Kürdistan halk Önderi zindanda, en zorlu koşullarda tarihi bir adım attı. PKK-KCK yönetimi, sözü iki etmeden, kendi Önderliğini kayıtsız-şartsız izledi. Kendilerine göre senaryolar oluşturup, Önder Apo ile, Kürdistan özgürlük hareketinin yönetimini karşı karşıya getirmek isteyen, bunun üzerine senaryolar kuran ve sonuçlarından nemalanmak isteyen sömürgeci Türk devletinin hükümeti ve bu temelde etkilemeye çalıştığı geniş kesimler de fena halde yanıldılar.
Savaş varsa, savaşan taraflar vardır. Barış varsa da, barışan taraflar vardır. İnsanlar, kesimler, halklar ne için savaşırlarsa, barışın da bu temelde oluşmasını isterler. Yani ne için, hangi amaç için savaşılmışsa, barışı da o amacın gerçekleşmesi olarak anlarlar. Eğer amaç gerçekleşmiyorsa o zaman o duruma barış denilmez. Savaşa yol açan nedenler ortadan kalkmıyor, Kürt halkının halk olmaktan kaynaklanan hakları tanınmıyorsa, o zaman durumu nasıl tanımlamak gerekir?
Önder Apo, Kürt halkının amaçlarına artık demokratik siyaset yoluyla gitmesini istedi. Bunu yaşanan mücadelenin, tarihin, toplumun ve bölgenin içinde bulunduğu durumdan hareketle söyledi. Sömürgeci Türk devletinin yetkilileriyle yapılan müzakereler sonucunda, bir yol haritası ortaya konuldu. Üç aşamalı olan bu eylem planında tarafların yapması gereken görevler birer birer belirlenmiştir.
Önder Apo Kürdistan özgürlük hareketinden mektuplar yoluyla ve BDP heyetleri üzerinden talepler de bulundu. Kürdistan Özgürlük Hareketi, Önder Apo’nun söylediklerini talimat olarak anladı, anlamlandırdı ve gereklerini yerine getirmeye başladı. İlk önce bir iyi niyet adımı olarak, HPG’nin elindeki esirleri bıraktı. Ardından, Önder Apo Newroz’da tarihi çözüm deklerasyonunu, barış manifestosunu yayınladı. Bunu Özgürlük hareketinin ateşkes ilanı ve ardından da, 8 Mayıs’ta da geri çekilme kararını açıkladı. HPG Komutanlığı, hem Önderliğin, hem KCK Başkanlığının açıklamalarını esas alarak, geri çekilme talımatını Kuzey Kürdistan’da bulunan gerilla birliklerine alenen iletti.
Tabiki bu öyle kolay bir karar değil di. Kürdistan özgürlük hareketi ve gerillası kendisini, 2011-2012’de başlatıp da, kimi yetersizlikler nedeniyle sonuca götüremediği devrimci halk savaşını, daha güçlü bir eğitim, hazırlık ve özeleştiri temelinde başarıya götürme kararını almıştı. Bunun için bölge ve Kürdistan koşulları da uygun haldeydi. Düşünce ve motivasyon buydu. Her komutan ve savaşçı böyle bir kararlaşma ve motivasyon içindeydi. Tam da böyle bir durumda ateşkesi ve geri çekilmeyi tartışmak bile zordu. Bunu kabul ettirmek kolay değildi. Aynı şeyi Kürdistan halkının geniş kesimleri için de bunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Ortada sadece savaş-barış kararını veren bir hareket ve gerilla yok, bu savaşa en yiğit, en cesur, en fedakar ve en güzel oğullarını-kızlarını vermiş bu halkın da elbette ikna sorunu vardı. Hem gerilla hem de halk açısından, elbette hassasiyetler vardı. Elbette riskler de vardı. Ancak Önder Apo ve PKK yönetimi birlikte, herşeyi göze alarak kararlaştırılan adımları birer birer attılar. Ve atmaya devam ediyorlar.
“Gerilla Kuzey Kürdistan’dan çekilmeden, devlet sınırları dışına çıkmadan, silahlar susmadan, kan akarken nasıl Kürt sorunu çözülür” ya da “ hükümet olarak biz nasıl adım atabiliriz” diyerek, sürekli bir biçimde işi yokuşa süren, bunu ipe un serme gerekçesi yapan AKP hükümeti bundan sonra ne diyecek diye, Kürt ulusu başta olmak üzere tüm Türk ve dünya kamuoyu merakla beklemektedir. Oslo sürecinin ilk tartışma gündemlerinden birisi, yani 2008 yılından bu yana sömürgeci AKP hükümeti, esas olarak gerillanın devlet toprakları dışına çıkmasını, çözüm yönünde adım atmanın bir temel şartı, olmazsa olmazı olarak görüyordu. Öyle anlaşılıyor ki, son görüşmelerde de böyle bir istem ve talepte bulunmuşlardır.
Önder Apo ve Kürdistan özgürlük hareketi, madem sorunun önündeki engel- böyle olmamakla birlikte- gerillanın Kuzey Kürdistan’daki varlığı ise, “ biz bunu çözeriz” dediler. Ve bu temelde Kürdistan özgürlük gerillası demokratik kurtuluş ve özgür yaşamı inşa etmek için bir özgürlük ve demokratik çözüm yürüyüşü başlattı. Herkes şunu bilmelidir ki, ilk silahlı propaganda birliğinden bugüne kadar, gerilla Kuzey Kürdistan’a hangi amaç ve hedefle yürümüşse, ordan geri çekilmeyi de o amaçla yapmaktadır. Gerilla Kuzeye yönünü dönerek, yürürken de amaç, Kürdistan topraklarında Kürt halkının ve diğer tüm halkların-inançların demokratik bir ulus temelinde özgürce kendi yaşamını kurmasıydı ve Türk halkıyla yeniden eşit-özgür temelde birlikte yaşamasıydı, bugün de Kürdistan özgürlük gerillası çekilirken de, aynı amaç için çekilmektedir.
Ve gerillanın ilk grupları tüm dünyanın gözleri önünde çekilme işlemlerini başlattılar. Sömürgeci Türk devletinin keşif, pusulama, operasyon, hava koşullarının sertliği vb. rağmen gerilla grupları zorlu bir çözüm yürüyüşünün ardından medya savunma alanlarına çekildiler. Çekilme çalışmaları halen de devam etmektedir.
Gerillanın çekilme kararını duyduklarında, çekilme sürecinde ve medya savunma alanlarına çekildiklerinde nasıl düşünceler ve duygular yaşadığını hep birlikte izledik. Bir gerillanın, yirmi bine yakın özgürlük gerillasının, adeta her karışına kanının karıştığı topraklardan, mekanlardan geri çekilmesinin ne anlama geldiğini sanıyoruz, herkes izleyebildi. Kendi yoldaşını, silah arkadaşını kendi eliyle toprağa gömerek geri çekilmenin ne kadar zor olduğunu, biraz vicdanlı, ahlaklı hatta biraz insanlıktan kırıntı kalan herkes az-çok tahmin edebilir. Biraz enpati yababilir. Ama demokratik çözümün, halkların eşit-özgürlüğü için, gerillalar yüreklerine taş basarak, acılarını yüreklerine gömerek geri çekildiler.
Herkesin bunun anlamını çok iyi bilmesi ve taktir etmesi gerekmektedir!
Evet! AKP Hükümeti! Şimdi Kürt sorununu çözmemek, adım atmamak için elinizde bir gerekçe kaldı mı? Yeni uyduruk gerekçeler üretmezseniz, ipe un sermek, suyu yokuşa sürmek için elinizde hiç bir gerekçe kalmadı. Hele hele,” gerillanın geri çekilmesi yetmez, silahta bırakması gerekir “ gibi gerillayı ve Kürt ulusunu çileden çıkaracak uyduruk gerekçeler ileri sürmezseniz. Adım atma sırası sömürgeci Türk devletinindir.
Kürt ulusu ve dostları soruyor:
Siz şimdi, Önder Apo’nun ve diğer esaret altına aldığınız tutsakları serbest bırakacak mısınız? Kürt halkının halk olmaktan kaynaklanan haklarını tanıyacak mısınız? Bunu öyle muğlak-belirsiz, her tarafa çekilebilir biçimde değil de, açık, dobra dobra Kürt inkarına son verecek misiniz? Yeni yapılacak anayasada Kürt ulusunun varlığına ve haklarına aynı açıklıkta yer verecekmisiniz? Örneğin en azından İspanya modeli bir anayasal güvenceyi, yani demokratik özerkliği Kürt ulusuna verecek misiniz? Kürt halkının kendisini özgürce yönetme hakkı da dahil, dil-kültür vb. Alanlarda sınırlamalardan vazgeçecek misiniz? Cumhuriyet tarihi öncesi ve sonrasında Kürt ulusuna ve diğer ermeni, alevi, çerkez, laz vb. Kesimlere yönelik politikaları açığa çıkarmak üzere arşivleri açacak mısınız? Başta Ermeni ve Kürt uluslarına yönelik soykırımı kabul edecek misiniz?
Güncel olarak, halkımızın temel bir talep olarak dile getirdiği, karakolların yapımını durduracak mı, Kürdistan’daki askeri varlığını devam ettirip daha da derinleştirmek için yürüttüğü baraj inşaatlarını ve yol yapımlarını durduracak mı? Ve en önemlisi, Kürdistan’daki işgal güçlerinizi ne zaman çekeceksiniz?
Yoksa oyalama politikasına devam mı? Ya da bazı kırıntılarla Kürtleri uyutma politikası mı?
Şu bilinmelidir ki, Önder Apo’nun sömürgeci Türk devletine verdiği son şanstır. Eğer karşılık verilmez, Kürt halkını ikna edici adımlar atılmazsa, varolan kimi kırık-dökük, iyice yıpranmış, adeta pamuk ipliği zayıflığına gelmiş bağları da koparır. Kürt ulusu böyle sahte,aldatan yaklaşımları kabul etmeyecektir.
Bazıları, akıl insan, aydın vb. adına Kürtlerin Türk hassasiyetine dikkat etmesi gerektiğini söylüyor. Öyle inanıyorum ki, bu yazımızı da Türk hassasiyetinin dikkate alınmadığı vaazedenler çıkabilir. Onlara uslubumuz içinde kalarak sadece şunu söylemekle yetiniyorum: Behey vicdansızlar, siz de hiç ölçü-izan yok mu? Biraz son yüzyıl tarihinize bakma lütfunu neden biraz göstermiyorsunuz? Liderleriniz, tek istemleri özerklik olan koçgirilileri katliamdan geçirirken, hem de iki halkın meclisi adına bu katliamı yaparken ne tepki gösterdiniz? Devletiniz, sizin adınıza, Lozan’da Kürtleri inkar ettiğinde neredeydiniz? O pek öğündüğünüz Türkiye cumhuriyeti devleti, Kürt ulusunun inkarı ve yokluğu temelinde büyük bir yalan ile ilan edildiğinde neredeydiniz? Peki herkesi Türk sayan 1924 anayasası yapıldığında ne yaptınız? Ya palu-genç-hani katliamları yapılırken? Şeyh Saitler, Seyit Rızalar idam sehpalarına çekilirken? Peki İstiklal mahkemeleri kurulup, takriri sükun ve iskan kanunları çıkarılırken?
Siz hangi hassasiyetten sözediyorsunuz? Kürt ulusunun hiç mi hassasiyeti yok? Ne zaman Kürtlerin hassasiyeti, varlığı ve devletinizin katliamlarla gasp ettiği, ulus olmaktan kaynaklarar hakları diyeceksiniz?
Halkımız ve dostları, tüm Türkiyeli demokrasi güçlerini AKP devletinin de bazı somut, elle tutulur ve çözümleyici adımlar atması için mücadelelerini daha da yükseltmeleri gerekir.
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar
18 Mayıs Kürdistan Şehitler Günü. Karadenizli Devrimci Haki Karer’in 1977’de ajan-provokatörler tarafından Antep’te katledildiği gün. Şimdi bu tarihi olayın otuzaltıncı yıldönümü yaşanıyor. Otuzaltı yıldır Haki Karer’in başlattığı bu kahramanlık yürüyüşüne yeni halkalar eklenerek Kürt halkı sayıları yirmi bine ulaşan şehitler ordusunun önderliğine kavuşmuş bulunuyor.
Kuşkusuz bu olay bir anda ve tesadüfen yaşanmadı. 18 Mayıs katliamının öncesi ve sonrası var. Hemen iki hafta önce 1 Mayıs 1977’de yaşanan Taksim katliamı söz konusu. Taksim katliamı ile Antep katliamı arasında karar alan ve uygulayanların aynı olması düzeyinde bir bağ var. Dolayısıyla 1977 yılının Mayıs ayında yaşanan bu iki olayı birlikte değerlendirmek lazım.
Elbette Taksim katliamı öncesinde yaşanan benzer katliamlar da söz konusu. 18 Mayıs 1973’te Diyarbakır’da İbrahim Kaypakkaya işkencede katledildi. 6 Mayıs 1972’de Mamak’ta Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan idam edildi. Yine 30 Mart 1972’de Kızıldere’de Mahir Çayan ve arkadaşları katledildi. 12 Mart 1971 askeri darbesi ardından peş peşe benzer katliamlar yaşandı. Bu faşizmle demokrasi arasında yaşanan kıyasıya bir savaştı. Faşist-askeri güçler vahşice saldırıya geçmiş, söz konusu işkence ve katliamları uygulamışlardı.
18 Mayıs 1977 Antep katliamı da bu faşist saldırganlığın bir parçasıydı. Öncesinde olduğu gibi, sonrasında da benzer katliamlar devam etti. 19 Mayıs 1978’de Hilvan gençliğinin öncüsü Halil Çavgun faşistler ve polisler tarafından katledildi. Katledilirken Haki Karer’in anısını yaşatmak ve başlattığı mücadeleyi geliştirmek için çalışıyordu.
Söz konusu faşist saldırganlığın devamında 1979 Mayısında Elazığ tutuklamaları oldu. 1980 Mayısında ise Kürdistan’ın her tarafında askeri yönetim. 1981 Mayısında Lübnan’ın Başkenti Beyrut’ta Abdulkadir Çubukçu katledildi. 17 Mayıs 1982’de Diyarbakır zindanında Ferhat Kurtay, Necmi Öner, Eşref Anyık ve Mahmut Zengin kendini ateş topu yaptı. Bu biçimde Haki Karer ve Mazlum Doğan’ın izinden yürümek ve 12 Eylül faşist-askeri zulmünü protesto etmek istiyorlardı.
Bu katliam ve direniş sarmalı 2 Mayıs 1983’te Mehmet Karasungur ve İbrahim Bilgin’in şehadetini yarattı. Şehit düştüklerinde iç çatışmaları durdurmak ve gerillayı yaratmak için çalışıyorlardı. 1984 Mayısında 15 Ağustos atılımının ayak sesleri geliyordu. 1 Mayıs 1985’te Ramazan Kaplan ve arkadaşlarının Garzan’daki gerilla direnişi ve şehadetleri yaşanıyordu.
Artık gerilla devreye girmiş ve faşist-sömürgeci saldırı ve katliamlara karşı direnip hesap sorar hale gelmişti. Ortaya amansız bir savaş durumu çıkmıştı. Yılın oniki ayının her günü gerilla direnişine sahne oluyordu. Özellikle Mart ve Mayıs ayları her yılın hamle ayları olarak öne çıkıyordu. Haki Karer’in anısı büyüyor ve başlattığı kahramanlık zincirine yeni halkalar ekleniyordu.
Bu halka 11 Mayıs 1992’de Tatvan’da Hozan Mizgîn oldu. 16 Mayıs 1997’de Hewlêr’de Hêlîn ve Salih oldu. Mayıs 2007’de Ankara’da Erdal oldu. 9 Mayıs 2009’da Tahran’da Soran, Ronahi, Ferhat ve Ferzat oldu. Mayıs ayının her günü gerilla mücadelesinde şehit düşen onlarca kahramanın kanıyla sulandı. Mayıs ayı bu biçimde “Şehitler Ayı” haline geldi. Haki Karer’in 18 Mayıs 1977’de başlattığı kahramanlık yürüyüşü otuzaltı yılda yirmi bini aşkın kahraman şehit ortaya çıkardı.
Bugün Kürt halkına ve özgürlük mücadelesine bu şehitler ordusu öncülük ediyor. Kürt halkının sahip olduğu her şeyi bu kahraman şehitler ortaya çıkarmış bulunuyor. Ulusal-demokratik ruh, bilinç, duygu, düşünce, dil, kimlik, örgütlülük, her şeyin şehitler tarafından yaratıldığını ve kazanıldığını Kürt halkı çok iyi biliyor. Tarihsel Önderlik, parti öncülüğü, gerilla savunması, özgür halk, bunların hepsi Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan önderliğinde yürütülen bu kahramanca mücadele ile elde edilmiş bulunuyor.
Bu nedenledir ki Kürt halkı Mayıs başından beri kahraman şehitlerini saygı ve minnetle anıyor. Her yerde şehitlikler ziyaret ediliyor. Kahraman şehitler anısına toplantılar yapılıyor, mevlitler okutuluyor. Şehitleri anlamak ve mücadele tarihini kavramak için tartışmalar yürütülüyor. Önderlik ve şehitler çizgisinde kendini eğitme ve düzeltme hareketi yaşanıyor. 18 Mayıs Şehitler Günü’nde halkın ulusal-demokratik ruhu ve birliği doruğa çıkıyor.
Kuşkusuz Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın ilan ettiği yeni demokratik siyasal mücadele hamlesi kahraman şehitlerimizin yarattığı bu büyük ulusal-demokratik gelişme üzerinde gerçekleşiyor. Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa Hamlesi bu temelde gelişiyor. Kürt halkı bu yenilmez güce dayanarak direniyor ve demokratik zafer yolunda ilerliyor. Gerillanın demokratik çözüm yürüyüşü bu temelde oluyor.
Kürt Halk Önderi’nin ve PKK Yönetiminin karar ve çağrısı üzerine gerillanın sınır dışına çekilişi son derece cesur ve fedakâr bir harekettir. Aynı zamanda kendine ve halkın gücüne güvenin bir ifadesidir. Otuzaltı yıllık şehitler çizgisinde yürümeyi ifade emektedir. Dolayısıyla bu yürüyüş kutsal bir yürüyüştür. Hepsi cehennem zebanilerine benzeyen katiller sürüsünden oluşan bu faşist rejimi yöneten bazı AKP’li fukaralar aksini söylese de, gerillanın bu yürüyüşünün cennetlik bir yürüyüş olduğunu imanlı herkes bilir.
Kürt halkı kahraman şehitlerine bağlıdır ve her zaman da bağlı olacaktır. Halkın gözbebeği olan gerillası ise, her zaman Önderlik ve şehitler çizgisinde yürüyen bir güç olacaktır. Her zaman ve her yerde ihtiyaç duyduğu gücü kahraman şehitlerinden alacaktır. Bu temelde geliştirdiği demokratik çözüm yürüyüşüyle kahraman şehitlerimizin amacını gerçekleştirecektir.
Kürtler hareket ve halk olarak 18 Mayıs Şehitler Gününü ve Mayıs Şehitler Ayını bu ruh ve tutumla yaşıyorlar. Önder Abdullah Öcalan’ın geliştirdiği yeni süreçle tüm şehitlerimizin amaçlarının başarılacağına inanıyorlar. Bu temelde de şehitlerine her zamankinden daha derin bir duygu ve düşünceyle sahip çıkıyor ve amaçlarını başarmak için çalışıyorlar.
Bunun verdiği inanç ve güvenle yeni sürece yaklaşıyoruz. Bu temelde şehadetinin otuzaltıncı yıldönümünde büyük devrimci ve ilk Apocu Haki Karer’i ve şahsında tüm özgürlük mücadelesi şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyoruz!..
Selahattin ERDEM
Yeni Özgürpolitika
- Ayrıntılar
“Kemal Pir ve Haki Karer bozulmamış iki Karadeniz çocuğu olarak benim arkadaşlık tarzıma adeta bayılarak bağlanmışlardı. Bana en ufak bir zorluk gelmesin diye en erkenden dilini, töresini bilmedikleri Kürdistan’a hepimizden önce yürümüşlerdi” sözleri Başkan Apo’nun sözleridir.
Bir yoldaşımız Haki Karer’i anlatırken, “Anlamak ve hissetmek” diyor ve devamla:
“Bir harekete biçim kazandıran, rengini veren, ideolojisine ruh ve can katan ona ilk her şeyini verenlerdir. Önderlikle yola çıkan Haki Karer arkadaş bu ilk öncülerden, ilk ustalardandır.
O günden bugüne Kürt ulusal dirilişinde enternasyonalizm, evrensellik temel bir yaklaşım olmuş, partimizi ilkel milliyetçiliğe karşı panzehir gibi korumuştur.
O’nu anlamak, O’nu hissetmek, O’nu yaratan zamanı ve koşulları anlamayı gerekli kılıyor.
O’nu anlamak partimizin doğuşunu anlamlandırmak anlamına geliyor” diye tamamlıyor.
Başka bir yerde ise bir yoldaşımız:
“Hakileşmek” diyor, “Hamallık yaparak, yoldaşlarını besleyen, en ufak bir ilişkiyi dantel örer gibi ören, büyüten, eğiten kendisini bir emek abidesi haline getirerek mücadeleye katan Haki Karer arkadaş PKK militan ölçülerinin adeta timsalidir ve mücadelemizi bugüne taşıyan da öncelikle şehitlerimizde temsilini bulan bu militan yaşam ve mücadele ölçülerimizdir.
Kendini bir bütün vermenin, adamanın temeli; parçalı olmayan kişilik gerçekliğiyle hedefe kilitlenme, Önderliğe müritçe olmayan bağlılık, ideolojik düşünüş ve tam inancın ürünüdür.
Birey olmak, yaşamda bir doğrultu ve karar gücüne ulaşmak ve onu yaşamsallaştırma gücünü göstermekse, Haki arkadaşta bu en yüksekte seyretmiştir.
Kapitalizmin bugün öngördüğü köksüzlük, toplumsallığından kopukluk, sadece kendisi için yaşama birey olgusunu tersinden ele alan bir gerçekleşmedir. Özgür bireyin özgür toplumdan, halkların birbirinden bağımsız kurtuluşlarının mümkün olmadığı partimizin en temel ilkelerindendir. Haki arkadaş Türk halkının eşitlik, özgürlük taleplerinin Kürt halkının özgürlük talebinin gerçekleşmesinden geçtiğini görerek, Kürdistan’a yönelmiştir. Gerisi inandıklarını, düşündüklerini en zor, en yok koşullarda oya örer gibi işlemektir.
Haki, İnsanlık tarihinin en başından beri yaşamın daha özgür, eşit ve güzel olma savaşında, deneyimlerin toplamı, çağımıza vuran ışıktır. Yeni bir çağın özgürlük vurgunları ondan aldıkları ışığı büyüterek, geleceğe taşıma göreviyle karşı karşıyadır.
O’nu aşmak, hep yürüyen menzile varmak,
O’ndan iyi öğrenmeyle,
O’nu iyi anlamayla mümkün olabilir.
Önderliğimizinbenim gizli ruhumdur dediği Haki yoldaş için, Cemil Bayık arkadaş; “Önderlikteki birçok özelliği Haki Karer arkadaşta da bulmak mümkün. Önderliğin pratik yansımasıydı adeta. Onun için de hareketimizin bütünleşmesinde çok önemli yeri var. Kişilik olarak oldukça mütevazı; yaşamda yoldaşlarına, Önderliğe bağlı, değer yaratmasını bilen ve sürekli değer büyüten, ideolojik olarak kendisini yetkinleştiren, sürekli gelişmeyi sağlayan ve bunu pratikte örgüt, eylem gücüne dönüştüren bir arkadaştı. En belirgin özellikleri ideolojik örgütsel ve eylemsel yanının gelişkin olmasıydı. Kişiliğiyle,yaşamıyla,eylemiyle,bağlılığıyla çevresini oldukça etkileyen bir arkadaştı” belirlemelerinde bulunup devamla, “Önderlik, bu arkadaşın olumlu özelliklerini daha sonra partileşmeye nakış işler gibi işlemiştir. PKK'nin biçimlenmesinde bu arkadaşın böylesi olumlu etkileri vardır. PKK'nin grup aşamasından partileşme aşamasına vardırılmasında Haki arkadaşın anısına bağlılık esastır. Haki arkadaş, Sterka Sor tarafından alçakça katledildiğinde bu büyük acı, büyük kayıp Önderlik tarafından partileşmenin gerekçesine dönüştürülmüştür. PKK, bu şahadetten yaratılan bir partileşmedir. O saldırı öyle karşılanmıştır. O acı ve kayıp öyle giderilmiştir” diyor.
Kürt halk önderliği ise:
“Halen hatırımdadır, “Haki KARER anısına nasıl karşılık verebiliriz?” dediğimde, Kemal PİR, “bir polise saldıralım, intikamını öyle alırız” demişti. Hiç gözüm tutmadı. Tamam, o katili bir gün yakalarız, provokatörün cezasını veririz, bu olur, fakat bunun da anıyı kurtaramayacağını gördük ve uzun süre düşündükten sonra, aynı yıl, bugünkü parti program tasarısını bu mahallede -şehit düştüğü mahallede- kaleme aldık ve sanıyorum kendimize göre anıya bir karşılık vermenin en uygun biçimi budur dedik. O, bizi basit bir gençlik grubundan partileşmeye karar veren bir grup durumuna taşırdı.
Demek ki, partileşmede şehidi ve ilk şehidi anlamak, gerekeni yapmak çok önemli bir rol sahibi olmaktır ve tarih bu partileşme çabamıza da denilebilir ki, bir yılbaşı gibi anlam kazandırdı. Ulusal tarihin en temel bir kilometre taşı olarak yerini buldu.
Haki KARER’in şahadetinde eksikliği şöyle tespit ettim-ki, Haki’nin az çalışmasından, amaç bağlılığından, onun eksikliğinden ileri gelmiyordu. Amaca -o koşullarda- ve çabaya hepimizden daha fazla bağlı ve katılan birisiydi. Ama objektif olarak eksiklik; örgüt yoktu; eksiklik, örgütün sürekliliği yoktu.
Demek ki, benim bu şahadete yapabileceğim en büyük iyilik, hem örgütü yaratmak ve hem de onun sürekliliğini sağlamaktı. Haki, eylem yapmıştı. İlk dönemlerde bazı faşist yönelimlerini ve düşman hedeflerini etkisizleştirmeyi aklına koymuştu ve bu da örgütün taktiğini sağlama almayı beraberinde getiriyordu. Dönem için yerine getirilmesi gereken bu görevleri esas aldık. Şehidin anısına karşılık verdik. Sonuç; çok önemli tarihi bir gelişme oldu.”
Haki Karer’in Kürdistan devrimindeki rolü ve önemini Önder Apo’nun söylediklerinde rahat bir şekilde görüyoruz. PKK hareketini Haki Karer’e bağlılık temelinde kurulduğunu çokça Önder Apo dile getirmiştir.
Haki Karer ise bizler Antep’te nasıl bir çalışma tarz ve temposuyla çalıştığını biliyoruz. Öyle ki bir insan kazanmak için hamallık yaparak eğitmeyi esas almıştır. Hem eğitecek hem de karnını doyuracaktır. Kitap verecek ancak kitapları hamallıkla elde ettiği değerlerle alacaktır. Biz Kürdistan’da zorlukların ne düzeyde olduğunu da dile getirmiyoruz. Zorluklar diz boyudur. Bir Kürdistanlı için sorunlar ya da zorlukların en alası belki anlaşılabilirdir. Bir halkı sömürge pozisyonda kurtarmak için dünyanın her yerinde şöyle ya da böyle zorluklara karşı mücadele eden devrimciler olmuştur. Ancak başka bir halkın bir devrimcisi olarak Kürt halkıyla dayanışma temelinde Kürdistan’a gelip mücadelenin tam ortasında yerini almak dünyada ender bir davranış biçimidir. Hele birde Kürdistan gibi kendi gerçekliğini inkar eden bir halkın yeniden kendisi olabilmek için mücadelenin tam ortasına atılmayı düşünün. Bu kesinlikle dünyada eşi benzeri olmayan bir devrimci duruş ve davranıştır.
Evet, Haki Karer’i tanımak, anlamak ve de hissetmek için kesinlikle bu gerçekleri bilmek gerekiyor. Bilmenin yanı sıra birde Haki Karer yoldaşın yaşamını esas almak gerekiyor.
Evet, Haki Karer’i Gizli Ruhumuz olarak görüyorsak, ona inanıyorsak o zaman mutlaka ama mutlaka Haki tarzında bir yaşamı kendimize esas almalıyız.
Hayri Engin
- Ayrıntılar
Haki Karer bir Türkiye devrimcisi. Ordulu. Üniversite yıllarında daha sonra PKK’yi kuracak olan Özgürlük hareketinin önderliğini 1973 yılında tanıyacak. Birlikte kalacaklar. Ve Kürdistan devriminin ilk adımlarını birlikte atacaklar. Ve Kürdistan’a ilk adım atacak olan Kürdistan devrimcilerinden olacaktır Haki Karer.
Haki Karer’i bizler PKK önderliğinden tanıdık. Yine Haki Karer yoldaşla birlikte kalan yoldaşlardan tanıdık.
Haki Karer Antep’e çalışmalara gittiğinde tek bir ilişkisi yoktur. Tanınan ve bilinen tek bir ailesi yoktur. Kürtlük adına ya da Kürdistan adına hareket etmek kendi başına tehlike olmasının da ötesinde, ciddiye alınmak bile ciddi bir meseledir. Kürtlük yok sayıldığı gibi Kürtlerde kendilerini inkar etmişlerdir. Öyle ki özümsenme denilen gerçeklik tam surat yürürlüktedir.
İşte Haki Karer böylesi bir ortamda Antep’te çalışmalar yürütecektir. İmkansızlıkların ötesinde bir zemin mevcuttur. Ankara’da 1976 yılında çıktığında birlikte getirdiği bir tek pıl pırtısı vardır. Başka da hiç bir şeyi yoktur. Yol parası bile ancak Antep’e kadar yetmiştir. Ancak Haki Karer Antep’e Kürdistan devriminin temelini atmak için gelmiştir. Yani Kürdistan ve Türkiyeli gençleri örgütlemeye, işçileri örgütlemeye derken devrim yapmaya gelmiştir.
Haki Karer yoldaşın yaptığı ilk iş kendisine bir iş bulmaktır. Bulduğu iş ise hamallıktır. Hamallık yapacaktır. Hamallık parasıyla bir oda kiralayacaktır. Hamallık yaparken adım adım etrafındaki gençlerle konuşacak, derneklere gidecek, gençlerin bulunduğu okullara gidecek ve de tartışacaktır. Düşüncelerini gençliğe taşıracaktır. Düşüncesini aktardığı, etkilediği gençlerle daha yakinen ilişkilenecektir. Gençlik çalışmasının yanı sıra Kürdistan’a gelmiş olan diğer devrimci yoldaşlarla örgütsel çalışmalarını da yürütecektir.
Artık sıra eğitime gelmiştir. Gençlere eğitim verecektir. Hamallıktan elde ettiği gelirle eğiteceği gençler için ekmek alacak, zeytin alacaktır. Özcesi bir ev kuracaktır. Ve onun oluşturduğu evler tamamen birer okuldurlar. Hem hamallık hem de gençlere eğitim vermek onun temel çalışması olacaktır. Ve tabii dediğimiz gibi günlük olarak Antep’te ideolojik çalışmalarını kesintisiz sürdürecektir. İdeolojik çalışmanın en temeli okumaktır, diğer önemli bir husus ise alanda bulunan Türkiye solu ve Kürt reformist sol çevreleriyle tartışmalar yürütmektir. Kürdistan Devrimcilerinin düşüncelerini Kürdistan’a yayabilmeleri için öncelikli olarak diğer sol çevrelerle tartışmalarda kendi farklarını ortaya koymaları gerekiyor.
Dikkat edilirse sıfırın çok altında bir gerçeklik vardır. Kürdistan Devrimcileri sıfırın altında bulunan şartlarda çalışmalar yürütmektedir. Birde tehlikeler had safhadadır. Devriminin başarılacağı belirsizdir. Bir devrimci olarak Kürdistan’da ayakta kalmak bile bir mucize iken, Haki Karer bir Türk olarak Kürdistan’a Kürdistan devrimi için gelmiştir. Ve Haki Karer yukarıda dile getirdiğimiz tarzda Kürdistan’da çalışmalar içerisine girmektedir. Bir dakikasını bile boşa harcamadan, büyük bir ciddiyetle, büyük bir irade ile çalışmalara yüklenen bir devrimcidir. Dönemin temel çalışması kadro yaratmak olduğu için adeta gece gündüz kadro yetiştirmek için insanlarla uğraşmaktadır. Kadro olabilecekleri ise özel ele alarak eğitmiştir. Eğitirken bizatihi hamallık yaparak gençlerin ihtiyaçlarını karşılamıştır.
Herkes bilir ki Haki Karer’in Kürdistan’da yürüttüğü çalışmalar tüm PKK militanları içerisinde en etkili çalışmalar olmuştur. Antep ve Pazarcık’ta yine bir aralar Adana’da çalışmalar yürütmüş olan Haki Karer her şart altında her zaman büyük başarılar elde etmiş olan bir Önderlik yoldaşı olmuştur. Önderliğin Haki Karer için: “Gizli Ruhum” dediği gerçeklik budur.
Şimdi bir 18 Mayıs’ı yaşıyoruz. Haki Karer’in katledilişinin ardından tam 36 yıl geçti. Ve biz bugünümüze bakarken yaratılan her değerde Haki Karer’i görüyoruz. Haki Karer’in yarattığı değerler bugünde varlığını koruyor. Yine Haki Karer’in anısına kurulan PKK’nin yarattığı her değerde onu görmemek için kör olmak gerektiğini de biliyoruz.
Evet, Haki Karer’i anarken, yeni dönemin tümden, tamamen Haki’ce yaşamanın ve çalışmanın zamanı olduğunun bilinciyle herkesi ama herkesi Haki’ce çalışmaya çağırıyoruz. Adeta iğne ucuyla kuyu kazarcasına çalışmış olan, eğiteceği gençleri eğitebilmek için hamallık yaparak karnını doyuran Haki yoldaşın tarzıyla dönemin tüm görevlerine yüklenmek olmazsa olmaz devrimci bir görevimiz olduğunun bilinciyle yeniden herkesi Haki’ce çalışmaya ve yaşamaya davet ediyoruz.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Öncelikle tüm Kürdistan halkının Kürt dil bayramını en içten dileklerimle kutluyorum. Mayıs şehitlerini bağlılık, saygı ve minnet duygularımla anıyorum.
Kürdistan Özgürlük gerillasının Önder APO’nun ve KCK yönetiminin çağrısına uyarak 25 Nisan 2013 tarihinden itibaren başlattığı geri çekilme hazırlıkları somut bir sonuça ulaşmış bulunmaktadır. Kuzey Kürdistan savaş sahalarından Kürdistan özgürlük gerillalarının başlattığı çözüm yürüyüşünün ilk grubu medya savunma alanlarına ulaşmıştır. Bu tarihi bir gün ve adım olmaktadır.
Bu durum birkaç açıdan ele alınabilir. Birincisi, Önder APO ile Kürdistan halkı ve Kürdistan özgürlük hareketinin özgür gerillası arasındaki bağların ve ilişkilerin nasıl bir derinlik ve kopmazlık içerisinde olduğunu göstermektedir. İkincisi, Kürdistan özgürlük hareketi kamuoyuna açıkladığı her sözün ve açıklamanın arkasında durduğunu bu konuda tartışılmaz bir söz-eylem, teori-paratik diyalektiği içinde olduğunu bir kez daha dost düşman herkesin gözleri önüne sermiştir. PKK bu konudasoylu bir geçmişe sahiptir.Üçüncüsü, bir kez daha Kürdistan Özgürlük hareketi barış ve demokratik çözümde samimi, istekli ve kararlı olduğunu gözler önüne sermiştir.
KCK Yürütme Konseyi Başkanlığının açıklamasını yaptığı, HPG komutanlığının gerekli talimatını verdiği sürecin geliştiği böylesi bir durumda, sömürgeci devletin başbakan yardımcısı Bülent Arınç" Cehennemin dibine gitsinler..." şeklinde açıklama yapacak kadar seviyede irtifa kaybetmiştir. Bir tarafta alay eden diğer tarafta hakaret eden bir tutum sergilemekten çekinmemiştir. Tabi biz Bülent Arınç’ın bu saldırılarının kaynağının ne olduğunuda gayet iyi biliyoruz.
Bilindiği üzere Yalçın Akdoğan hem sömürgeci sistemin başbakanı, Tayip Erdoğan’ın danışmanı hemde Akp’nin derin akllı ve analizcisidir. Kendisi Kürdistanda yaptığı son toplantı ve geziden sonra PKK’nin hızla sistemini örgütlediğini ve gelişen çözüm sürecinin PKK’ye yaradığını söylemiştir. Bu demokratik çözüm sürecinde PKK’nin askeri olduğu kadar siyaset alanında da başarılı olduğunu ve dahada olacağını açık bir gerçekleşmesidir. PKK’yi yanlızca gerillacılıktan ibaret gören ve siyasete imkan açılmasıyla PKK’nin daralacağını düşünen Akp’nin de hesaplarının alt üst olduğunu göstermektedir.Siyaset mühendisliğinin daha doğrusu “ustalık döneminin siyaset mühendisliğinin” çökmesinden duyulan korku ve paniğin dışa vurumudur.
PKK hareketi ulusal, toplumsal, ekonomik, siyasi, diplomatik, hukuki, savunma ve idari vb. gibi her alanda uygulanabilir ve sürdürülebilir bir projeye, sisteme sahip olduğunu kırk yıllık mücadele tarihinde tüm yalın gerçeği ile ortaya koymuştur. Henüz gelişen yeni sürecin başındayken dahi böylesine bir potansiyelin kendini hızla açığa vurması,bugüne kadar Bülent Arınç gibilerinin suratlarında bulunan “ılımlı maskeyi” sıyırmakta ve onun cehennemi yüzünü herkese gösterme günlerinin açığa çıkmasına az kaldığını bize göstermektedir. Çünkü oyun bitiyor.
Şimdiye kadar Akp Oslo görüşmelerinde ve sonrasında sürekli bir biçimde Kuzey Kürdistandaki gerilla varlığının kendi çözüm projesinin uygulanması önünde engelleyici olduğunu ve bu nedenle gerillanın çekilmesini, hem PKK yetkililerine hemde arabulucu olan üçüncü tarafa sürekli bir biçimde aktarmışlardır. İşte geri çekilme çağrısı, kararı ve pratikleşmesi! Bütün bu hususlarda Akp samimi ise neden bu öfke ve hakaret!
Neden?
Şimdi demokratik çözümün birinci aşaması tamamlanma eşiğine girmiştir. Artık demokratik bir anayasanın yani Kürdün inkar edilmiş ulusal haklarına muğlak ve belirsiz bir tarzda değil, net, açıkça yer veren ve tanımlayan bir anayasa yapma zamanı gelinmiştir. Yani yalan dilinin terk edilerek hidayate erme döneminin başlatılması gerekir. Bu durum ise Bülent Arınç ve gibilerinin uykularını kaçırmışa benzemektedir. Sömürgeci Türk devleti ne yapacak?
Süreç şeffaf bir biçimde yürüyor. Türk tarafının söyledikleri ve yaptıkları ile Kürt tarafının söylediği ve yaptıkları gözler önündedir. Bu konuda öyle süpekülasyon yapılacak ve gizemleştirilecek bir şey yoktur. Kürdistan halkı Türkiyeli aydın, demokrat, sosyalist, feminist ve ekolojik çevrelerde süreci yakından izliyor. Sadece Kürdistan ve Türkiye halklarıylada sınırlı değildir. Dünyada izliyor.
Özellikle Kürdistan halkı siyasetçileri, aydınları, yurtseverleri, emekçileri, kadınları ve gençleri ikinci dönemin yani demokratik bir anayasanın yapımının gündeme girdiği bir süreçte Akp’nin yakasına yapışmayacak mı? “Kürt tarafı yapacağını yaptı şimdi sıra sizde demiyecek mi?” “Barış kirvelik gibi iki taraflı olur demiyecek mi?” Türk tarafı ve hükümeti bu tutmunda ısrar ederse bu talepler, öfkeli, herşeyi göze almış talep sahibi halkın önü alınamayan isyanına dönüşmeyecek mi? Şimdi Bülent Arınç bütün bunları göremeyecek ve bilemeyecek bir siyasetçi değildir. Bunları gayet iyi görüyor ve bunun kendisi için cehennem olduğunu algılıyor. Tamda böyle bir düşünce kurgulanışı içindeyken adeta kendisi için karabasan haline gelmiş böyle bir durumdan kurtulmak adına can havliyle “cehennemin dibine kadar gitsinler” demektedir. Ama bu tutum Bülent Arınç ve Akp’yi içine düştükleri durumdan kurtarmaz.
Artık bu durum bizler açısından çokta süpriz sayılmaz. PKK, KCK ve HPG yönetimleri ve Kürdistan halkı Önder APO’nun Newroz manifestosu temelinde demokratik kurtuluş yolunda özgür yaşamlarını inşa görevine koyulmuşlardır. Önder APO’nun da belirttiği gibi sıra Kürt siyasetinde ve halkındadır. Bu halk artık kendi Anavatanı Kürdistan’da Demokratik Ulusu inşa çerçevesinde çalışmalarını yürütmelidir. Bu çalışmanın bir ayağıda demokratik siyaset olmaktadır. Demokratik siyasetin görevi Kürt halkının inkarının ifadesi olan anayasanın varlığına son vererek, Kürdün gasp edilmiş haklarını tanıyan bir anayasa yapılmasını sağlamaktır. Bu elbette Ermeni, Çerkez, Arap, Laz, Süryani, Alevi ve Yezidi vb. inanç ve etnik grupların kendilerini özgürce ifade ve örgütlemeleri önündeki engelleri kaldıran, emeğin hakkını teslim eden ve kadının iradeleşmesine olanak sağlayan bir anayasanın oluşturulmasıdır. Yani Demokratik Türkiye Özgür Kürdistan formülasyonunu somut bir gerçekliğe dönüşmelidir. Daha öncede dediğimiz gibi Kürt siyasetinin yeni dönem görevi perspektif niteliğindeki“Siyasal savaş, yurtseverlik savaşı; tarihe ve toprağa sahip çıkma savaşıdır.” sözünde özlü bir biçimde saklı bulunmaktadır.
Eğer Önder APO’nun belirtmiş olduğu temelde konferanslar (Amed merkezli, Hevler merkezli, Ankara ve Avrupa merkezli) başarılırsa, çalışmalar bu temelde yürütülürse Kürdistan ve Kürt halkı özgürleşir, Türkiye demokratikleşir ve Ortadoğu’da da demokratikleşme gelişir. Cennet herhalde böyle bir yer ve böyle bir coğrafyada oluşturulan özgür-eşit-demokratik ve barış içinde bir yaşamdır. İşte bu cennetin ta kendisi oluyor. Kürdistan özgürlük gerillası işte bu cenneti yaratmaya doğru yürüyor.
Bülent Arınç ise böyle bir cennet yürüyüşünü, kendisi için cehennem olarak görüyor. Ne yapalım bir halkın özgürleşmesini sindiremeyen, bunu kabul etmeyen ve kendisi için cehennem olarak gören varsa, bizimde sevgili Çetin Oraner’in “Canı Cehenneme” adlı şarkısını armağan etmekten başka elimizden ne gelebilir ki? Demek ki Kürt ulusuna dünyayı cehenneme çeviren yüzyıllık soykırımcı ve asimilasyoncu siyasetinizden hala vazgeçmiyorsunuz! O zaman bu halkında hep bir ağızdan Bülent Arınç için “Canı Cehennem” adlı şarkıyı söylemesi kadar güzel ne olabilir ki?
Zaten Kürtler artık hep birlikte, dünyanın en büyük korosunu oluşturmuşlardır. Ahmet Kaya ile birlikte “Kürdüz ölene kadar” şarkısını severek söylediler, Xelil Xemgi’nin Çerxa şoreşê şarkısını hemen hemen her eylemde dünyanın en güzel korosu biçiminde söylediler ve söylüyorlar.
Herhalde Bülent Arınç’ın Kürdistan halkının en güzel en yiğit, en fedekar oğulları ve kızları için cehennemin dibine gitsinler sözüne karşılık, Çetin Oraner’in “Canı cehenneme” şarkısının nakarat kısmını hep beraber ve tekrar tekrar bir biçimde uyarlayarak, haykırmaktan başka bir seçenek kalmıyor: Canın Cehennemeeeee!...
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar
21 Mart 2013 Amed Newroz’unda Kürt Halk Önderliğinin yaptığı tarihi açıklamayla yeni bir süreç resmi olarak başlamıştır. Bu süreç elbette öyle kendiliğinden gelişmemiştir. TC devleti öyle kendiliğinde gelip Kürt Halk Önderliğinkiyle görüşmeye başlamamıştır.
TC devleti 2012 yılında beklemediği bir direnişle karşılaşmıştır. Başta gerilla olmak üzere şok edecek eylemlikler 2012 yılında gerçekleştirilmiştir. Yine rojavadaki 19 Temmuz devrimi Suriye’ye nasıl ki emperyalistlerin yanında Libya’ya saldırmış ise aynısı ancak bu kez sadece sürüklenen değil emperyal planları için bizatihi tahrik ederek, adeta Suriye’ye karşı yapılacak saldırının başını çekerek uluslar arası konseptin içerisinde yerini almıştır. Suriye’de kendisine yakın duracak olan Müslüman Kardeşler ile birlikte bu çizgide seyredecek olan çevreleri iktidara getirmek için aynen ABD’nin yaptığı gibi savaş kışkırtıcılığı yapmıştır.
Kendince tamda bu durumu başarıya götürmeye giderken 19 Temmuz devrimi devletin tüm planlarını alt üst etmiştir. İşgal planları suya düşmüştür. Kürtlere rojavada yönelse, kuzeyde gerillanın 25 Mayıs’ta fedai eylem tarzıyla sürece Eriş ve Andok yoldaşla başlaması ve 19 Haziran Stazan süreciyle komple büyük güçlerle saldırıya geçen gerillanın Türkiye ve Kürdistan’da çok farklı gelişmelere yol alacak eylemler yapacağını bildiği için rojavaya yönelememiş, rojavaya da yönelemediği için ise Suriye planları boşa çıkmıştı. Öyle ki herkes ama herkes TC’nin diplomasisiyle alay eder duruma gelmişti. Komşularla Sıfır Sorunla sözde başlayan diplomasileri kısa bir sürede Herkes İle Sorun diplomasisine düşmüştü. TC’nin yaşadığı bu bunalımlı durumuna birde büyük direnişler ile 12 Eylül büyük Zindan Direnişi de eklenince TC devletinin yeni yol arayışları başlamıştır. Başkan Apo ile görüşmenin yol ve yöntemlerini aramaya başlamışlardır.
Özcesi AKP hükümeti durduk yerde “silahlar sussun” dememiştir. Silahlar susmazsa 2013 yılında Türkiye cumhuriyeti tarihinin en kritik bir yılı olması hiçte elden değildi. Bu tespiti sadece bizler yapmıyoruz. Bu tespiti Türkiye’de az buçukta olsa siyaset ile uğraşan tüm çevreler yapmışlardır. Silahlar susmazsa Türkiye cumhuriyeti devleti hem içeride giderek bir çöküşü yaşayacak, hem Ortadoğu’da bu düşüş trendini yaşayacak hem de giderek kendilerince çok güçlü oldukları ekonomik sahada baş aşağıya gidişi yaşayacaklardı. Çünkü gerilla artık eskiden yaptığı gibi bir gerillacılığı yapmayacaktı. Gerilla 2012 yılında az bir şey gerillanın nelere muktedir olduğunu herkese göstermişti. 2012 yılında eksik kalan yönlerini tamamlayarak 2013 yılına girecek olan gerilla fırtınalar koparacağını zaten açıkça ilan etmişti.
Yine Suriye’de muhalifler Suriye devletine karşı ciddi zorlanmaya başlamış, Kürtler ise giderek farklı gelişmelere imza atmaktaydılar.
Tüm bunları bir araya getirdiğimizde Türkiye cumhuriyeti devletinin yapacağı en iyi iş Özgürlük Hareketi ile ve de Başkan Apo ile oturtmaktır. Başka da tek yol vardı; bitiş…
Türkiye cumhuriyeti devleti öncelikli olarak bu durumu elbette bilecektir. Ancak Kürtlerde bu gerçekliği bileceklerdir. Ve tabii Türkiye sol, sosyalist ve demokratik çevreleri de bu gerçekliği bilecektir.
Özcesi karşıtları da, dostları da TC devletinin neden böyle bir duruma geldiğini bileceklerdir. Devlet polemik yapmayacaktır. İki de bir hakaretlerde bulunmayacaktır. Kendisine ciddi olacaktır.
Ancak daha önemli olan dost çevrelerle Kürtlerin, sol ve sosyalistlerin olup bitenleri bilmeleridir. Özgürlük hareketi bir iki kırıntı için, ya da sadece belli bir toplumsal kesimin çıkarlarını gözeterek bunca verilen mücadele ve ortaya çıkarılan değerlerden sonra böyle bir yaklaşım içerisinde olacaktır. Öyle sadece Kürtlerin bazı haklarını elde ederek özgürlük dağlarına kimse çıkmamıştır.
Başkan Apo: “İçinde doğduğumuz çaresizliğe, bilgisizliğe, köleliğe karşı bireysel isyanımla başlayan bu mücadele her türlü dayatmaya karşı bir bilinci, bir anlayışı, bir ruhu oluşturmayı amaçlıyordu.
Bugün görüyorum ki, bu haykırış bir noktaya ulaşmıştır.
Bizim kavgamız hiçbir ırka, dine, mezhebe veya gruba karşı olmamıştır, olamaz. Bizim kavgamız ezilmişliğe, bilgisizliğe, haksızlığa, geri bırakılmışlığa her türlü baskı ve ezilmeye karşı olmuştur” demişken ezilmişler, haksızlığa uğramışlar, geri bırakılmış olanlar ve tabi zulme tabi kalmış olanlar nasıl bizlerin sadece bencil bir şekilde kendi çıkarlarımızı düşündüğümüzü düşünebilirler? İlk günden başlayarak Mahirlerin, Denizlerin, İbrahimlerin ve de nice devrimcinin anısına yola çıkarak bugüne gelmiş bir hareket, o büyük devrimcilere bağlılığın bir gereği olarak en sert mücadelenin içerisinde pişen bir hareket nasıl bu şanlı geçmişinde uzaklaşabilir ki?
Bizler nasıl ilk günde Denizlerin ve Mahirlerin artçıları olarak kendimizi görmüş isek bugünde aynı kararlılıkla bu ruhumuzu koruyoruz.
Benzer bir yaklaşımımız farklı inanç gurupları içinde geçerlidir. Aleviliği İslamiyet’in içerisinde hep özgün bir durumu vardı bizim için. PKK’yi her zaman Aleviliğe yakın gördük. Ya da Aleviliği her zaman PKK’ye yakın gördük.
Yine benzer bir yaklaşım bu topraklarda bin yıllarca yaşamış Ermeni halkımız, Asuri yani Süryani insanlarımız için de geçerlidir. Bir gün bile ama bir gün bile, bu toprakların kadim halklarıyla tarihsel bağımıza zarar verecek bir yaklaşım içerisinde olmadık. Bizlere yapılan onca hakarete rağmen her zaman bu toprakların kadim insanlarıyla birlikte yaşamanın zenginliğinden ilkesel düzeyde söz ettik.
Özcesi bizim için çözüm sadece bazı hakları elde etmek değildir, bizim için önemli olan çözüm halkların ortak çözümünü esas alan çözümdür
Yani: YA TARİHSEL BİR ÇÖZÜM YA HİÇ dememek için hiçbir nedenimiz yoktur.
KASIM ENGİN
- Ayrıntılar
8 Mayıs 2013 gününden itibaren gerillanın çekileceğini KCK Yürütme Konseyi Başkanı resmi olarak açıklamıştı. Ve geri çekiliş, ciddi bir pürüz çıkmışsa yapılacaktır.
Geri çekilme nasıl yapılacaktır, bunu gerillalar bilir. Gerillanın yıllardır edindiği bir tarzı vardır. Dünyanın tüm teknolojilerini bir araya getiren Türkiye Cumhuriyeti devleti gerillaların yılların tecrübeleriyle kendilerine karakter haline getirdikleri yaşayış biçimlerinden dolayı hiç kimse ne kuzeye girişlerini engelleyebilir ne de çıkmak istediklerinde çıkışlarını engelleyebilirler. Türkiye Cumhuriyeti devleti bugüne kadar en sert önlemlerini özelde sınırlar başta olmak üzere nerede almadı ki? Türkiye Cumhuriyeti devletinin elinde gelseydi her gerillayı tek tek bir kaşık sudan boğmak isterdi. Geçmişte bir iki gerillanın üstüne ne kadar askerini, tankını, uçağını gönderdiğini dünya alem biliyor. Demek ki batının tüm teknolojisi gerillanın özgürlük yürüyüşünü durdurmaya yetmemiştir. Demek ki gerillanın her türlü hareketine vereceği bir cevabı olmamıştır. Özelde 2012 yılında kendilerince en tahakküm edilmiş alanlarda gerilla bırakalım gizli geçmeyi, gerilla aylarca alan tutma taktikleriyle tüm teknolojilerinin kaç kuruş para ettiğini herkes göstermiştir, herke görmüştür.
Sözü uzatmayacağız, gerillaya karşı bir şey yapacakları olanlar ellerinde bir şeyler yapma gelseydi-kimyasal silahlar da kullanarak-yaparlardı. Kimyasal silahlar kullandıklarını da sadece Kürdistan ve Türkiye değil, uluslar arası sahada herkes bilmektedir.
Geri çekiliyoruz. Ancak kendimizin istediği tarzda. Bizim belirleyeceğimiz tarzda. Başkan Apo’nun istediklerine uygun olarak çekiliyoruz.
Geri çekiliyoruz, ancak Büyük Güneye yerleşmek için çekilmiyoruz. Geri çekiliyoruz, Türkiye ve Kürdistan’ın genelinde daha fazla kök salmak için. Gidiş bir kopuş değildir. Gidiş bir ayrılış değildir. Gidiş ve çıkış devrimcilikten ve de gerillacılıktan ayrılmak hiç değildir.
Evet, geri çekiliş çok daha güçlü bir şekilde devrimci sahaya dönmek içindir. Başkan Apo boşuna: “Bu bir son değil, yeni bir başlangıçtır. Bu mücadeleyi bırakma değil, daha farklı bir mücadeleyi başlatmadır.
Etnik ve tek uluslu coğrafyalar oluşturmak, bizim aslımızı ve özümüzü inkar eden modernitenin hedeflediği insanlık dışı bir imalattır.
Kürdistan ve Anadolu tarihine yaraşır şekilde tüm halkların ve Kültürlerin eşit, özgür ve demokratik ülkesinin oluşması için herkese büyük sorumluluk düşüyor. Bu Newroz münasebetiyle en az Kürtler kadar Ermenileri, Türkmenleri, Asurları, Arapları ve diğer halk topluluklarını da yakılan ateşten kaynaklı özgürlük ve eşitlik ışıklarını, kendi öz eşitlik ve özgürlük ışıkları olarak görmeye ve yaşamaya çağırıyorum” dememiştir.
Kürdistan’ın ve Anadolu’nun tarihine ve halklarına yaraşır bir şekilde özgür ve eşit bir gerçekliği ortaya çıkarmak için mücadele eskisinden çok daha fazla bir ivmeyle yürütülecektir. Mücadele kesinlikle çok daha ileri bir düzeyde radikallikle ile yürütülecektir.
Bunun için diyoruz ki bizler çıkıyoruz ancak daha güçlü geri dönmek için çıkıyoruz. Bu bir son değil, Başkan Apo’nun dile getirdiği gibi yeni bir başlangıçtır. Yeni bir mücadele başlangıcı.
Kürdistan ve Ortadoğu için önemli bir tarihi momentten geçerken tüm Kürdistanlı gençleri eskiyi kat be kat aşan bir tarzda gerillaya katılmaya bunun için çağırıyoruz. Gerillada alacakları büyük ideolojik, felsefik, politik ve özgür yaşam duruşlarıyla yeniden dönerek halkımızın tüm çalışmalarına cevap olabilmek için dağlara çağırıyoruz. En güçlü yoğunlaşmalar dağların özgürlük kokan dağlarında yaşanır. En köklü bilinç edinmeleri yine buralarda yaşanır. Başkan Apo, “Etnisite ve resmiyete karşı-olan mezhepler komünal ve demokratik duruşun en son sığınakları olarak dağda, çölde, manastır ve dergâhlarda varlıklarını büyük zorluklar pahasına devam ettirmişlerdir. Devlet asiliği daha çok bu toplumlara özgü olup, direnişçilik bir yaşam tarzı olarak varlık bulmuştur.” Manastırlar bilinç edinme mekanlarıydı, dergahlar yine benzer bir rolü dağlar gibi oynamıştır. Yıllardır Kürdistan’da oynadığı gibi.
Bunun için, kendi çok güçlü bir şekilde var ederek, güçlü bir kimlik edinerek yeniden dönerek tüm çalışma alanlarda başarılı bir pratik ortaya çıkarmak için dağlara çağırıyoruz.
Evet, bizler gidiyoruz ancak daha güçlü geri dönüşler için gidiyoruz. Bu vesileyle duyarlı tüm Kürdistanlı ve halkların kardeşliğine inanan Türkiyeli gençleri büyük bilinç donanımları için bir an önce Kürdistan dağlarına çağırıyoruz.
HAYRİ ENGİN
- Ayrıntılar
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan 6 Mayıs 1972 yılında idam edildiler. Öncelikle, Denizlerin ve yoldaşlarının direnişleri önünde Kürdistan gerillaları olarak, saygılıyla eğiliyor, anıları ve mücadelelerini mücadelemizde yaşatma sözümüzü yineliyoruz.
PKK özgürlük savaşçıları olarak direnişimizin mihenk taşlarının en önemlilerinden olanların Denizler olduğunun bilinciyle gerillalar olarak her zaman Denizlere, Yusuflara ve Hüseyinlere bağlı kalarak yıllardır Kürdistan dağlarının doruklarında mücadelemizi sürdürüyoruz.
Başkan Apo bizlere PKK’nin kuruluşuna giden yolu anlatırken andığı en büyük değerlerden bir tanesi de Denizlerin direniş gerçekliği olmuştur.
Başkan Apo’nun: “THKO Önderi Deniz Gezmiş ve iki yoldaşının idama götürülüşlerini görmüştüm. TİKKO Önderi İbrahim Kaypakkaya’nın aynı dönemde Diyarbakır Zindanında işkenceye karşı direnerek şahadeti de etkileyiciydi. Her üç önderin Kürt halk ve ulus gerçekliğini hayatları pahasına dile getirişlerine tanık olmuştum. Şüphesiz ikinci sırada gelen bir dizi başka etmenle birlikte, gençliğin bağrından çıkan bu önderlerin hakikat uğruna şahadetleri, beni kendi öz gerçekliğim üzerine yürümeye cesaretlendiren temel etkenlerdi” demesinin yanı sıra: “Benim açımdan Kürtlerin devrimci tarzda varlığı, başta Mahir Çayan, Deniz Gezmiş ve İbrahim Kaypakkaya ile arkadaşlarının ölümleri pahasına kelime olarak bu kavramı dile getirmeleriyle kanıtlanmıştı. Gerisi mevcut statüden kurtuluş ve özgürlük sorunuydu. Sömürge Kürdistan teorisi bu yolda doğru bir başlangıçtı”.sözleri PKK hareketinin oluşmasında esinlendiği temel değerleri dile getirmektedir.
Denizlerin 6 Mayıs 1972 yılında idam sehpasına hiçbir tereddüt göstermeden gittiklerinde sarf ettikleri sözler neden Denizlerin Kürdistan özgürlük savaşçılarının en büyük değerleri olduklarını da gösterir.
Deniz Gezmişin: “Yaşasın tam bağımsız Türkiye! Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği! Yusuf Aslan’ın: “Ben ülkemin bağımsızlığı ve halkımın mutluluğu için, bir defa, şerefimle ölüyorum. Sizler, bizi asanlar, şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz! Yaşasın devrimciler! Kahrolsun faşizm!” haykırışı, Hüseyin İnan’ın: “Yaşasın işçiler, köylüler ve yaşasın devrimciler. Kahrolsun faşizm!” çağrıları dediğimiz gibi Kürdistan gerillasına her zaman büyük moral ve coşku ile cesaret aşılamıştır.
Aradan tam 41 yıl geçti. Denizlerin direniş ruhunu andığımız bugünlerde Kürdistan’da verilen mücadelenin halkların kardeşliği temelinde verildiğini, inadına halkların kardeşliği diyerek bugünlere geldiğimizi de belirtelim.
Başkan Apo öncülüğünde başlatılan yeni süreç halkların kardeşleşmesi üzerinedir. Ve bu kardeşleşme esas olarak bizlere Denizlerden, Mahirlerden, İbrahimlerden ve nice özgürlük savaşçısı militan kişiliklerden bize kalmıştır.
Önder Apo’nun 2013 tarihsel Newroz mesajında-çağrısında; “Kürdistan ve Anadolu tarihine yaraşır şekilde tüm halkların ve Kültürlerin eşit, özgür ve demokratik ülkesinin oluşması için herkese büyük sorumluluk düşüyor. Bu Newroz münasebetiyle en az Kürtler kadar Ermenileri, Türkmenleri, Asurları, Arapları ve diğer halk topluluklarını da yakılan ateşten kaynaklı özgürlük ve eşitlik ışıklarını, kendi öz eşitlik ve özgürlük ışıkları olarak görmeye ve yaşamaya çağırıyorum” sözleri Denizlerin 41 yıl önceki sözlerine verilen yanıttır.
Bunun için diyoruz ki Denizlere inananları, Yusuflara arkadaş olanları, Hüseyinlere yoldaş olanları, onların hayallerini gerçekleştirmek için yeni bir süreç başlatan Kürdistan gerillasının yanında yer almaya çağırıyoruz.
Önder Apo’nun: “Bütün Zin’ler ve Adule’lerin, Mem ve Dervişe Abdi’si de oldum. Mani’lerin, Mazdek’lerin, Babek’lerin son ahından tutalım, Hüseyin’in Kerbela yalnızlığını, Hallacı Mansur’un hakikat aşkını, Pir Sultan’ın dostluk rütbesini de taşıdım. Deniz’lerin, Mahir’lerin, İbrahim’lerin arkadaşıydım. Mazlum, Hayri, Kemal ve Ferhat’ların intikam savaşçısıydım” diyerek Denizlerin intikam savaşçılığının onların yaratmak istediklerinden hayata geçirmekten geçtiğini bilerek Denizleri analım.
Not: 6 Mayıs 1972 yılında Denizleri faşizmin ruhunu yaşayan güruhlar idam sehpalarına götürenleri lanetlerken, aynı zihniyetin sahibi olupta 6 Mayıs 1916’da Suriye’nin başkenti Şam’da onlarca Arap aydınını asarak katleden İttihatçı ve Terakkici zihniyetini de lanetliyoruz.
Ve yeniden yaşasın halkların kardeşliği diyoruz.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
KCK(Koma Civakên Kurdîstan) 25 Nisan günü Kandil’de yaptığı tarihi basın toplantısında “Gerillanın 8 Mayıs’tan itibaren Kuzey Kürdistan’dan Güney’e çekileceğini” açıkladı. Eğer süreç karşıtları tarafından provoke edilmez ve engellenmezse gerilla Medya Savunma Alanlarına çekilecek. Beklendiği gibi, çekilme gerilla kurallarına göre, belli bir plan dahilinde, örgütlü ve disiplinli olacak. Askeri ve siyasi operasyonların devamı ile halka ve gerillaya yönelik katliam saldırıları çekilmeyi durdurma nedeni sayılacak.
Böylece Kürtler çözüm sürecinin başarısı için çok tarihi bir adımı daha atmış oldular. İlk önce 2011 ve 2012 yıllarında aldıkları savaş esirlerini serbest bırakmışlardı. Ardından Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın tarihi Newroz Çağrısı gündeme gelmişti. Bu çağrıya dayanarak da KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı 23 Mart’ta ateşkes ilan etmişti. Şimdi Kandil’den yapılan geri çekilme çağrısı hem bu süreci tamamlıyor, hem de PKK’nin yeni süreç karşısındaki tutarlılığını ve başarı isteğini gösteriyor.
Bu biçimde, söz konusu yeni sürecin geliştirilmesinde PKK ilk aşamada üzerine düşenleri tamamıyla yapmış oluyor. Böylece ikinci aşamanın önünü tümüyle açmış oluyor. Önemli olan geri çekilmenin başlatılması, bu iradenin gösterilmesidir. Bu yapıldıktan sonra artık arkası gelir. Yani ciddi provokasyonla karşılaşılmazsa gerilla geri çekilir. Karşılıklı gösterilecek duyarlılık da bu tür engelleme girişimleri için zemini ortadan kaldırır.
Şimdi 25 Nisan Kandil açıklamasıyla birlikte PKK üzerine düşeni yapmış oluyor. Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun demokratik siyasi çözümü önünde savaşı engel gören ve bundan da PKK’yi sorumlu tutanlar açısından artık engel ortadan kalkmış oluyor. PKK kendini engel olmaktan çıkardığı gibi, siyasetin önünü açmış ve demokratik siyasete ciddi bir güç vermiş oluyor.
Gerçi PKK önceden de siyasetin önünde bir engel değildi. Sadece silahlı mücadele yürütmediği gibi, savaşın gündemleştirilmesi ve sürdürülmesinin de birinci sorumlusu değildi. Birinci savaş sorumlularının, sonuncusu AKP hükümeti olan özel savaş hükümetleri olduğunu herkes biliyor. Buna rağmen, sömürgeci egemenlikten yana olan birçok çevre, tarafgirliği nedeniyle, PKK’yi sorumlu tutuyordu. Şimdi geri çekilmenin ilanıyla artık bu tür görüşler de tümden aşılmıştır. Şimdi sıra “Şu çatışmalar olmasa demokratikleşme ve Kürt sorununu hemen çözeriz” diyenlere gelmiştir.
Böylelerinin az değil, sayı ve çeşitlilik bakımından çok oldukları bilinmektedir. Eğer geçmiş süreçlerde zaman zaman yaşandığı gibi ipe un sermez, tersine verdikleri söze sahip çıkar ve sözlerinin eri olurlarsa, o zaman Türkiye temel sorunlarının çözüldüğü derin bir demokratik dönüşüm sürecine girer. Sayıları çok ve kuvvetli oldukları için de bu demokratik değişim ve dönüşüm hızla gerçekleşir.
Fakat ipe un serme eğilimlerinin az olmadığı da daha şimdiden görülmektedir. Örneğin, bazı TV kanallarındaki sözde tartışmacılar, geri çekilme ilanı ardından bunun anlamını değerlendireceklerine, “Irak’a çekilen silahlı güçler ne olacak?” demeye başlamışlardır. Tabi “İlerde bunlar tehdit unsuru olmaz mı?” sorusunu da ekleyerek. Derler ya, merdî kıptî şecaat arzederken sirkatin söylermiş. Böylesi sözlerin sahipleri, PKK’nin tehdit unsuru olacağını söylerken, gelecekte de mevcut despotik ve Kürtleri inkâr eden sistemi olduğu gibi sürdürmek istediklerini ortaya koymuş olmuyorlar mı?
Belliki bu tür gevelemelere düşünce ve söz diyemeyiz. Bu tür faşist zihniyetlerin, adı özgürlükle anılan basın organlarında yer bulması üzüntü vericidir. Dolayısıyla bu süreçte dikkatli olması gereken kurumların başında medya gelmektedir. Baştan sona hile ve yalan kokan, şoven milliyetçiliği ve faşizmi içeren, başkalarını küçük görmeyi ve hakareti ifade eden sözlere böyle bir süreçte özgür medya yer vermemelidir.
Elbette bir de MHP ve CHP’nin gösterdiği tutum var. MHP’ninki faşist karakterine uygun olandır. Bir yandan AKP’yi biraz korkak görmüş. Tehdit edersem geri adım attırırım diyor. Bu temelde sabah akşam AKP’yi tehdit ediyor. Diğer yandansa, Mussolini misali çok korktuğu için çok bağırıyor. Bağırtıyla korkusunu yenmeye çalışıyor. Herhalde kendisine “Şimdiye kadar neredeydin?” sorusunu soracak kimsenin olmayacağını düşünüyor. Oysa otuz yıldır yaşanan bu savaşa en çok katılan MHP’dir. Kürdistan ve Türkiye’nin her tarafında gerilla gruplarının gezmesi, herkesten çok da MHP’nin yenilgisi anlamına gelmektedir. Derler ya, yenilen pehlivan güreşe doymaz! MHP’ninki tam da buna benziyor. Dahası, kendisini yenen pehlivan için, “Bunu üzerimden kaldırın, yoksa ben kalkarsam onu kötü yaparım” diyen güreşçiyi andırıyor.
CHP’ye gelince, Kılıçdaroğlu yönetimindeki bu partiye değil sosyal demokrat demek, liberal demek bile mümkün değil. Ona da MHP gibi faşist nitelemesi daha iyi yakışıyor. Bu zatı muhteremlere göre, böyle geri çekilme olmazmış, PKK silahı bırakıp teslim olmalıymış! Aynı şeyi MHP de söylemiyor mu? Bugünkü CHP’nin Palu-Genç-Hani, Ağrı ve Dersim katliamlarını yapan CHP’den ne farkı var? Kürdü inkâr eden ve yok etmeye çalışan zihniyet ve politika bu CHP’nin icadı değil mi?
O halde bu CHP ve MHP’den bir şey beklenemez. Onların da bu sürece katılmaları teorik açıdan iyidir, ancak pratikte gerçekleşme koşulları çok zayıftır. Onların aşılmaları, tarihin çöp sepetine atılmaları belki de en iyisidir. Fakat burada müzmin muhalif olarak süreç karşıtlıklarına verilecek en iyi cevap, “Gücünüz yetiyorsa PKK’yi siz silahsızlandırın!” olacaktır. Öyle ya, onlarca yıldır başaramadıklarını bugün iktidardan istemeleri, bunu da muhalefet yapma adına dayatmaları bir değer ifade eder mi?
Demekki aklı başında ve demokrat hiç kimse CHP ve MHP gibi olamaz. Yine gözünü demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümüne dikmek yerine, sınır dışına çıkmış PKK’lilerin ne olacağına dikenler gibi de olamaz. PKK tarihi kararı vermiş ve gerillanın sınır dışına çekilme sürecini ilân etmiştir. Artık silahın sustuğu, fikirlerin ve siyasetin konuştuğu süreç başlamıştır. O halde, böyle bir süreç için çağrı yapan ve bu durumda aktifleşeceğini söyleyen herkes harekete geçmelidir. Şimdi görev ve sorumluluk onların omuzlarındadır. Hiçbir gerekçe bu görev ve sorumluluğun başarısını örtemez.
Görülüyor ki, başta kadınlar ve gençler olmak üzere tüm emekçiler, azınlıklar, kesimler, bütün ezilenler ve demokrasi isteyenler tarihi bir görev ve fırsatla yüz yüzedir. PKK önlerini açmış ve kırk yıldır yarattığı birikimi hizmetlerine sunmuştur. 2013 yılı 1 Mayıs’ı öncesi ilân edilen bu durum, en büyük 1 Mayıs hediyesidir. O halde bunun hakkı 1 Mayıs Meydanlarında verilmelidir. 1 Mayıs kutlamaları Amed Newroz’unun Türkiye’ye taşırılması ve ilân edilen sürecin sahiplenilmesi olmalıdır. Ardından demokrasi konferansları ve serhildanlarla bu demokratik kurtuluş hamlesi zirveye taşınmalıdır.
PKK’nin tarihi adımı tüm Türkiye’nin demokratik devrim adımıdır. 2013 yılı bu devrimci adımın zaferine tanıklık edecektir!..
Selahattin ERDEM
Yeni Özgürpolitika
- Ayrıntılar
Terör kavramı bu dünyada birçok kavram gibi sadece ve sadece egemen sınıfların çıkarlarına göre içerik yüklenen bir kavramdır.
Bir ara Noam Chomsky terörizm kavramı için: “Terörizm genellikle; terör tohumlarını atmak yani kurbanlar kategorisindeki diğer insanların aşırı korkması amacıyla, kurbanlar kategorisindeki insanlara karşı yapılan eylemler olarak tanımlanır. Bu, ‘diğer insanların’ gelecekteki davranışlarını değiştirmek amacıyla yapılır“ tespitini yapmıştı.
Avrupa Sözleşmesi’nin 17. maddesinde de terör, “...başkalarının insan hak ve temel özgürlüklerini yok etmeyi amaçlayan yıkıcı eylem...” diye tanımlıyor.
Türkiye devleti hangi tanımı kendileri için esas alıyorlarsa o tanım üzerinden söyleyeceklerimizi dile getirelim. Ya da dinlerin tanımlamalarına göre bu kavramı ele alalım. Hangi terör tanımını esas alacaklarsa o göre değerlendirmelerde bulunalım. Yeter ki o Türkiye’de piyasaya sürülmüş ve mantar gibi orta yerde bitivermiş olan yarı bilmiş psikolojik özel savaş elemanları ile tüm ekranları kaplayan “terör” uzmanların tanımlamaları olmasın. Çünkü böyleleri yarı bilmişlikleriyle kendi boylarından çok ileri düzeyde değerlendirmelere doludizgin yalanları bile bile utanmadan yapabilmektedirler. Üstelik bu yalanları sıkarlarken yüz hatlarında tek bir utanma duygusunu da göremezsiniz. Göremezsiniz çünkü böyleleri Fuche tarzı karaktersiz kişiliklerdir. Birde Türkiye toplumlarından bilinen, “yarım hekim candan, yarım imam dinden eder” özdeyişinden yola çıkarak yarı bilmişlik ise yoldan çıkar insanı gerçeğinden dolayı bunların tanımlamaları dışındaki tüm tanımlamalara varız diyoruz.
“...başkalarının insan hak ve temel özgürlüklerini yok etmeyi amaçlayan yıkıcı eylem...” terör eylemi ise TC devleti adındaki yapı sadece bugün değil, dünde, evvelsi ki günde, bir daha evvelsi ki günde hep terör suçu işlemiştir.
Kürdistan’ı işgal edenler onlar, işgal ederek bu topraklarda yaşayan insanlar tüm doğuştan gelen haklarını sadece inkar eden değil, bu doğuştan gelen hakları yok etmek için gece gündüz çalan onlar, bir halkın en insani ve toplumsal hakkı olan dilini yasaklayan onlar. İsimlerini değiştirenler onlar. Coğrafyasını, kültürel mirasıyla oynayanlar yine onlar. Bunlar yeterli görülecek ise Kürtlerin binlercesini katledenler yine onlar. Hem katletmiş hem de yaptığı katliamları Kürtlere yığanlar yine onlar.
Şimdi sormak gerekiyor, Kürtler TC devletinin yaptıklarına karşı ne yapmışlar? Dağa çıkmak olmuş. Dağlara çıkan Kürtler ya da onların evlatları yaptıkları sadece ve sadece onlardan alınmış olan hakları yeniden geri almak olmuştur. Bu hakların yeniden geri iade edilmeleri için bu halkın evlatları dünyada en ağır çilelere katlanmayı göze alarak meydanlara çıkmışlardır. Ölmemek için kendilerini korumuşlardır. Vurulmamak için kendilerini savunmuşlardır. Ve tüm bu savunmalar hep Kürdistan’da olmuştur. Bu savunmalar başkasının topraklarına girilerek yapılmamıştır. Bu savunmalar kendi topraklarında yani Kürdistan’da işgal konumunda olan bir imha gücüne karşı verilen bir savunma olmuştur. Dolaysıyla başkasının “...başkalarının insan hak ve temel özgürlüklerini yok etmeyi amaçlayan yıkıcı eylem...” asla olmamıştır. Ortaya sergilenen eylemler sadece ve sadece savunma amaçlı olduğu gibi dediğimiz gibi bir halkın elinden zoraki gasp edilmiş olan haklarının geri alınması için yapılan eylemler olmuştur.
Şimdi Avrupa Konseyinde özgürlük savaşçıları için kullanılmış olan “aktivist” kelimesi bu bağlamda yeterli olan bir kavram değildir. Elbette gerillaların tümü aktivisttir. Ancak özgürlük aktivisti. Bunun için Avrupa Konseyin daha önce özgürlük hareketi ve onun militanlarına dönük kullandığı terör kelimesinden geri adım atması iyi bir adım olsa da, asıl yapılması gerekli olan Kürdistan özgürlük gerillalarını özgürlük aktivisti ya da özgürlük savaşçıları olarak tanımasıdır. Avrupa Konseyi Kürt özgürlük savaşçılarını böyle tanımlamasının yanı sıra TC devletini de yaklaşık yüz yıldır Kürt halkına karşı sistematik olarak uyguladığı terörden dolayı Terörist Devlet demesi gerekmektedir.
Denilecek ki şimdilerde TC devleti yapılan onca suçu telafi etmek için adımlar atmaktadır. Diyelim ki öyle olsun, bu yüz yıl boyunca Kürtlere karşı işlenmiş terör ve terörizm suçlarını silecek bir durum olamaz. Şimdi yapılanlar, ya da yapılması düşünülmüş olanlar olsa olsa gelecekte terörist faaliyetlerinden uzaklaşmış bir TC devleti olacaktır. Ancak tarihte işlenmiş suçlar olduğu gibi durmaktadır, bunların telafisi de yine TC devletine düşmektedir.
Özcesi Kürtlerin özgürlük savaşçılarını özgürlük savaşçıları olarak tanıması ve de TC devletinin yüz yıl boyunca hem Kürtlere hem de başka halklara ve inançlara karşı yaptıkları terörü de terör faaliyeti olarak tanımlarsa Avrupa o zaman bir nebzede olsa TC devletinin işlediği suçlardan kendisini arındırmış olacaktır.
Kasım Engin
- Ayrıntılar