ŞEHİT ŞÎYAR ÊLİH YOLDAŞIN ANISINA
Dünyaya Kürt olarak doğmanın ayrıcalıklı trajedisi; yaşanan beş bin yıllık tarihsel sapmanın karşısına dikilip dur demek ve sonrada toprağa düşmektir.
Özellikle son iki yüz yılda gerçekleşen bütün insanlaşma mücadeleleri şöyle ve ya böyle yeterince başarılı olamadan, tarihsel sapma ve urlaşmanın ta kendisi oldular.
Önder APO’nun özelde Kürtlerde genelde dünya insanlığında yarattığı sıçrama şimdiden başarısını kesinleştirmiştir. Bu başarının da en hesapsız katılımcıları PKK’de gerçekleşen binlerce şehittir.
Şimdide ben bunlardan birini yazacağım.
Adı Şîyar olan bu şehidimizin tarihsel, coğrafik ve toplumsal arka planını bildiğim kadarıyla yazarak başlamak istiyorum. Bu tarz bir ele alışı da yöntemsel olarak önder Apo’dan öğrendik. Diğeri kapitalizmin parçalara ayırarak yaptığı anlatım yöntemidir ki daha çok hakikati gizlemeye yarar. Gerçekte öğretici değil cahilleştirici ve ezbercidir.
Şîyar arkadaş Êlih’li (isimleri Kurdî halleriyle yazmayı da ayrıca tercih ediyorum, Batman yerine Êlih diyeceğim)bir arkadaş olduğu için Êlih’le sınırlı tutacağım bu yazımı.
Êlih bundan yaklaşık olarak yüz yıl önce bir köydür. Bu yıllarda aşırı yağış sonucu köyün sel altında kaldığı da söylenir. Daha sonra 1950’ler öncesi olsa gerek Êlih bir ilçe olarak Sêrt’e bağlanır. Ama Êlih’liler Sêrt’ten çok kendilerini Amed’e bağlı gibi görürler.
Êlih’te petrol yataklarının bulunmasıyla beraber ki bu da 1950’ler sonrası oluyor, Êlih’ın nüfusunda belli bir artış yaşanıyor. 1990’lar sonrası ise yaşanan yoğun köy boşaltmaları nedeniyle Êlih daha çok kalabalıklaşıyor. Buna Koçerlere yaylaya çıkma yasağı da eklenince, birçok Koçer aşireti de Êlih’e yerleşiyorlar. Mevcut durumda giderek büyüyen bir il olduğu da bilinir.
Êlih’ın coğrafyası genelde ovalıktır ve oldukça verimlidir.Êlih petrollerinin ağırlıklı olarak çıktığı dağ ise Raman dağıdır. Dağ dediğim de Botan, Garzan’daki dağlar gibi değildir. Kendi çapında dağdır işte. Raman da, doğu ve batı diye ikiye ayrılır. Raman dağı oldukça da uzundur. Êlih’ten itibaren Eskîf ilçesine kadar uzanır. Êlih ile Kubînî arasında ise Qîre adında uzunca bir sırt vardır ki bu da Eskîf’e kadar uzanır, Eskîf’in karşısında doğu Raman ile Kîre birleşir. Dicle nehri, Êlih çayı ve Hezo çayı da Êlih arazisinden geçen çaylardır.
Êlih genelde aşiretlerden oluşur. Etnik olarak geneli Kürt’tür ama kuzeyinde Mehelmi’ler vardır. Dini açıdan büyük çoğunluğu Müslümandır. Ancak zincir biçiminde ardı sıra sıralanmış yezidi köyleri de vardır. Bunlar Kubînî ve İstasyon nahiyelerinde bulunur. Uzantıları Raman dağına kadar gider.
Göçlerin il merkezine yığılmasıyla beraber sosyal yaşamda dalgalanmalar olur. Her yıl birçok insan ırgatlık işçi olarak batı illerine çalışmaya gider. İstanbul tekstil işçiliği de ihtiyacını buradan karşılar. Koçer aşiretler ile diğer alanın yerleşik aşiretleri artık iç içe geçmiş bulunmaktadır. Êlih’e Mardin’in bazı ilçelerinden de göçler yoğun bir şekilde olmuştur.
Êlih Haki Karer ve Mazlum Doğan gibi büyük şehitlerin faaliyet yürüttüğü alanlardandır. Büyük komutan Egît’de Mazlum Doğan’ın yetiştirdiği bir kişiliktir. Daha sonra Hozan Şehit Mizgîn de Êlih’ın yetiştirdiği tarihsel bir semboldür. Mazlum Doğan’ın ev ev dolaşarak yaydığı PKK ideolojisi ve yaşam tarzı, bu gün milyonlarca halka ulaşmıştır.
Êlih başlangıçtan günümüze birçok şehit mücadeleye vermiş, birçok devrimci de vermektedir. Êlih Edip Solmaz’ın PKK adına ilk defa belediye başkanı olduğu ildir. Mevcut siyasal duruşuyla da yurtseverliğin kalelerinden biridir. Bu nedenle de “Êlih ovası Apocuların yuvası” diye slogan atarlar.
Şehit Şîyar da Êlih’e yakın Batı Raman’ın yamacında bulunan küçük bir mezradandır. Mezra verimsiz olunca da Êlih’ınYavuz Selim mahallesine göç ederler. Şîyar arkadaş burada gerillalar ile ilişki kurarak uzun süre milislik yapar. Daha sonra da tutuklanarak ceza evine girer. Cezaevinden çıktıktan sonra da bir süre normal yaşamını sürdürür ama özel yaşam örgütlemeye niyeti yoktur. Çünkü o mücadelesine kaldığı yerden devam edecektir.
Bende 98-2000 yıllarında Mava alanındaydım. Ova çalışmalarında yer alıyordum. Êlih’e ise kendisini çevreleyen Amed, Mardin, Xerzan ve Botan eyaletlerinden hiç kimse giremiyordu.2010’lu yıllarda o dönemin alay komutanı olsa gerek “bir tek terörist bile Êlih’te bırakmadım” diyecekti TV programlarında. Bizde Mava dağında yaptığımız tartışmaların ve aldığımız kararların bir gereği olarak Êlih’e gerilla olarak girecektik. Bunun için ovaya indik.
Ovaya indiğimizde bizim için gerekli olan sağlam bir ilişkiydi. Bütün olasılıkları değerlendirdik, bize yardımcı olacak milis veya yurtsever arıyorduk. Tam bu arada cezaevinden yeni çıkmış bir arkadaşın bizi görmek istediği tarafımıza bildirildi. Kendisi için bir köyde randevu ayarlayıp gelmesini istedik. Akşam olduğunda bizde sığınaktan çıkıp köyde randevu verdiğimiz eve gittik. Evde şişman yanakları al al, sonradan kod adı Şîyar olacak olan arkadaşla görüştük. Şişmanlığını cezaevinde kalmış olmasına bağladığım ama her şeye “evet” demesini pek anlayamadığım o anki adı Selahattin olan arkadaşla uzun uzadıya konuştuk. Ne dediysek “yaparım” dedi, ne istediysek “olur” dedi. Sohbetine doyamadık, gece ilerlemesine rağmen biz halen daha konuşuyorduk. Gece boyu konuşup tartışırken hep bir şeyleri eksik tartışıyormuşuz gibi geldi bana. Yapacağımız iş bir milisin yapacaklarını çok çok aşıyordu. O gece her şeye “evet” diyen Şîyar arkadaşa “bize katılmaz mısın” diye sordum, ona da “evet” katılabilirim dedi; “siz nasıl isterseniz!” O andan itibaren evde kalmamızın bir anlamı kalmamıştı ve de sığınakta bol bol zamanımız olacaktı tartışmak ve daha ayrıntılı tanışmak için. Evden günlük tüketeceğimiz peyniri alıp ayrıldık.
Böyle başladı Şehit Şîyar ile devrimci gerilla yaşamımız. Sanki birilerinin kendisine “gel gerilla ol” demesini bekler gibi bir hali vardı. Onun hayalinde evlenmek aile kurmak yoktu, sadece ve sadece halka insanlığa hizmet etmek istiyordu. Düşmana kini ve öfkesi cezaevine girdikten sonra daha da artmıştı. Bir evde ilk defa beline palaska bağladığımda, beline dolanmış şutik olmamasına rağmen ve palaskayı da en son ayarına getirmemize rağmen yine de palaska dar gelmişti. Ben ve ev sahibi Şîyar arkadaşa muzipçe espriler yapmaya başladık. Ev sahibi;“heval Şîyar arkadaş çok şişman” dedikçe ben, “zayıflayacak ince belli olacak” diyordum. Birkaç ay sonra da Şîyar arkadaşın beli incecik oldu ve bütün fazla kilolarından kurtuldu. Çünkü Mava ile Êlih hattında oldukça yoğun ve yorucu bir pratiğin içine girmiştik.
Örgütsel ihtiyaçlar nedeniyle Şîyar arkadaşın katılımı normal bir katılım gibi olmadı. Savaşçı temel eğitimini ve ideolojik, siyasal eğitim görmeden direk pratiğe girdi. Kendisi hem milis, hem de cezaevinde kalmış olduğu için, belli bir bilinç düzeyi vardı. Geriye askeri eğitim kalıyor ki bunu da her Mava dağına gittiğimizde açığını kapatmaya çalışıyorduk.
Bütün arkadaşların ilk etapta dikkatini çeken şey Şîyar arkadaşın kişiliğiydi. Çok mütevazı ve alçakgönüllü bir arkadaştı. Şîyar arkadaşın çok hesapsız ve içten gelen bir mütevazılığı vardı. Sanki hiç devlet ve egemenliği tanımamış gibi bir alçakgönüllülüktü kendisinde var olan. Hiyerarşik, sınıflı, devletçi toplum formlarının daha hiç belirmediği dönemdeki insan kişiliği mevcuttu, Şîyar arkadaşta. Gerilla ve dağ yaşamına olan yabancılığı hemen göze çarpıyor ve arkadaşların dikkatini çekiyordu. Bu haliyle de yaşam içerisinde hem ilgi odağı oluyor, hem de arkadaşlar istekle kendisine yardımcı olmak istiyorlardı. Şîyar arkadaş da büyüklük taslamaz ve yaşamın ayrıntılarını öğrenmeye çalışırdı. Arkadaşın bu durumu ortamımıza ayrı bir hava veriyordu. Bu durumda hem kendisi moralli ve coşkulu pratiğe katılırdı hem de arkadaşların daha fazla motive olmasını sağlardı. Şehir, ova ve dağ arasında geçen pratiğimiz hareketli ve oldukça da canlıydı.
Bir gece yine Êlih’te iken yanına gideceğimiz aile evinde değildi, bu nedenle gece geç saatte sokakta kalmıştık. Gidebileceğimiz aileler vardı ama bulunduğumuzyerin çok ters tarafına düşüyorlardı. 1999 yılının sıcak ortamı olduğu için de düşman zırhlı araçlarla sokaklarda devriye geziyordu. Biz de mümkün mertebe ara sokakları kullanıyoruz ve duraksamak için de kuytulukları seçiyoruz.“Nereye gidelim, hangi aileye gidip kalalım” diye düşünüyor iken üç katlı bir binanın arkasına geçtik ki kuytu bir yer ve korunaklıdır. Binayı biraz inceledim ve alt katta koyunlar olduğunu gördüm. Bu iyiye işarettir. Çünkü Êlih gibi bir yerde sadece Koçerler koyun beslerler ve eğer evde Koçerlerin ise,Koçerler yüzde doksan yurtsever olurlar ve de eğer aile Koçer ailesiyse bize kucak açar sahip çıkarlardı. Evin ikinci katında bulunan oturma odasındaki televizyona kulak kabarttım, tam istediğim gibi, bizim televizyonu dinliyorlardı. Televizyondan Kurmanci lehçemizde sesler yükseliyordu.
Kafamda bir şeyler evirdim çevirdim ve pratik planımı şehit Şîyar’a anlattım. O da bana “neden olmasın” dedi ve harekete geçti. Şîyar arkadaş henüz daha tam olarak dağ gerillasına benzemediği için “konuşma aksanı ve fiziki duruş itibariyle” eve gidip kapıyı çalarak kendisini koyun tüccarı olarak tanıtacak ve bu arada ailenin durumunu tahmin etmeye çalışacaktı. Daha sonra eğer uygun olursa biz ailede gece ve sonraki gündüz kalacaktık. Şîyar arkadaş gitti gitmesine ama gelişi de gecikti. Ben de meraklanıyorum, acaba ne oldu diye. Derken evin köşesinden bir genç “heval gel içeri gidelim” diyerek beni çağırdı. O an rahatladım ve işimizin iyi gideceğinden emin oldum. Çünkü beni çağıran genç kırk yıllık dostummuş gibi bir ses tonuyla çağırıyordu. Bu da ailenin gerillaya ve devrimcilere aşina olduğunu gösteriyor. Oturma odasına geçip oturduk ve aile ile Şîyar arkadaş tanış oldukları için de koyu bir sohbete başladılar.
Yine bir gece hem de dolunayda “bu gerilla için oldukça risklidir” Raman dağının yamaçlarında yürüyorduk. Benim kulaklarım çok yakınımda patlayan patlayıcılar nedeniyle biraz sorunlu, Şîyar arkadaşın ise bu konuda bir sorunu yok. Yamaçlardan yürüyor iken, küçük bir tepenin yanında bulunan bir boğazdan geçmemiz gerekti. Tepecik ve boğaz düşmanın pusu atabileceği yerlerden bir yer. Tepeye ve boğaza yakınlaştığımız zaman elimdeki gündüz dürbünüyle “gece dürbünümüz yok, dolunayda gündüz dürbünü de iş görüyor” tepeyi ve boğazı kontrol ettim. Herhangi bir şey görmedim. Daha sonra ben önde, Şîyar arkadaş arkada yürüdük ve tam boğazın üstüne geldik. İşte o anda Şîyar arkadaş bana seslenerek “heval Azad tepeden sesler geliyor” dedi. Benimde o anda tepeye bakmamla “koş” demem bir oldu. Çünkü tepede hareket eden bir görüntü görmüştüm. Yaklaşık olarak yüz metre koştuktan sonra yere oturup o neydi diye kendimize sormaya başladık. Eğer düşman askeri olsaydı çok kısa olan o mesafeden bizi görmemesi ve ateş etmemesi mümkün değildi. “Acaba düşman askeri daha yeni tepeye gelmiş yerleşmeye çalışıyor o nedenle mi bizi görmedi” diye de yorumladık. Daha sonra da mevsim sonbahar olduğu için köylüler geceden gelip çilo kesiyorlar ve eşeklere yükleyip köye götürüyorlar. Zaten eşekler kendisini çevreleyen çilo nedeniyle görünmez ve uzaktan bakınca ağaç yürüyor zannediyor insan. Tepede duyduğumuz ses ve gördüğümüz görüntünün çilo kesen köylüler de olabileceğini hesapladık bu nedenle. Daha fazla da oturmadan kalkıp ay ışığının geceyi yarı gündüz yaptığı, görsel olarak da insanı oldukça bir hoş eden manzaralı gecede sığınağımıza doğru yürüdük gittik.
Zamanı gece ve gündüz olarak ayırmak bana yetersizmiş gibi geliyor; gece gündüz evet ama bunun yanına dolunayı da eklemek gerekir. Çünkü gündüz her şey bir şekilde görünür, gece ise bir başka şekil. Bir şeyleri görseniz de geceleyin yine de karanlıktır veya karadır. Ama ay ışığında “ben buna dolunay” da diyeyim görsellik bambaşkadır. Ne tam karanlık ne de tam aydınlıktır, biraz aydınlık birazda karanlıktır. Doğanın veya evrenin bu hali insanın ruh ve duygu dünyasına bir başka etki eder. Gündüz gerilla için hele hele ovalık alanlarda, düşmanın tam hâkim olduğu zaman dilimidir. Bu nedenle düşmandır gerillaya gündüz. Gece ise gerillanın adeta hâkimler hâkimi olduğu zamanlardır, karanlık ve gözle görmekten çok hissiyatın ön plana çıktığı anlar. Kara bulutlu yağışlı gecelerde adım atmak bile mucizevi bir olaydır gerilla için, ama durmaz gerilla bütün doğa olaylarının kendisini gösterdiği her gecede yürür yürür ve yürür. Gece ay lambasının altında olduğu zamanlarda ise; ilk önce dolunayın ilk çıkışını görürsünüz ki bu görüntü her bir coğrafyada ve her bir mevsimde farklı, farklıdır. Ayın yükselişi ve batışını görürüsünüz. Ay doğar ve batar ama gerilla halen daha yürüyordur ülkesini baştanbaşa arşın arşın gezerek. Şehit Şîyar ise severdi böyle dolunaylı geceleri ve her ay, yeniden doğduğunda ay, Şîyar daha bir Şîyar olurdu; dağda ovada ve şehirde.
Şehidin ailesi de tipik bir Kurdî aile idi. Anne, baba, erkek ve kız kardeşler.
Evli olanlar aileden kopmuş kendi aile düzenlerini kurmuşlardı.Yeni evlenen ise aile ile beraber evin bir gözeneğinde kalıyordu.Ta ki sırası gelen evlenene kadar bu böyledir. Yeni evlenen baba-ana evinde kalır.Diğeri ise ana-baba evinden ayrılmıştır artık.Anne ve baba; erkek ve kız kardeşler, çemberi genişletirsek.Amca, hala, teyze çocukları; hepsi sıcak hepsi daha bir insan gibi insandılar.Çünkü hiyerarşik, sınıfçılık ve sermayecilik oyunları; daha kirletmemiştir henüz.Tertemiz dünyalarını.
Gerilla yaşamım boyunca ilk ve son defa Şîyar arkadaşla ortaklaşa tek bir çanta taşırdık. Hem benim hem de Şîyar arkadaşın kendimize ait olan eşyaları “o da nedir ki; fotoğraf albümü, tıraş gereçleri vb.” şeyler vardı çantada. Çoğunlukla da erzak gibi ihtiyaçları taşırdık çantamızda.
Şîyar arkadaş giderek tecrübe kazandı ve artık tek başına ovadan dağa grup götürecek hale gelmişti. Hem araziyi tanımış hem de hareket tarzına hâkim olmuştu. Sık sık daörgütlediğimiz çeşitli savaşçı kanallarından yeni arkadaşlar gelip saflara katılıyordu. Yine böyle bir günün akşamı hem iki yeni arkadaş Adana’dan gelmiş ve saflara katılmıştı, hem de bizim bir başka ova birimimiz yanımıza gelmişti. Buna göre oturup birkaç günlük planlama yaptık. Ben yanımıza gelen birimimizle kalacaktım, Şîyar arkadaş ise Nasır arkadaşla birlikte yeni savaşçı grubunu alıp Mava dağına gidecekti. Bunun için tartışıp dikkat edilmesi gereken konulara tekrardan parmak bastık ki, grubu götürmede herhangi bir sorun çıkmasın.
Daha isimlerini bile soramadan ve gece karanlığında daha henüz yüzlerini bile tam olarak tanıyamadığım iki tane gencecik devrimci olmaya aday insan ile birlikte Şîyar ve Nasır arkadaşı uğurladık ve bizde yapmamız gereken çalışmamıza döndük. Ertesi gün saat on civarı kaldığımız yerden görülebilen yola gözle baktığımda anormal bir araç geçişlerinin olduğunu gördüm. Bunun üzerine dürbünü elime aldım ve yolda geçmekte olan araçları kontrol ettim. Araçlar askeriydi ve aceleleri varmış gibi gidiyorlardı. Dağınık ve düzensiz bir şekildeydiler. O an durumun ne olduğunu anlayamadık ve herhangi bir tahminde de bulunamadık. Akşam olduğunda ancak yerimizden hareket edip köydeki köylülerle temasa geçtik ve arkadaşların şehit düşmüş olduklarını anladık. Daha sonraki olaya ilişkin araştırmalarımızda ise arkadaşların şahadet yerlerine yakın bir köyden erzak aldıklarını öğrendik. Biraz ekmek, birkaç tane de domates ile peynir alıp gitmişlerdi.
Öyle ya gerillasındır ve hep bilinmeze yol alır gidersin, sabaha ne olacağını, doğacak güneşin nelere gebe olduğunu kim bilebilir ki. Araştırmalarımızı derinleştirip şahadete neden olan olguları bilmeliydik ki yeni şahadetlerin önüne geçebilelim. Ve tespit ettiğimiz önemli bir nokta şuydu ki; arkadaşların gündüz konaklamak için seçtikleri yer tam da düşmanın gece termal kamera (gece görüş) koyduğu yerin karşısındaymış. Gece termal kamera ile şehit Şîyar’ın ve grubunun kaldığı yeri tespit edince düşman sabaha kadar beklemiş ve müdahale etmemişti. Sabahın ilk ışıklarıyla beraber arazinin hâkim bir noktasından, mahkûm bir yerde olan arkadaşlara operasyon düzenlemişti. Silahlı olan Şîyar ve Nasır arkadaşlar çatışıyorlar düşmanla. Diğer yeni arkadaşlar ise daha gerilla elbisesi bile giymemişlerdi. Kurdistan dağları hep bir ana gibi olmuştur Kurd halkı için; tarihte ve günümüzde. Bu realite PKK gerillaları için daha fazla geçerlidir. Ve düşmanla karşılaşınca her bir gerilla koruyucu ananın kucağında olmak ister, doyasıya çarpışmak geçmişin ve bu günün intikamını almak için. Ama Şîyar arkadaşların içinde hareket ettikleri arazi yapısı yarı ovalıktır. Hava da aydınlık olunca yapacak pek bir şey yoktur aslında. Ve her dört arkadaş da yaklaşık olarak yarım saat çarpışarak iki düşman askeri öldürüyorlar. Biri teğmen olmak üzere iki askeri de yaralıyorlar. Akşam hoş beş şakalaşıyorken, sabaha yitirmek en güzide canları, can mı dayanır böyle derin ve tarifsiz acılara; olmasa daha büyük amaç ve yaşam aşkı.
Hani derler ya “delikli namlu çıktı mertlik bozuldu” diye. Bu söz karşısında gelişen savaş teknolojisine ne denir bilemiyorum. Çağımızın asimetrik savaşları savaş tarihinin en namert savaşlarıdır. En duygudan yoksun, en vahşi savaşlar bu yüzyılda yapılıyor ve yapılacak. Gelişen savaş teknolojisi insanlık tarihine en barbar çağını yaşatıyor ve yaşatacak. Şîyar arkadaş da diğer daha dağların kokusunu alamadan şehit düşen arkadaşlarla beraber çağın en ileri adeta toplumlara nefes aldırmayan teknolojisine karşı yeniden var olma mücadelesine fiziki anlamda son verdiler. Ve kendilerini halkın ve de ilerici insanlığın kalbine “Milenyuma” birkaç ay kala altın harflerle yazdırdılar.Mücadelemiz de devam ediyor hem de dünyanın ilk önce Kürdistan’da denenen en ileri savaş teknolojisine rağmen. Halkçı ve haklı yöntemlerle mücadelelerine ay ay, yıl yıl devam eden Şîyar’ın yoldaşları bu gün en ileri gece görme tekniklerine karşı basit bir şemsiyeyle cevap vermekteler ve onları boşa çıkarabilmekteler. Dedim ya “haklı ve halkçı mücadelemiz” diye, bedeli kan da olsa çare ve çözümler tükenmiyor Kürdistan’ın en doruklarında hep yükseklerde seyredenler için.
Şîyar arkadaşların grubunun cenazeleri şehit edilmeleri ardından, bölgeye yakın olan bir karakola getiriliyor. Cenazeler; bazı kısımları dışarıda olacak şekilde toprağa veriliyor. Ölüye bile saygısı olmayan TC askerleri tarafından.
Şîyar arkadaşın şahadetinden sonra ailesine haber vermemiz gerekiyordu, cenazelerini düşmanın elinden almaları için. Ancak bu o kadar kolay değildir. Bir aileye “oğlunuz şehit düştü” demek, en karmaşık duyguları yaşamak demektir. Ancak yapacak başka bir şey de yoktur; gecenin bir saati aldım elime telefonu ve aslında ne dediğimi şu an bilemiyorum. Telefonu kaldıran şehidin genç ve yeni evli kardeşi ise benden çok daha sakindi ve dolaylı olarak söylemek istediklerimi daha ben telaffuz bile etmeden anlamıştı. Böyle bir haberin kendilerine verilmesini bekler gibiydi. Belki de yeni doğacak olan çocuğuna onun adını verecek ve her Şîyar dediğinde onu anacaktı.
Şehit Şiyar şimdi Êlih’e yakın Bleyder köyündedir. Kısa ama anlamlı devrimci yaşamınla yarattığın değerler birikerek genişliyor ve yayılıyor. Önemli olan da bu değil mi zaten. “Ne kadar yaşadığın değil, nasıl yaşadığın önemlidir” derler ya sen onlardan biri oldun. Bir gün mutlaka mezar taşına baş koyma umuduyla…
KOD AD: ŞİYAR
ADI SOYADI: SELAHATTİN ATACAN
DOĞUM YERİ:ÊLIH
AZAT ARARAT
- Ayrıntılar
PKK’nin özünü şehitlerin gerçeğinden arayıp bulmak ve öğrenmek lazım. PKK Kürt halkı için bir milat, özgürlük, eşitlik ve demokratik bir hareket olduğu tartışma götürmez somut bir gerçektir. Önderliği, şehitleri ve gerillası bunun iradi kimliğidir. PKK’nin Önderliği ve gerillası dünyada eşi benzeri görülmemiş fedakârlıklara girmiş. Halkın özgürleştirmek için canından fazla bir şey olsaydı verirdim ya da son nefesinde yaşam mücadelesinde son sözü; mezar taşıma, halkıma borçluyum yazın veya yaşamı o kadar seviyoruz. Onun için yaşam uğruna ölüme gidiyoruz. Binlercesi daha gencecik yaştayken şu veya bu biçimde tarihin seyrini değiştirecek söz, duruş ve pratikleriyle yeni Kürt kişiliğin kimliğini yarattılar.
Evet, onlarında kendilerine özgü bir yaşam tarzları vardı. 5 bin yıllık erken zihniyetin yarattığı yaşam tarzından kopuyorlardı. Sistemin verdiği anlamasız yaşamı aşmışlardı ve insanlık için yeni bir doğuş ve yaşam anlamı içeriyordu. Onun için bitkinlik, yorgunluk, tereddüt vb. düşünülecek şeyler olamazdı. Onlar bir günün bir yılın ya da birkaç asrın hesabını yapmıyorlar. Onlar sonsuza dek yeni bir yaşam insan ve tarih yaratıp tüm insanlığa mal etmek peşindeler. Bu tarihte komplo, ihanet, ayrımcılık düşünülemiyor. Buna ulaşmak içinde olağanüstü çabalar, fedakârlıklar, cesaret göstererek hiçbir bireysel hesap yapmadan kar kış demeden yılın dört mevsiminde akılların tahmin edemeyeceği yani bilimin keşif etmediği yaşamı yaşadılar. Yollar, sular, dağlar, ovalar geçtiler. Her gerillanın bir günü kitaplara sığmayacak kadar anlam dolu duygu düşünceye sahip proje yapılanlarda vardır. Büyük umutlar ve güven yaşamaktadır; ama yazılmıyor. Yazılmamış sır kalıp belki de yazmalı. Bir ruh gibi doğanın derinliklerinde rüzgâr esintilerine katarak, insanlara nefes, iyi bir duygu ve düşünce yaratıyor. Gelelim 2006, 2007’ye bağlayan Muş Güneyinde kış kampında bir grup Kürt halkının özgürlük gerillasının yaşadıkları anılar.
Kış üslenme kamp hazırlıklarımız durmadan tüm hızıyla sürüyordu. Yılın sonuna gelmiştik. Sonbahar yağmurları gittikçe kara dönüşmüştü. Özellikle Andok dağı ve Berbıheyv gibi yüksek tepelerin zirvelerinde mantar gibi beyazlıklarını kilometrelerce uzaktaki yerleri gösteriyordu. 2006 yılının baharında Muş Güneyinde 14 gerilla yoldaşlarımız binlerce asker, korucu ve teknik üstünlüğe karşı kahramanca direnerek şehit vermiştik. Artık tüm hesaplarımız ve hassasiyetlerimiz ona göre oluyordu. Tekrarın yaşanmaması için büyük bir sorumlulukla her arkadaş çok titiz davranıyordu. Her zaman şu sözü kendimize hatırlatıyorduk. Küçük bir hata telafi edilmeyecek kayba yol açabilir diyorduk.
Grubumuz 9 gerilladan oluşuyordu. Yoldaştık, dikkat edelim yoldaştık. Aynı amaca bağlanmış annemiz, babamız ve akrabalarımızdan daha çok birbirimize bağlıyız ve inançları çelikten daha güçlüdür. Onun için her gerilla yüzlerce askere karşı gelebilecek güçtedir. Hem ideolojik, psikolojik, siyasi, maddi, manevi moral açıdan bu böyledir. O inanmış, güvenmiş yeniçağın insanı oluyor.
Evet, 9 gerillaydık; ama bu 9 gerilla Garzan eyaletinden sorumlu arkadaşlardı. Grupta eyalet komutanı, cephe, bölge ve eyaletin tecrübeli kadın komutası vardı. Onun için o kışta tüm eyaletin ihtiyaçlarını tartışacak planlayacak görevine sahiptiler. Taktikten eyleme, pratikten yaşamının ince ayrıntılı bir eğitim programı üzerinde durulacaktı.
3 ayın günlük programı şöyleydi. Rojbaş saat 5, kahvaltı saat 6, sabah eğitimi 7.30, ara 11-1, öğlen eğitimi 1-4.30, günlük tekmil, akşam yemeği 4.30-6, saat 6’da da jeneratör açılıyor. 9’a kadar varsa CD’de bir film izlenir olmazsa bireysel yoğunlaşma yine sohbet ve toplu tartışalar. Yat saati 9, varsa yoğunlaşmak isteyen yani okuyup yazmak isteyen arkadaşlar için jeneratör bazen 11’e kadar açık kalıyordu. Böylece dolu bir gerilla grubun programı sadece resmiyete bağlanmış yanı oluyordu. Dakikasına anlam katmaya çalışan bu arkadaşlar bir gün Çekdar Amed arkadaş bir öneri geliştirdi. Bana şu öneriyi sundu; “heval TV’de atari oyunu var. Biraz oynayalım. Bende sıcak bakmadım. Dedim ki gerekiyor mu, faydası var mı?
Çekdar arkadaş; “siz bilirsiniz heval”
Araya diğer arkadaşlarda girdi. Azad Başkale, Azad Çermik, Selim Kotol, Argeş Siirt, Serdar Amed; “heval bizce de birazda değişiklik olsun. Biraz oynayalım dediler.
Çekdar arkadaş gülüyordu. Bende Çekdar arkadaşı çok seviyordum. Kavgalıydık ama açık ve dürüst özellikleri çok belirgindi. Her şeyiyle gözler önündeydi; ama ben gerillada bir şeyin önü açıldı mı artık o gelişiyor biliyorsunuz. Alışkanlık ve bağımlılık yaratıyor. “Tamam” dedim. Bir oynadık. Bir daha bırakmadık. Her gün saat 6’dan 7’ye kadar sıraya girip kim daha çok duvar örecek yarışmaya giriyorduk. En çok Çekdar arkadaş puan alıyordu. En az Selim arkadaş anlıyordu. Hepimiz Selim arkadaşa yardım ediyorduk. Yine fazla sayı olmuyordu.
Şimdi o kamptan Selim ve Çekdar arkadaşlar şehittirler. Azad Başkale ve Argeş Sert esir düşüp zindana atıldılar. Diğerlerimiz burada kalıyoruz.
Cevizlerimiz vardı. Kış boyu fırınlı sobamızda baklava, değişik türden pasta ve kek yapıyorduk. En güzeli de yer altı odamıza yani mangalarımıza hortumla su taşımıştık. Küçücük yer altı bir banyo yapmıştık. Böylece kış boyu başta Selim arkadaş, okuma yazması olmayan arkadaş onu da öğrendiler; çünkü programımıza öğrenme işi de koymuştuk.
Dakika dakikasına gelişmeleri Mezopotamya radyosundan dinliyoruz. Süreci oradan ele alıyoruz. Hem Önderliğin hem de örgütümüzün açıklamalarını oradan takip ediyorduk. Günde her saat başı Türk TRT radyosundan Türkiye’deki gelişmeleri takip ediyorduk.
Bahara girme moralini yaşıyorduk. Her arkadaş kendi başında bir sürü plan ve proje yapmıştı. Kimisi böyle eylem yaparız. Kimisi şöyle açılım yaparız. Kimisi de yeni savaşçı vb. çalışmaları üzerinden yoğunlaşıyorduk.
Kıs sürecinde 1-2 operasyon oldu; ama sonuçsuz sona ermişti. Mart ayına girmiştik. Ayın 5. günüydü. Birden lapa lapa bir kar yağdı. Bizde fırsattır. Son bir kez daha bu karda kendimize 15-20 günlük yakmak için kuru ağaç toplayalım diye eğitime ara verdik. 2 saat kuru ağaç topladık birden kar durdu. Bulutlar dağıldı. Havalar açıldı. Bahar güneşi çevreyi vurdu. Akan su ve ağaçların kökünden buharlar kalkarak sıcaklığını gösterirken biz de çıkan kardaki izlerin derdine düşmüştük; çünkü baharda havalar açılınca her an operasyon yapma ihtimali vardır. Alelacele topladığımız odunları mangaya taşıdık. Çıkan izleri yine karla kapattık. Ama biri üzerine gelseydi hemen fark ederdi. Çok iz çıkarmıştık. Yağışlı havadır deyip kartopu oynadık. Güreş tuttuk ve kamuflajı eskisi gibi olması mümkün değildi. Artık uzaktan belli olmayacak şekilde kamufle edip yer altı köşklerimize çekilmiştik.
Ertesi gün sabah saat 6’ydı. Elimizi, yüzümüzü yıkadık. Kahvaltı yapmamız için sofraya oturur oturmaz çok uzaktan sinek sesine benzeyen çok derin bir ses duydum. His ve sezgilerime güveniyordum. Skorsky helikopterin sesi dedim. Selim arkadaş çok duyarlı ve uyanıktı. Helikopter dememle birlikte ayağa fırladı. 20 metre mangadan çektiğimiz tünelin sonundaki karşıya kaçtı. O anda 6 Skorsky askeri taşıyan helikopterle 4 Kobra savaş helikopteri Kozmê dağından çıkıp Muş Güneyinin orta alanına indirmelere başladılar. Kar diz boyu Berbıheyv, Serê Spî, Kozmê Kurtık, Andok ve Muş Güneyinin orta ve iç alanların tamamında indirmeler yaptılar.
Selim arkadaş çağırdı. Bizi arkadaşların hazırlamasını istedi. Yanına gittiğimde güler bir yüzle görüyorsun. R.arkadaş geçen yıl 18 gün sonra yine Muş Güneyinde 14 arkadaşımızı şehit ettiler. Şimdi de bizi şehit etmek isteyecekler; ama kolay olmadığını onlara göstereceğiz. Çok soğukkanlı, rahat bir yaklaşım sergiledi.
Kuşbakışı kampımızın 400-500 metre yakınımda bulunan bir tepeye askerler çıktı. Askerleri zor görebildik. Hepsi kar elbisesini giymişlerdi. Silahlarına beyaz bez sarmışlardı. Çıkardıkları izlerden askerleri görebiliyorduk.
Operasyonun 4.günüydü. 24 saat hazır bekliyorduk kampı bırakmak istemiyorduk; çünkü daha tehlikeli olma ihtimali vardı. Operasyonun 5.gününün sabahında baktık ilk gün tuttukları tepeye yine tuttular. Artık her yerin operasyon yaptıklarını sonuçta bulunduğumuz yerede bugün veya yarın operasyon yapacakları büyük ihtimal dahilindeydi. Bu gece kampı bırakıp bırakmama tartışmasına girdik. Benimle birlikte Selim, Azad Başkale ve Argeş arkadaş kampın bırakılmasından yana görüş belirtti. Azad Çermik ve Çekdar arkadaşlar bırakılmamasından yana görüş belirttiler. Serdar arkadaş, Amed ve Cudi nasıl uygun görürsek ona katılacaklarını söylediler. Sonuçta kampın bırakılmasına karar verdik.
Şimdi küçük bir hata felaket getirebilir. Kar yumuşak, ay ışığı var. Kampa yakın derede su akıyor. Ona ulaşsak izleri kaybedebiliriz; ama suların kenarlarında derelerin birleştikleri üçgenlerde düşmanımızın pusuları da büyük ihtimal dahilinde olması lazım. Ayrıca gece keşif dürbünleri çok gelişmiş.
Karın sertleşmesini bekledik. Gece saat 12’ye geldi. Kar sertleşmedi. Çıkmaya karar verdik. 100-150 metre uzaklıkta olan dereye indik. Suya girdik. Kar suyuydu. Keskin ve buz gibi soğuktu. 3 saat suda yürüdük. Baktım arkadaşlar ara istiyorlar. Zaman altın değerindedir; ama ara vermeyede mecburum; çünkü ayakları donan takatten düşen arkadaşlar var. Su kenarında 2-3 metre genişliğinde bir taş üzerinde durduk. Fazla yayılamıyoruz. İz çıkacaktı. Arkadaşlara durumları sordum. Ne var ne yok. Sonbaharda yedek bir sığınak yapmıştık. Onun hizasına gelmiştik ve arkadaşların önerileri oraya gitmekti. Bense daha uzağa gitmemizi söylüyordum. Baktım Argeş arkadaşın ayakkabısı su da gitmiş. Ayakları donduğu için farkına varmamıştı. Bende öyle görünce yedek sığınağa gidelim dedik. Çok tehlikeliydi. Sabah askerler bulunduğumuz sığınağın üstünden geçtiler.
12 Mart sabahında Türk basınında önce Lice Kulp arasında iç çelişkilerden dolayı birbirlerini öldüren 7 gerilla cenazesinden bahsetti. Sonra Kulp’a bağlı Şen yaylasında olayın olduğunu yineledi. Biz başta anlam veremedik. Bir arkadaşın sivildeki ismini veriyordu. Baktık akşam Mezopotamya radyosu anında haberi verdi. Endişelere girmiştik. Haberleri daha çok ben takip ettiğim için arkadaşlara da söylemiyordum bu olayı.
Operasyonun niçin bu kadar uzadığını başta öğrenemedik. 13 Mart’ta operasyon geri çekildi. Bizde kampımıza geri döndük. Benim endişeli ruh halimi önce Çekdar arkadaş sordu. Selim arkadaşta uzaktan gözün altında beni yokluyor. Arkadaşlara demişti “niçin R.arkadaş bu kadar düşünüyor? Akşam 5’te Mezopotamya haberinde hem operasyonun uzun sürmesi hem de verilen kayıp haberlerini öğrenmiştik. Mereto adında biri içimizden kaçmış, daha sonra geri gelip katılmış ve Dorşin alanımızda üslenen Sason ve Dorşin gücünü uykuda tarayıp katletmişti. Hakkımızda da düşmana detaylı bilgi verdiği için düşman operasyonu uzamıştı.
Öğrenir öğrenmez Çekdar arkadaş ağlamaya başladı; çünkü Çekdar yürütmüştü. Sonbaharda düzenlemesini yapıp yanımıza almıştık. En çok onları o tanıyordu. Niçin onlardan ayrıldığını, niçin onlarla şehit olmadığını bir sürü suçlayıcı soruları kendisine soruydu ve hepimizi çok acı ve derin bir duygusal atmosfer oluşturuyordu. Selim ve Çekdar arkadaş Bitlis tarafına vermeyi planlıyorduk. Bu arkadaşlar şehit düştükten sonra şehit düşen arkadaşlar Behzat Derik, Bilal Mardin, Hüner Hewreman, Botan Serhat, Serhat Serhat, Sipan Batman ve Rêber Amed. Böylece intikam ve çalışmalarını devralmak için Selim ve Çekdar arkadaşı Dorşin alanına düzenledik. 3 ay pratikten sonra 10 Haziran 2007’de yaralı bir arkadaşı kurtarmak için her iki arkadaş canını feda ettiler. Yoldaşlık bağlılığı böyledir. Bir arkadaşımızı kurtarmak için onlarca arkadaş şehit vermiştik.
Böylece sayısal küçük ama düşünce ve onuru büyük olan bu gerilla grubu veya her gerilla yaşam büyük anlamlar içeren yaşamı yaşamanın gayretinde. Onun için zaman, mekân ve imkân onun için önemli olsa da belirleyici değil. Selim ve Çekdar yoldaş gibileri an’ın devrimcileri olmuşlardı.
Baharda intikam alınacaktı. Muş Güneyinde Dorşin’de, Sason’da, Mutki’de, Şehit Cuma’da, Tatvan’da, Siirt, Şirvan, Bitlis Garzan’ın her yerinde eylemler oluyordu. Tekmilin başlangıcı Dorşin’deki şehitlerin anısına eylem yapılmış deniliyordu ve kuzeydeki tüm gerilla güçleri intikam almak için baharı sabırsızca bekliyorlardı.
Evet, gerilla inatçı, ısrarlı, kimsenin yanına bırakmayacak ilke ve anlayışa sahiptir. Gerilla yaşamını kazanılmasını beceren insanlardır. Baharda çıkar başlar maceralı serüvenine. Dağ, bazen zozanlık bazen ormanlık bazen ay ışığında kaybolan yıldızlar eşliğinde bazen de kapkaranlık gökyüzünde renklendiren yıldızlar bazen de yağmurda çınlanan şimşekten göz kamaşır yolda durunca yorgunluğunu geçirir. En iyisi ve güzeli de neyin yaptığını bilmesidir.
Mücadele Arkadaşları
- Ayrıntılar
Ferhat Kurtaylar'ın şanlı ölüm kararı bir bahar gününde verilmiş büyük bir karardı. Mazlumlar'ın Newroz ateşi, Dörtlerin bedenlerinde çıra gibi tutuşturularak sürdürüldü. Zindanı aydınlatan tarihi bir karardı. Dayatılan müthiş zulmü, karanlığı boğma eylemiydi. Mazlum yoldaşın kararı, yaşam iddiası, yaşama saygıdan vazgeçmeme kararıyken, Dörtlerin eylemi ise; Mazlum yoldaşın kararını daha da pratikleştirmek, daha da kitleselleştirmek, daha da yaşamsal kılmaktı. Kararın amacı kadar, içeriği ve gerçekleşme biçimi de müthiştir. Mutlaka bütün yönleriyle anlamak, yaşam, halk ve militan gerekçemiz haline getirmek, her "namusluyum, bağlıyım," diyenin temel görevidir.
REBER APO
YOLDAŞLARA VE TÜM İNSANLIĞA!
Çağımızda ulusal ve sınıfsal uyanışlar yoğunluk kazanarak boyutlanıyor. Halklar esaretten kurtulmanın savaşım bayrağını emperyalizme karşı sömürgeciliğe ve her türden gericiliğe karşı yükseltiyorlar. Proleterya kendi öz iktidarını korumak için, tarihsel görevini adım adım yerine getiriyor. Dünyanın dört bir yanında anti-emperyalist, anti-faşist, anti-sömürgeci mücadeleler tırnakla, kanla, canla, emekle, acıyla ilerliyor.
Bu mücadeleler sonucudur ki, emperyalizm dünyanın birçok yerinde yok olmuştur. Ve çoğu bölgede can çekişiyor. Sömürgecilik de aynı akıbetten kurtulamamış. Keza faşizmin halkların ve proleteryanın devrimci adımları karşısında her gün biraz daha ölmeye mahkûm oluyor.
Çağımız; devrimler cephesiyle karşı devrimler cephesinde yaşamın her anında kıyasıya bir savaşımın sürdüğü ve ibrenin her gün biraz daha birincilerden yana eğildiği, dünya halklarının ve emekçilerinin özlediği geleceklerine yaklaştıkları bir çağdır.
Tarih çarkının ileriye doğru döndürülmesi Vietnam, Kamboçya, Küba, Filistin, Kürt halklarının, Rus, Alman ve Bulgar proleteryasının kanıyla, canıyla gerçekleşiyor.
İçte zaferle taçlanan Vietnam ulusal bağımsızlık ve özgürlük savaşı, dünya devrim tarihine kazandırdığı zengin tecrübelerle, yaptığı ve yarattığı değerli katkılarla, esaret altındaki dünya halklarına kurtuluş mücadelelerinde bir ışık gibi yol gösterici oluyor.
Ulusal kurtuluş mücadelelerinin her santimetresi büyük acılar pahasına gelişir, büyük fedakârlıklar ister. Bu uzun süreli savaşım, en başta halk bağımsızlığı için ölüm ister. Bir halkın ulusal bağımsızlık ve özgürlük kavgası o olgular üzerinde yükselir. Zaferi ufukta hissedebilmek, görebilmek için inanarak savaşmak, savaşarak inanmak gerekiyor.
Ulusal bağımsızlığa ulaşabilmek, halka inebilmek onunla bütünleşmekle olur ancak. Örgütlülüğün, kitleselleşmenin yolu halkı bilmek, anlamak ve ona kurtuluş inancını kavratmaktan geçer. Bu da doğru bir önderlik gerektirir. Önderlikle halk kaynaştığı noktada tüm zorluklara katlanılır, dahası aşılır hale gelir.
Bu açıdan Kürdistan tarihine kısa bir göz attığımızda, kaosa yol açan bir örgütsüzlük, önderlik adına çıkarları için halkı karanlıklara iten teslimiyetçi uşak karakterli sınıf düşmanlarının ihaneti karşımıza çıkıyor. Bağımsızlık için her defasında başlatılan savaşım, işgalci, istilacı, sömürgeci devletlerin gaddar, acımasız bastırmasıyla boğulmuştur. Halkımızın bizlere bıraktığı bir direnme mirası vardır. Bütün bunlara rağmen.
Kürdistan halkı kadar bağımsızlığı için kan döken, evlatlarını toprağa gömen direnişçi bir halk doğru bir Önderliğe, en azından kendi direnişçiliği paralelinde, kendine yabancılaşmayan bir önderliğe sahip olsaydı, Kürdistan bir defa değil, on defa bağımsızlığa kavuşmuş olacaktı.
Bu halk ki; Asur İmparatorluğu'nun tahtını başına yıktı. Ortadoğu'ya bir güneş gibi açılan Medya'yı kurdu.
Bu halk ki; Doğudan, Batıdan, Güneyden dalga dalga gelen istilacı ordulara, fetihçi imparatorlara karşı bağımsızlık meşalesini elden bırakmadı. Aç kaldı, açıkta kaldı ama ulu dağlarında sevdasını sürdürdü.
Bu halk ki; diliyle yaşadı, kültürüyle yaşadı, Mêm ü Zinî, Ahmede Xanê, Feqiye Teyranileri çıkardı.
Bu halk ki; Türk, Fars, Arap sömürgeciliğine karşı Ubeydullah, Bedirhanlılar, Beydinanlılar, Yezdan Şer, Revanduz, Sason, Ağrı, Zilan, Palo, Genç, Hani, Dersim direnişleriyle bağımsızlık sevdasını sürdürdü.
Yendi, yenildi, ama yenilgiler onu ürkütmedi. Dar günlerinde Bese’leri yanında gördü. Kanları toprakta güllenen sayısız direnişçi, gencecik Kürt yiğitlerinin anısıyla yaşadı.
Yenilgilerinde teslim olmamak için, düşmanın eline sağ düşmemek için yüce dağlardan uçurumlara kendilerini atan Bese’leri kendilerine örnek aldı bu halk.
Bu halkın yıllarca kanla bastırılan suskunluğu, yok edildiği sanılan bağımsızlık özlemi; direnişçiliği, çağdaşlığı, örgütlülüğü şahsında somutlaştıran PKK'nin doğuşuyla yeniden daha coşkulu, daha istekli ve kararlı olarak topraklarımızda filizlendi, gelişti, boyutlandı.
PKK'nin ideolojik, politik, örgütsel alanda şekillenmesiyle birlikte Türk sömürgeciliğinin azgın saldırılarına, komplolarına hedef oldu. Hareketimizin kurucularından büyük komünist önder ve enternasyonalist Haki Karer böyle bir komplo ile şehit edildi. Haki yoldaşımızın katledilmesi, Kürdistan'da devrimci mücadele vermenin zorluklarının boyutu hakkında da önemli ipuçları verdi.
Kürdistan'da örgütlenmenin, halka inmenin ve halk savaşı vermenin daha ilk adımları atılırken, karşılaşılacak güçlükleri aşabilmek için, devrimci şiddet uygulamak zorunlu ve bunu mücadelemiz açısından yaşamsallığı tartışmasız kabul edildi. Bu yönüyle Haki fiziki ölümüyle bile mücadelemizin sıçrama yapmasının denek taşı oldu.
Haki'nin katledilmesi, sömürgeciliğe karşı savaşabilmek için, ölümü yaşamın bir parçası gibi görmek gerektiğini kavrattı bize.
Bugün Diyarbakır zindanında, düşman bizim şahsımızda halkımızın kurtuluş umudu, biricik önderi partimizi boğmaya çalışıyor. Bu bir ölüm-kalım savaşıdır. Savaşlar kaybedilebilinir, ama bizim kaybetmeye tahammülümüz yoktur, olmamalıdır. Çünkü bunun sonuçları çok ağır olacaktır. Sorumluluğu ise taşınamayacak denli ağır, yaralayıcı olacaktır. Bu savaşı kaybetme tahammülümüz yoktur. Bu yola girerken, lekesiz bir direniş bayrağının altında çalıştık ve bunu aynı temiz haliyle taşımak zorundayız. Başka seçeneğimiz yoktur. Bu bayrak altında yaşamanın ve onu yükseltmenin direnmekten başka bir yolu yoktur.
Bunu çok kısa bir süre önce büyük Önderimiz Mazlum yoldaşımız gösterdi. Bu her zaman olduğu gibi çok zor ve sancılı bir dönemi yaşamakta olduğumuz Diyarbakır zindanında da yol göstericiliğinin değerli yaşamını feda ederek yaptı.
Parti Önderliğimiz, Mazlum yoldaşın şahsında sorumluluğunu en iyi şekilde, bir kez daha kanıtladı. Şimdi sıra bizimdir.
Evet, Partimiz bizden direnmeyi istiyor. Esir düştüğümüz ve her türlü silahtan yoksun bulunduğumuz bu koşullarda, canımızı, kanımızı ateşlememizi istiyor.
Yakılacak her ateş, örülmek istenen karanlığı ışığa boğacaktır. Yakılacak her ateş, ihanetin, teslimiyetin hain duvarlarını yerle bir edecek, bizi halkımıza ulaştıracak, halkımızın bizlere bağladığı umudu çoğaltacaktır. Yakılacak her ateş, Mazlumun üç çöp ateşiyle bütünleşip, gürleşecektir. İşkencelerin, sömürgeci faşistlerin iğrenç emellerini yıkacaktır.
Arkadaşlar!
Düşman barbar, düşman acımasız, düşman amacına ulaşmakta kararlı. Buna 'dur' demesek bırakalım devrimcilikte, insanlığımızdan bile utanacağız. Bu zindanda partimiz adına, halkımız adına alnımızın akıyla çıkmasak, gelecek nesiller bizi lanetleyecektir. Hiçbir gerekçe bizi tarihimizin ve halkımızın sorgulamasından kurtaramaz.
Biz, halk olarak bugün dışarıda olduğu gibi, zindanlarda da bir ölüm-kalım dönemini yaşıyoruz. Bunu aşabilmenin yolu bellidir. Parti tarihimizin tecrübe ve mirası bize büyük bir direniş geleneği bıraktı. Bu geleneği sürdürmek her zaman zorunludur. Ama bugün düşmanın bizi ve halkımızı yok etmek için sınır tanımaz, çok yönlü ve o denli tehlikeli saldırılara giriştiği Diyarbakır zindanında bu direnişçi geleneğin sürdürmek daha önemli, daha çok zorunlu ve daha çok yaşamsal bir hal almıştır.
Her partili arkadaş, her insan, her namuslu Kürt yurtseveri, PKK sempatizanı ve taraftarı bu bilinçle üzerine düşen sorumluluktan kaçmamalıdır. Herkesin yapabileceği bir şeyi vardır mutlaka. Ve hepimiz, partimizin, halkımızın bugün bizlerden beklediklerini, istediklerini iyi bilmeli ve bu bilinçle mücadele vermelidir.
Bizler bu eylemi gerçekleştirmekle, sadece Partimize, halkımıza ve ilerici insanlığa karşı duyduğumuz sorumluluğu, güveni, inancı pratikte de göstermiş olacağız.
Yoldaşlar!
Şunu çok iyi bilin ki, bundan sonra Türkiye ve Kürt halkı sizinle olacaktır. Bizler Antep'de Haki'nin, Hilvan'da Halil'in, Dersim'de Bese'nin, zindanlarda Mazlum DOĞAN'ın takipçisiyiz. Bizler korkmuyoruz, sizler de korkmayınız
Kahrolsun sömürgecilik!
Kahrolsun emperyalizm!
Yaşasın PKK!
Yaşasın Ulusal Kurtuluş
Mücadelemiz!
Ferhat KURTAY
Eşref ANYIK
Mahmut ZENGİN
Necmi ÖNER
- Ayrıntılar
Kayıp, yitik bir ülkenin çocukları olarak büyümüştük. Bizden önce de yüzlerce kuşak büyümüştü. Kayıp ülkede yaşanan yitik sevdalara sahne olan bir ülkenin toprakları üzerinde güne durmuştuk. Dedelerimizden, atalarımızdan, ninelerimizden dinlediğimiz kayıp ülkemi anlatan hikayelerle geçti çocukluğumuz. Oysa gerçekte ülkemiz kayıp değildi. Onun toprakları üzerinde yaşıyorduk. Onun toprağına dokunarak, çiçeklerini toplayarak, güzelliklerini yaşıyorduk. Ama kayıp sayılıyordu nedense ülkemiz. Ama hep bir gün ülkemizi görme umudunu taşıyorduk. Çocukluk günlerimizin düşlerini kayıp ülkemiz süslüyordu. Ülkemize ilişkin o kadar güzel ama bir o kadar da acılı hikayeler anlatılırdı ki, büyüyene kadar bu hikayelerin büyüklerimizin düşler ülkesinden hatırladığı hikayeler sandık. Ve büyüdük. Kayıp ülkemizin yeniden dağlarda söylenmeye başlayan türküsünde bulduk kendimizi. Ülkemiz için yeni bir ateş yakılmış dağlar başında, gölge düşen vadilerin derinliklerinde. Henüz çocuk yaşta olmama rağmen o söylenen türkünün nakaratında yerimi almak için bende yolların en eski hikayesinden adımladım dağları. İki yıl gibi bir zaman dilimi üzerinden geçmişti. Bende artık diğer ağabeylerim ve ablarım gibi bir gerilla olmuştum. Çatışmadan çatışmaya, pusudan pusuya koşup duruyordum. Kavgamız türkümüzü, türkümüz kavgamızı büyütüyordu. Küçükken en çok üzerine hikâyeler duyduğum dağlardan biri de Herekol’du. Gazabı ve öfkesi kendisinden daha büyük bir dağ diye anlatılırdı. Gidip orayı gördüğümde gerçekten öyle bir dağ olduğuna da inandım.
Herekol’a her gittiğimde onun ayrı bir güzelliğinin farkına varıyor ve onu doyasıya yaşıyordum. Tıpkı masallarda anlatılan bir dağ gibiydi. Masallarda anlatılan dağın ta kendisiydi. Ona vardığımızda masalın içine bizi de dâhil ediyordu. Biz oradayken anlatılan masalı bizi de kapsıyordu. Bize bir ana gibi kucak açıyordu. Kol kanat geriyordu. Bizi bütün kötülüklerden korumaya çalışıyordu.
Çünkü tarih boyuncu hep biz Kürtlere kucak açmış o yüzden Kürtlerin kadrini bilmesini istiyordu. Kadrini bilmeyene karşı gaddar olabilirdi. Zaten biz Kürtler tarihte kadir bilenler olarak biliniriz. Hele hele dağlar söz konusu oldu mu bu kadir her şeyin üstünde tutulur. 1995 yılı bahar aylarında Botan’da yine kapsamlı bir operasyon başladı. Biz o zaman Herekol gücü olarak hareket ediyorduk. Başlayan operasyon Herekol’uda kapsıyordu. Oldukça kapsamlı bir operasyondu. Ancak biz ilk etapta kapsamını anlayamadık. Operasyonun başladığı gün çatışmaya girdik. Çatışmadan sonra geri çekilme yaparak başka bir noktaya gittik. Bizim bölükte bir manga bayan arkadaştık. Kurtalanlı Berivan arkadaş bizim manga komutanımızdı. Her zaman ve her yerde olduğu gibi burada arkadaşlar tepeci çıkarmamız gerektiğini söylediler. Tepeyi genelde bir manga arkadaş çıkıp tutardı. Bizden beş arkadaş tepeyi tutmak için çıktılar. Tepe komutanı olarak da bizim manga komutanımız Berivan arkadaş çıktı. Biz diğer arkadaşlar da noktaya gittik. Şimdi şöyle bir şey de vardı. Eskiden arkadaşlar tepeye giderken akşamdan tutacakları tepeye çıkmayıp, eteklerinde bir yerde kalıyorlardı. Sabahla birlikte çıkıp tepeyi tutarlardı. Giden arkadaşlarımız da böyle hareket ediyorlar. Meğer düşman akşamdan tepeyi tutmuş. Ama arkadaşların bundan haberi yok. Tepeyi tutan düşmandan habersiz bir şekilde arkadaşlar tepenin biraz altındaki bir kayanın dibinde kalıyorlar. Arkadaşlar sabaha doğru tepedeki yerlerini almak ve birde keşif yapmak için harekete geçiyorlar. Askerler arkadaşların sabah gidip yerleşeceği mevzilere yerleşiyorlar. Arkadaşlar mevzilere doğru gidiyorlar ancak askerleri fark etmiyorlar. Askerler ise arkadaşları fark ediyor ve çatışma başlıyor. Bu arada biz, noktada kalan ben Rojda Şırnak, Gülistan adındaki arkadaşla bizde gözcülüğe gittik. Bir bölük, tepecilerle bizim aramızda kalıyordu. Keşfimizi yaptıktan sonra artık ateş yakabiliriz dedik. Tam da o anda tepecilerimizin çıktığı yerden silah sesleri gelmeye başladı. Silah seslerini duyunca arkadaşların çatışmaya girdiğini anladık. Arkadaşların yardımına gitmek için bir araya gelip plan yapmaya çalışırken bir anda kendimizi askerlerin içinde bulduk. Biz de atılan çemberin içinde kalmıştık. Zaten arkadaşların tuttuğu tepe ile bizim gözcülüğe gittiğimiz yer de birbirinden çok fazla uzak da değildi. Zar zor bir şekilde çemberi aşarak kendimizi noktadaki arkadaşların yanına ulaştırdık. Arkadaşlar büyük bir direnişle saatlerce çatışıyorlar. Avantajın askerlerde olmasına rağmen, arkadaşlar onlardan da birçok asker vuruyor ve yaralıyorlar. O geceden giden tepe grubunun hepsi bir süre sonra şehit düşüyor. Çatışma akşama kadar sürüyor. Bizler akşam geri çekilerek başka bir noktaya gitmeye çalıştık. Ancak düşman her yeri tutmuştu. O yüzden geri çekilmeye çalışırken pusuya düştük. Gece olduğu için avantajlıydık. Gece gerillanın özgür zamanı olduğu için bize bir şey olmadı. Sessizce planımızı yapıp ve o gece hiç kayıp vermeden pusuyu yarıp geçtik. Ama ertesi gün bir araya geldiğimizde gözlerimi acı bir hüzünle etrafta dolaştırıyordum. Biz bir manga bayan arkadaştık, geriye ise sadece üç kişi kalmıştık. Tepeye gidenler şehit düşmüştü yine farklı bir görev için başka bir yere giden diğer iki arkadaş da şehit düşmüştü ve geriye sadece biz kalmıştık. Operasyonun dışına çıkmak için geri çekilmeyi Çaçi tarafına yaptık. Yüreğim burkulmuş ve sızlıyordu. İçim kan ağlıyordu. Bu eksiklik bende öyle büyük bir boşluk yarattı ki, gözümü güne, geceye ya da patikalara diktiğimde onları arar oldum. Sanki görevden dönecekler ve onlara bir demli çay yapmam gerekiyormuş gibi bekliyordum.
Operasyondan sonra on beş bayan arkadaştan üç bayan arkadaş kalmıştık. Bu beni çok derinden etkiledi. Bahara çıkmanın sevinciyle koskoca zorlu bir kışa beraber göğüs germiştik. Ellerimiz beraber üşümüştü. Acısına rağmen beraber gülmüştük. Zaten alanda bir takım güç kadardık. Erkek arkadaşların sayısı alanda kırk kadardı. Biz bayan arkadaşların sayısı erkek arkadaşlardan az olduğu için arkadaşlar, bizlere yaklaşımları biraz daha duygusal oluyordu. Operasyondan sonra sadece üç kadın arkadaş kalmıştık. Onun acısını, burukluğunu bizden daha fazla erkek arkadaşlar yaşıyordu.
O yüzden biz geriye kalan üç arkadaşa yaklaşımları daha hassas olmuştu. İşte üç kişi kalmışlar ne olursa olsun onları korumamız gerekiyor gözüyle bakıyorlardı. Aslında bu yoldaşı koruma mantığıydı. Zaten gerillada bu her zaman olur. Yoldaşından önce kendisi eyleme, çatışmaya ve hatta ölüme koşar. Arkadaşlar da gelişen de o olmuştu. Çaçi tarafına gittiğimizde Botan’ın diğer bölgelerinde kalan arkadaşlarla görüştük. Ama arkadaşlar bizi görünce büyük bir şaşkınlık yaşadılar. Çünkü o operasyonun içinden hiç birimizin kurtulacağına inanmıyorlardı. Gerçekten çok kapsamlı ve zorlu bir operasyondu. Biz operasyonun ortasında kalmıştık bizim alanımıza bize yardıma gelebilecek yakın bir güç de yoktu. Buna rağmen çemberleri yırtıp, pusuları aşarak bir bölük kadar arkadaş sağlam çıkıp arkadaşlara da ulaşmıştık. Arkadaşların bu yoldaşça yaklaşımı bana büyük bir güç veriyordu. Ama ondan sonra azalan sayımız, bende sonu gelmeyen bir hüzne bıraktı yerine. Gözlerim hep yollarda gelecek arkadaşları beklemeye başladım. Gelmeyeceklerini bilmeme rağmen bir gün mutlaka çıkıp gelecekler diye yıllarca gözlerim hep patikalarda oldu. Ve bu olay beynime kazınan anılardan biri olup bu günlere kadar geldi. Bu hiçbir zaman beynimden ve yüreğimden silinmeyecek. İşte bir gerilla olarak tarihime yazılan anılardan biride bu acı ama gerçek olan olaydı... Ve bu olay bende aynı zamanda kayıp ülkenin çocuklarına ilişkin acılı bir anı oldu. Evet, biz kayıp ülkenin çocuklarıydık.
Gerçekte ise ülkemiz vardı. Kayıp ve yitik değildi. Zaten düşmana da bunu anlatmak için dağ yollarını tutmuştuk. O yollara ömrümüzü adamıştık. Tıpkı bu olayda şehit düşen arkadaşlarım gibi... Biz geride kalanlar da direnişimize devam ediyoruz. Ve bir ömrümüz daha olsa onu da vermeye hazır bir şekilde her şeye rağmen dağdaki yolumuza devam ediyoruz...
Rüstem Alişer
- Ayrıntılar
HPG Ana Karargah Komutanlığı’nın şehit Tekoşer yoldaşın şehit düştüğü olaya ilişkin yaptığı açıklama:
“26 Nisan 2011 günü Dersim’in Pülümür ilçesine bağlı Sevdin alanda yaşanan çatışmada şehit düşen 7 yoldaşımızdan birisi de Tekoşer Amed’dir.
Mücadeleye katılmadan önce de gençlik çalışmaları içerisinde aktif yer alan Tekoşer arkadaş bir süre sonra bunu yeterli görmeyerek mücadelenin ön saflarında daha aktif yer alabilmenin arayış ve çabası içerisine girmiş, bu arayışların sonucunda 2009 yılında gerilla saflarına katılmıştır.
Gerilla saflarında bulunduğu arkadaş ortamlarında olgun ve mütevazı duruşuyla dikkat çekerken gerilla yaşamına duyduğu ilgi ve merak onun da kısa sürede dağ koşullarına uyum sağlayarak sorumluluk üstlenmesini kolaylaştırmıştır. Gelişmeye açık yapısıyla bulunduğu ortamlara güç ve katkısı büyük olmuştur.”
Birçok Kürdistanlı genç artık sıradan bir çalışmayı kendisine yeterli görmediği tarihi bir süreçten Kürdistan gençleri geçiyor.
Kürdistanlı gençlerin haksızlıklara karşı artık tahammülleri kalmamıştır. Bunun için herkes şöyle ya da böyle bir şeyler yapar. Bu bir şey zamanla çok şey olur. Çok şey oldukça bu ruh artık bu bedene sığmaz. Sıkışan bir ruh ise vasat ortamların içerisinde nefes alamaz. Günü birlik bir yaşama ruhu yüksek olanlar alışamazlar. Alışamadıkları için kendilerine yeni yollar ararlar.
İşte böyle ruhunun özgürlüğünün peşine düşen gençlerden bir tanesi de Tekoşer yoldaştır.
Mücadeleye katılmadan önce de gençlik çalışmaları içerisinde aktif yer almaktadır Tekoşer yoldaş. Ancak bu çalışmalar bir süreden sonra sıkmaya başlar, daraltır. Bu daralmayı aşmak, bu sıkışmayı aşmak için daha geniş alanlara çıkmayı bilir Tekoşer yoldaş. Bunun için yönünü daha sonra dağlara verir. Nitekim bu arayışlara cevabını 2009 yılında verir.
Tekoşer yoldaşımız güneye hiç gelmemiştir. Sivildeki ismi Hakan’dır. Hakan ise çok yoğun bir şekilde Türklük kokmaktadır. Bunun için Hakan ismini sevmez. Bu ismi sevmediği gibi kimsenin ona bu isimle hitabet etmesini de kabul etmez.
Gün gelir dediğimiz gibi dağlara çıkacaktır. Onunla birlikte çalışanlar onun katılımını duydukça oldukça sevineceklerdir.
Sivilde legal çalışmalarda aktif çalışan bir gençtir. Hem de göz dolduran…
Hakan ismini dediğimiz gibi sevmezdi. Ve bu ismin söylenmesine de izin vermez. Hatta daraldığı da olur. “Hayır, bana Hakan demeyeceksiniz, benim adım Haki’dir” diyerek Haki Karer yoldaşa olan yakınlığını ve bağlılığını her seferinde hissettirir.
PKK hareketinin en büyük şehitlerinden olan Haki Karer arkadaştan çok etkilenmiş bir gençtir. O’nun yolunda, şehitlerin yolundan gitmek için kendini feda eden bir arkadaştır. Türklük kokan o Hakan ismine bile tahammül gösteremeyecek kadar yurtseverlik duyguları güçlü bir gençtir.
“Bundan sonra bana Hakan demeyeceksiniz. Ben Haki’yim. Bana Haki diyeceksiniz, benim ismim Haki’dir” dediği çokça olmuştur. Yoldaşları da O’na “Haki” demeye başlarlar.
Hakan ismini onun okul arkadaşları kullanmayacaklardır. Artık o Haki’dir. Haki olarak çağrılmaya başlanır.
Haki arkadaşın aktifliği, kendisini yoldaşlarla yenilenmesi, gerillaya katılım isteğini onunla kalan herkesçe bilinir. Gerillaya gelmek için birkaç denemesi olmuştur Haki arkadaşın. Tekoşer arkadaşın birkaç denemesi olur; ancak çalışmalarda kalınmasına karar verildiği için gelemez. Yine bir keresinde ise yekser yakalanır.
Haki yoldaş tutuklanmıştır. Ancak çalışma azmi, dağlara çıkma azmi ve de düşmana olan kini azalmamış bilakis çok daha üst boyutlara tırmanmıştır.
Kimle gitti, kimlerle gitti, kim biliyordu Haki’nin gideceğini. Haki tutuklandıktan sonra direkt serbest bırakılır. Serbest bırakıldıktan sonra ona “senin nereye gideceğini biz biliyoruz. Nereye gidersen git biz izin vermeyeceğiz” diyen faşist polislerle karşı karşıya da kalır Haki yani Tekoşer yoldaş.
Ama Haki’nin iddiası, kararlılığı yüksektir. Bu yüzden de onları hiç takmaz. Yakalandığı süreçte cezaevi, işkence, gözaltılar hiç O’nun umurunda değildi. O bir kere gerilla olmayı kafasına koymuştur. Bir APO’cu ruhu kafasına koymuştur. Katılacaktır Haki.
Sonra da duyulur ki Haki dağlara çıkmış.
Onu sivilde tanıyan bir yoldaşı bu duruma ilişkin:
“O yüzden Haki duyduk ki katılım yapmış. Haki katılım yaptıktan sonra Erzurum’dan gelen O’nu katan arkadaşları gördük. Onlarla tartıştık. Resimlerini gösterdiler. Çok sevinmiştik.
Sivilde çok fedakârdı. Gerillaya katıldıktan sonra arkadaşlar Haki arkadaşın katılımının çok özlü bir katılımının olduğundan, şehit düşmeden çok önce de her zaman bahsederlerdi.
Arkadaşın sürekli bir heyecanının, bir duygusunun olduğu belli oluyordu” diyecektir.
Haki arkadaşın bilinçli bir katılımı vardır. Bir kini ve öfkesi vardır. O kini ve öfkesini dindirebilmek, düşmana kusabilmek için bir katılım sağlamıştır.
Çok erkenden gerillaya adapte olan Tekoşer yoldaş karakter olarak çok güçlü devrimci özelikler gösteren bir yapıdadır. Bunun içindir ki dağlarda zorlanmayacak, tam tersine erkenden gelişme seyri yaşayacaktır.
Tekoşer yoldaş gelecekte özgürlüğü elinde alınmış olan gururlu ve onurlu bir halkın evladı olarak bu onurlu ve gururlu halk için canını vermekte tereddüt etmese bile bu kadar erkenden aramızdan ayrılması kaldırılması zor bir duygudur.
Her zaman seninle, senin inandıkların değerler uğruna mücadele edeceğimize sana ve senin şahsında şehitlere verdiğimiz sözümüzü yeniliyoruz.
Mücadele arkadaşları
- Ayrıntılar
Gerilla olmak, benim için bir vazgeçilmez, bir hayal idi. Gerilla olmak adında zihnimde biriktirdiğim tüm felsefeleri birbir çözümlemeye başladım. Yaşamda savaş nasıl verilir bunun net tanımını görmeye duymaya başladım. Gerilla olma yolculuğum bu vesile ile başlamış oldu. Yolculuk diyorum, çünkü özgürlük uğruna verilen mücadele durgunluğu ifade etmemekle beraber hep bir yürüyüşü yaşatır. Özgürlüğü kendimde hapsetmenin de bir anlamı yok, bunu da gerillayı yaratan, Kürdistan gerillasını yaratan Önder APO’nun dershanelerinde açık ve net olarak anladım. bir ülkede yaşam hançerlenmişse, topraklarında kan emiciler cirit atıyorsa ve özgür yaşamı daraltıp bizler kalıp içine alınıyorsak gerillalaşarak buna cevap vermemiz gerekiyor. Gazeteci olabilirdim, tiyatro oyuncusu, bilim adamı, şair olabilirdim. Bir Kürt olarak ne yapabilirdim. Kürdistan’da yaşanılan savaşta kaç kişinin öldüğünü, kaç köyün yakıldığını gazete manşetine alırdım ancak sonrada meçhule giderdim. Hiç kuşkusuz. Sahnede ezilen bir işçinin figürünü de oynayabilirdim, oyun bittiğinde yaşam yine de kendini acılarıyla devam edecekti. Bir bilim adamı olarak sistemin eline su dökmekten ibaret olacaktım. Bir ölçüde özgürlük arayışı olan şiire, belimi yaslayıp imgeler içinde boğulup adım şair olarak kalacaktı. Annem yine de ağlayacaktı ve başını acıdan belki kaldıramayacaktı. Oyunda oynadım, şiir de yazdım annemin sessiz haykırışlarını, iç zelzelelerini dindiremedim. Hakkı vermek, layık olmak çok köklü çözümlemelerden geçtiğini ve ancak özgür yaşam ile bunların gerçekleşebileceğinin kabiliyetine vardım. Buna cevap olmam bir ölüm veya yaşam arasında seçenek şartını koydum. Yaşam ise nasıl bir yaşam, ölümse nasıl bir ölüm. Yaşamı med- cezirlerden kurtarmak, buhranlardan kurtarmak ve adına herkesin herkesçe, adaletli demokratik ve özgürlükle kaynayan bir güneşin etrafında toplanmak… ölüm bu şekliyle zaten tanımlanmış oldu. Kör bir kurşunla olması pek de önemli değil. Buna ben gerilla dedim.
Gerillanın yaşam nedeni ve gerekçeleri vardır. Bir halk savaşçısıdır. Devrimci bir gelenekten gelmedir. Çantası umutlar ile doludur. Bunu anlattım nereye vardıysam. Kahvehanelerde, parklarda, tartışmalarda, sokakta, kimi ağzı açık dinledi kimisi betondan filizlenemedi… aşk budur dedim, hakikat budur dedim. Aşka yolculuğum, hakikate yürüyüşüm başlamış oldu.
Olmasaydı bu yürüyüş azami derece deli gömleğini giyip durmadan topluma saldırırdım, tıpkı bugün deli gömleğini giyenler gibi. Annemin yaşam kanunlarını çiğnerdim bugün çiğneyenler gibi.. kendimi kurtaramazdım. Köleliğin derin sularında boğulup akacaktım köleler okyanusuna…
Buna gerilla dedim, okyanus damlacığından güzel deryalara akıtmak berrak sularını… tıpkı su gibi azizlik gibi azizelik gibi…
Bunları anlatmak için şiir yetmedi, eksik kaldı, doktorluk da mühendislik de yetmezdi, çünkü yara derin ve çarpık bir insanlaşma var devasa ameliyathanede ve haritalarda
Özgürlüğe ulaşıncaya dek
Tarihin yaşam topraklarında
Karargahlarımız olacaktır,
Savaşım verilecektir.
Özgürlük Savaşçıları
- Ayrıntılar