaatin dershanelerinde okumuş onların cematine katılmış bölge gençlerinin şimdiki durumuna bakın bazılarını tanıyorum. Kendi halkı ve kendi topraklarından kopmuş, kendisi ve bu cemaat dışında hiçbir toplumsallığı insanlığı kalmamışlardır. Bu dershaneler bölge halkını bölge gençlerinin düşünce gücünü çalıp sistemin çarkları arasında eritmeyi kendisine yabancılaşmasının araçlarıdırlar. İlk başta birilerine iyilik güzellik olarak gelse de bu insanı kandırmak için verilen sahte değerdir.
Ahmedê Xani Doğubeyazıtta öldü. O zamanların bilim merkezi Bağdat’a da gidebilirdi ama gitmedi. Kürdistan’da kendi topraklarında kaldı.
ne yapmalı?
Bu gerçeği herkese anlatmalı. Bu cemaat bu topraklardan çıkmaya mecbur edilmeli. Bu iyi bilinmeli anlatılabilme ki bu cemaatin her kurumu marketi dersanesi yurdu halkı ajanlaştırma, kendi değerlerinden uzaklaştırma araçlarıdır. faşist Devletin farklı bir şeklidir. AKP nin adamlarıdır.
Bunun kurduğu kurumlara alternatif kurumlar örgütlenmeleri yöre öğretmenleri demokrat sendikaları yaratmalı, işletmelidir. Bu belediyenin de görevidir. Gerçek din adamları bu cemaatin gerçeğini teşhir etmelidir.
Serhat gençleri
Xani Baba aşkına!
Bunlara kanmayın. Bunları o kutsal topraklardan söküp atın. Bunun için ne gerekiyorsa kendiniz yapın. Örgütlenin.
Siz Doktor Agit(Nurettin Turan), Mehmet Okçu, Sema Yüce’lerin hemşerisi ardıllarısınız. Siz Ahmedê Xani’nin öğrencileri olun, fetullah gülenin değil.
- Ayrıntılar
Gecikmiş kar’ın her tarafı bembeyaz eden örüntüsü ile güne başladığımızda herkeste sevinç ile şaşkınlık arasında sıkışmış bir duygu coşkunluğu oluşuyordu. Kimse bunu açıkça söylemiyor ve herkes sobaların başına koşarcasına geliyor ama gözlerin hemen hemen hepsinde bu geç kalan kar’a ve ortalığa serilmiş olan bu beyaz görüntüye olan hayranlığı çok çabuk yakalayabiliyor insan.
En çok ayaklarımız üşüyor ve direk sobaya en yakın yerlerde ayaklarımızı ısıtıyor ve ıslanmış ayakkabılarımızı kurutmaya çalışıyoruz ve biraz sonra tekrar ıslanacağını da çok iyi biliyoruz. Bunun yanında mümkün mertebe biraz hacimsel sıkışmalarla bütün canların etrafımıza, sağımıza, solumuza gelmesini isteyerek “gelsene Heval sen de ısıt kendini” diyerek, ısınan ayaklarımızla sıcak sohbetler oluşturuyoruz. Ama eksik kalan bir şey ise zaman geçtikçe daha ağır bir şekilde kendini hissettirmeye başlıyor. Aklıma adını unuttuğum İspanyol yazarın “Sakın Yatağın Altına Bakma” adlı o güzel, güzel olduğu kadar da post-toplumcu olan romanı geliyor birden. Gözlerim ayakkabılarda, paçalarına kadar çekilmiş çoraplarda ve gerçekten diyorum: “bunlar birbirini yer mi, birbirleriyle çeşitli maceralara açılır mı?”
O anda ellerine geçirmiş olduğu kocaman eldivenlerle ve boynundaki şalıyla içeri giren Medya arkadaşın gözlerindeki ışıltıyı çabuk anlıyorum, ki o da ona yöneltilmiş bakışlara yönelik “hadi ne duruyorsunuz, gelin kar topu oynayalım” diyor. Sanki herkesin uzaklardan ve saatlerdir beklediği haber yerine ulaşmış gibi oluyor ve birden bir hareketlilikle herkes, mümkün mertebe üst yamaçlara yöneliyor. Neden mi üst yamaçlar? Biz savaşın içinde kalan ve savaşa aşikar olan tutkulu insanlar için her zaman hakimiyet noktası, yaşamla eş değer olmaktadır. Bunun için de yaşamla o kadar çok iç içe geçmiş olan bu doğal kaideyi uygulamak, bizler açısından içsel bir harekete dönüşmüştür. Bundan dolayı da oyunumuzda bile savaşın gerekliliğine göre hareket ediyoruz ve yukarılara ulaşanlar, başlıyorlar alt kademelerde olanlara ilk atışları yapmaya. Bunlar, yani bu ilk atışlar daha çok yoklama ile taciz arasında oluyor. Bir de safları belirlemek için de bu atışlar geçerli olmaktadır.
Ben o gün günlük görevli olduğum için bu taktiği savaşa, ruhu ise dinmemiş çocukluğa dayanan oyuna katılamıyorum ve oynayan yoldaşları bir parça da olsa izlemeye çalışıyorum. Arada bir beni de bu oyunun içine çekmek için bazı atışlarını bana doğru yapıyorlar. Ama ben çalışmam gerektiğini bildiğim için “tahrik edemezsiniz” diyorum uzaktan ve her ne kadar taciz amaçlı olsa da, yapılan atışlardan kendimi korumaya çalışıyorum. O anda gözlerimle bu coşkunluğu açığa çıkarmış olan Medya arkadaşa bakıyorum, boynunda spazm varmış ve ciddi anlamda belinden rahatsızlıklarıyla boğuşuyormuş, kimin umurunda kocaman eldivenlerinin arasına topladığı karları, aceleci bir şekilde ovuşturuyor ve istediği şekli aldığına kanaat ettiğinde, öncesinden belirlediği hedeflerine yönelik birbiri ardına atıyor kar toplarını. Her atışının sonunda da bakıyor karşısında hedef olarak yer alan arkadaşların canlarının yanmadığına emin olmak istiyor. Çünkü biliyor her ne kadar oyun da olsa bu masumiyet, bir yoldaşın vücudunda hassas olan bir yere bu buzullaşan kar topları değse, onun canı daha çok yanacak…
Ne olduysa bu arada oluyordu. Anlık bir gaflete düşüyordum, öncesinden bu anı kollayan Bermal arkadaş arkamdan kocaman bir kartopunu bana atıyor ve yüksek atış isabetiyle, beni tam istediği şekilde vuruyor. Başımda dondurucu bir soğukluğu hissediyorum, üstüme dağılmış olan kar parçalarını temizlemeye çalışıyorken, dönüp ona baktığımda; bana bakıyor ve gülerek elindeki diğer kartopunu hazırlıyor, ben de saldırır gibi önce arkasından koşturuyor gibi davranıyorum ama en iyi savunmamı bu şekilde yapmış oluyor ve oradan uzaklaşıyorum. Gün boyu kartoplarının böyle havayı yırtarak uçuşmasından sonra, üşüyen ve yorulan arkadaşlar tekrardan toplanıyorlar, taze ve demli çaylarımızla televizyondaki haberleri izlemeye başlıyoruz.
Televizyonda o güne denk gelen bir şansızlığı mı, yoksa bin yılların dinmeyen bir acımasızlığı mı olduğu çok da belli olmayan bir haber, dışarıdaki kar toplarından daha soğuk bir şekilde yüzümüze ve hatta tüm ruhumuza çarpıyor. Batmanlı Berivan’ın taş atmış olması ve on beş yıllık hayatına, on üç yıllık cezanın kesilmesi bizi olduğumuz yere mıhlıyordu. Medya eldivenlerini çıkarmış ve üşümüş ellerini ovuşturuyordu, Bermal arkadaş ise kıpkırmızı olan ellerini nefesiyle ısıtmaya çalışıyordu. Hem onların hem de diğer canların gözleri habere kilitlenmişti.
Ben önümdeki yemeğe tuz eklemiş ve karıştırıyorken, kulağıma haberin devamı geliyordu ama gözümün önüne Berivan’ın yüzü ve elleri geliyordu. Taş atmış olmasıyla yaşanan bu zulüm ve baskıların sebebi diye bir gerçeğin bu dünyada olmadığını ve hiçbir zaman olmayacağını çok iyi biliyorum. Ve bu durumun yeni olmadığını, yani “İLK”in yıllar önce kaybolduğunu iyi biliyorduk. Amiyane bir şekilde izan edilmese de tüm arkadaşlar bunun farkındaydı. Birçoğumuz geçmişimizde taş attık, Molotof attık. Yani zamanın statikleştiği bir durum karşısında sadece ve sadece biraz daha öfke biliyoruz.
Bu kadar acizane ve korkak zihniyetin yaratacağı bir geleceğin olmayacağını çok iyi biliyoruz. Bu zulümlerin ve baskıların bizi getirdiği yer burası, ya sizi götürdüğü yer neresi? Siz bakmayın bugün kar topu attığımıza, ellerimiz hem tetiğin ıslaklığına ve hem de pim’in halkasının kudretine alışkındır. Bakmayın ellerimizin üşümüş olmasına, nice Beritan’ın isyanını çok çabuk bir şekilde salarız damarlarımıza ve yapışıveririz kursağınıza…
Toprak Cemgil
- Ayrıntılar