Genel bir özelliğimizdir belki,bir arkadaş şehit düştüğünde onun direnişinden ve şahadet şeklinden söz ederiz. Nasıl kahramanca direndiklerini ve nasıl kahramanca şehit düştüklerini anlatırız. Fakat pekçok şehit arkadaşımız var ki yaşarlarken de nasıl kahramanca yaşadıklarından bahsederiz. Öve öve ve de gururla. Bu değerli arkadaşlardan bir tanesi de Reşit arkadaştır, çünkü O yaşarken de bir kahramandı. Yaşamında da, yoldaşlığında da, savaşında da ve en son şahadetinde de kahramanlığını gösterdi.
PKK tarihinde yaşanan şahadetler bir dönemin sembolü de olurlar. Önderliğin bir ölçüsünü temsil ediyorlar. Bir dönemi kapatıp yeni bir dönemi başlatıyorlar. Haki yoldaşın şahadetinden günümüze kadar PKK hareketinde ve Önderlik yaklaşımında bu böyle süre gelmiştir. Bu ölçü PKK’ nin kuruluşundan bugüne kadar bir başarının temeli yeni bir hamlenin temeli ya da yeni bir çıkışın gerekçesi olarak ele almıştır. Nasıl ki Haki yoldaşın şahadeti partinin kuruluşu zemini olmuşsa, Amed zindan direnişçilerinin şahadeti 15 Ağustos atılımının temeli olmuşa, Beritan yoldaşın şahadeti kadın ordulaşmasına götürmüşse yaşanan her şahadetin böyle bir anlamı var.Reşit arkadaşın şehadeti de içinde yaşadığımız dönemin sembolüdür ve HPG 7. Konferansı bunu böyle tanımladı.
1 Haziran’dan şimdiye kadar binlerce arkadaş şehit düştü. 1 Haziran hamlesine özellikle de Oramar eylemiyle doğrultu kazandıran, “Êdi Bese” hamlesine Oramar eylemiyle cevab olan, yine Zap operasyonunda en fazla başarı sahibi olan, Bezele eyleminde başarının mimarı olan tarihimizde ilk defa bu kapsamda, bu büyüklükte yapılan 2011 deki Çele eyleminin başarısının mimarı Şıtazın Harekatının planlayıcısı ve uygulayıcısı ve en sonda da savaş tarihimize güçlü bir deneme olarak geçecek olan Şemzinan hamlesini baştan sona kadar planlayan, öncülük yapan da yine Reşit arkadaştır. Bunun içinde 7. Konferans Reşid arkadaşı devrimci halk savaşı hamlesinin öncü ve yaratıcı komutanı olarak olarak kabul etti. Karadeniz’deki arkadaşlardan tutalım Dersim, Amanoslar, Serhat, Amed ve tüm alanlardaki tüm arkadaşlar Reşit arkadaşı duymuşlardır. Arkadaşlar Reşit arkadaşın ismini duyduklarında savaşı, savaşı duyduklarında da Reşit arkadaşın ismini hatırlamışlar. Reşit arkadaşı bir de bu şekilde sembolleştirebiliriz. Zaman zaman yaşamda, gerilla pratiğinde veya bir savaş sırasında zorlu koşullarla karşılaşırız. Böylesi durumlarda yanımızda sırtımızı dayayacağımız bir arkadaş ararız. Bazen bir sevinç yaşarız, coşarız moralli oluruz o zamanlarda da yanımızda gülüşümüzü, sevincimizi paylaşacağımız bir arkadaşın olmasını isteriz. Bir çatışma esnasında düşmanla karşı karşıya geldiğimizde nasıl hareket edeceğimiz noktasında sıkıntı yaşadığımızda acaba düşmana bir darbe vurabilecek miyim yada başarabilecek miyim diye tereddüt yaşadığımız bir anda buna cevap olabilen yine özellikle büyük eylemlerde o ruh ve cesaret yaratıldığında Apo’cu kinimizi ve Apo’cu fedai ruhumuzu silahlarımızın namlusundan düşmana karşı kusmak isteğimizde harekete geçmek için bir talimat beklediğimizde o an '' Haydi yoldaşlar bu zebanileri Kürdistan'dan söküp atalım'' talimatını verecek bir işaret bekleriz. İşte tüm bu sorulara cevap olabilecek bir arkadaş da şüphesiz ki Reşit arkadaştır. Sadece savaşta değil yaşamda da yoldaşlıkta da sevinçte de paylaşımda da yanımızda bir arkadaş görmek istediğimiz de bize yoldaşlık yapabilen, buna cevap olabilen Reşit arkadaştı. Bazı mitolojilerde insanları Zeus’un zulmüne karşı koruyan savaş tanrıları var. Reşit arkadaşı da bu sıfatla değerlendirsek yanlış olmayacaktır. Düşman da Reşit arkadaşı bu şekilde tanıdı. Reşit arkadaşın yaşadığı her yerde bu temelde tedbirlerini almaya çalıştı. Reşit arkadaş savaşta abartısız her zaman bir adım öndeydi. Esas özelliklerinden birisi de bütün merkezi büyük eylemlerde yine operasyon diye adlandırdığımız devrimci hareketlerde mutlaka Reşit arkadaşın damgası vardı. Oramar eylemini baştan sona kadar hazırlayan, planlayan keşfini yapan, arkadaşları hazırlayan ve uygulamada en önde olan Reşit arkadaştı. Zap operasyonunda Çele de geçen yıl yapılan tarihimizin o zamana kadarki en büyük eylemi olan eylemde yine Reşit arkadaşın damgası vardı. geçen yıl Ştaza eylemiyle başlayıp yıl boyu süren Şemzinan'daki harekat yine Reşit arkadaşın inisiyatifinde gelişti yani bütün büyük eylemlerde büyük harekatlarda Reşit arkadaş öndeydi. Bir çok komutanımız vardır savaşta çatışmalar sırasında arkadaşlara ön cepheye gitmeyin deriz size bir şey olursa kaldıramayız; örgüt için, halk için yine Önderlik için ağır olur deriz. Şüphesiz ki o arkadaşları korumak yoldaşlığın bir ölçüsüdür, hatta bir PKK ölçüsüdür de. Eğer bir tehlike varsa kendimizi öne veririz zorlukları biz omuzlarımıza alırız. Fakat bazen de komutanlarımızı koruyoruz diye ön cepheye gitmesini engelliyoruz. Fakat biz de gitmiyoruz. Bu durumda da yapılması gerekenler yapılmıyor. Yine bazı arkadaşlarımız var işte güç topluyoruz eylem koordine ediyoruz veya ne gerekiyorsa onu yapıyoruz diyorlar. Bu şekilde davrananlar da oluyorlar. Bu durum konferansta da eleştiri konusu oldu. Komutanın katılımı pratikte belirleyici oluyor. Bu anlamda Reşit arkadaş çalışma sırasında arkadaşlara moral ve cesaret kaynağı oluyordu. Reşit arkadaşın en önemli özelliklerinden birisi de komutanlık konumunu bir kalkan olarak kullanmıyordu. Tam tersine Reşit bu konumunu en önde yer almak için değerlendirdi. Arkadaşların gitmediği bir çok yere gidip keşif yaptı düşmanı takip etti. Arkadaşların keşifler için bile gitmediği yerlere gidip eylem koordinet etti. Reşit arkadaşın konumu gereği gitmemesi gereken bir çok yere gitti. En son şahadeti de bekli de bu tarzından dolayı oldu. Keşke gitmeseydi diyoruz ya fakat eğer gitmişse deo öncülük tarzından dolayı gitmiştir. Bizler de yoldaşları olarak onun tarzını kendimize esas alacağız.
Bir başka özelliği de yoldaşlarına karşı gösterdiği mütevaziliktir. Bazen yaşamda doğal sınırlarımız oluyor,bazı arkadaşlara rahat yaklaşamazsın. Sen yanaşamıyorsun ve herhangi bir konuda sohbet edemiyorsun. Bir çoğumuz da belki böyleyiz. Fakat Reşit arkadaşta arkadaşları kendisinden uzaklaştıracak hiçbir sınırı yoktu. Her arkadaşı yanına çekebiliyordu, alıp verebiliyordu, sohbet edebiliyordu. Moral kaynağı olabiliyordu. Bir konuda zorlandığında güç veriyordu. Bununla beraber pratiğe katabiliyordu. Bir çok devrimci için Che Guvaera nın önemli bir anlamı var. Reşit arkadaş bir ara yaşamda şöyle demişti: “Benimle Che Guevara'nın tek bir farkı var; O puro içiyor ben içmiyorum'' diye. Bu değerlendirmesi gerçektende yerinde bir belirlemedir.
Heval Reşit'te fetihçi bir ruh ve bir tarz vardı. Kendisinin olduğu yerde düşmanın oraya girmesine izin vermiyordu. Disiplinsizliği kabul etmiyordu. Öz disipliniyle tanınıyordu. 2009 da Reşit arkadaşın düzenlenlemesi tekrardanZagrosa yapıldığında arkadaşlar parti kesin Zagros ta hamle başlatacak diye tahmin yapıyorlardı.Çünkü gündeminde hep savaş vardı. Sürekli Önderlik vardı gündeminde.
Şehitlere yaklaşımız büyük önem taşır. Biz şehidi bir kayıp olarak değerlendirmeyiz. Kayıp kavramını literatürümüzden silmemiz gerekiyor. Şehit bir halkın en büyük kazanımıdır. Tabi bunu yerinde olan şahadetler için söylemek gerekir. Şehit vermek bir yönüyle mücadelenin sürekliliğini mücadeledeki ısrarı, özgürlüğü, özgür yaşamı fethetmedeki ısrarı ve inadı ortaya koyar.
Şahadeti ölümde değil yaşamda zirveleşmek olarak görmek zorundayız. Şehadet amaç ve idealler uğruna yaşamın zirveleşmesidir. Şehit yaşamın ve mücadelenin en diri gücüdür. Yaşamda anlam ne kadar gelişirse o kadar güzelleşir. Anlam ifadesini özgür yaşamda bulur. Ölüm yaşamın hizmetindedir. Ölüm diye bir şey yok, asıl ölüm, anlamamaktır. Anlamak özgürlüktür. O açıdan hayatı anlayarak yaşamak önemlidir. Dolayısıyla kendini toplumu ve yanındaki yoldaşı anlayarak insanı anlamak önemlidir.
Maddi silahlar önemli değildir denilemez ama manevi silahlar en önemlisidir. Maneviyat bizim anlam gücümüzdür, yani amacımızdır. Amacımızın büyüklüğüdür. Duygu dünyamızdır bu duyguları yüceltmeliyiz. Şahadete bu temelde baktığımızda o zaman devrimciliğinin nasıl olması gerektiğinde netleştirmiş oluyoruz. Devrimcilik sadece eylemle sınırlı değildir anlam olursa eylem gelir arkasından, eylem anlamın dilidir. Anlam ve eylem bir bütündür. Fikir zikir ve eylemden bahsediyoruz. Reşit arkadaş bunu yapıyordu işte.
Bu büyük insanlık sembollerinden biri de Reşit yoldaştır. Reşit yoldaşın özelliklerine, mücadele içerisindeki yerine baktığımızda insanın gözünde hep Kemal Pir arkadaş canlanırdı. Özgürlük hareketinde her bir arkadaşın belli bir özelliği de var. Mücadele aynı zamanda PKK militanlarının özelliklerini ortaya koyuyor. Her bir arkadaşın bu özelliklerle donanmasını isteriz. Ama bu özelliklerle donansa da her bir yoldaşın kendine özgü yönleri var. Bu anlamda bizim felsefemizde her bir insanın bir dünya olduğu gerçeği var. Bu buyotuyla Reşit yoldaşa gerçekten en güzel, en anlamlı şahsiyetlerden birisi, en güzel dünyalardan birisi olarak görülebilinir. Kemal Pir arkadaşın en temel özelliğinden biri şuydu; O yanınızda ise dünyanın en büyük ordusuna kafa tutabileceğinizi düşünürsünüz, sizde müthiş bir özgüven yaratırdı. Aslında Kemal Pir arkadaşın bulunduğu ortamda sizin fark ettiğiniz sadece O’nun gücü değil, onunla birlikte kendi gücünüzü fark edersiniz. Kendi gücünüzün bilincinde olursunuz. Bir bakıma kendinizi tanımış olursunuz. Kemal arkadaşın bir diğer özelliği bir arkadaş topluluğu içerisindeyse diyelim yeni gençlerin varlığından söz edelim onlar Kemal'in gücünü fark ettiklerinde eziklik duymazlardı. Kemal arkadaş böyle bir duygu yaratmazdı. Tam tersi bir duygu ortaya çıkartırdı. Deyim yerindeyse yeni katılan bir kişi “ben de bir Kemal Pir’im” derdi. Kemal Pir arkadaşın insanda ve gençlerde yarattığı duygu buydu. Kendine güvenerek aslında Kemal Pir’leşeceğini, onun gibi olacağını hissetmek. Bu anlamda onun karşısında eziklik duyma yerine onun eşiymiş gibi davranmak biçiminde bir duygu yaratırdı.
Reşit arkadaşta da böyle bir gerçeklik vardı.Savaşta ve yaşamda herkes Reşit arkadaşın yanında kendisini öyle hissederdi. Apo’cu ruh böyle cisimleşiyor insanda Apo’cu ruhla donanmış bir insanın kendi çevresinde yarattığı etki bu. Bir devrimciliği ve kadroyu tanımlarız. En güçlü kadro tanımı var. Kadro Önderliğin değişiyle örgütlenmiş ve eylemsel kılınmış hakikattir. Bu sıradan bir tanımlama değildir. Hakikat demek yaşam demektir. Bu yaşam da özür yaşamdır. Dolayısıyla devrimciliğin, kadro olmanı komutanlığın doğrudan yaşamla bağını kurmak zorundayız. Reşit arkadaş mücadele içerisinde çok fazla duyulan bir arkadaştır. Yaşama tutkulu bağlılığıyla, yaşam coşkusu ve heyecanı, sevinci ve yaşam sevisiyle dolu bir komutan olarak biliniyor. Onda ölüm adına hiçbir şey yoktu. Şahadete özlem diye hiçbir şey yoktu. Tam tersi kavramlar vardı. Başarma ve zafer kazanma, onun temel lügatını oluşturan anlamlı kavramlardı. Bu anlamlı kavramların üstündeyse yaşamı güzelleştirme, yaşamı daha da çekici hale getirmektir. Şu çok önemlidir. Yaşamı, yani özgür yaşamı her şeyin merkezine koyarak inşa etmek gerekiyor. Yaşamın niçini ne ve nasılına cevap vermek gerekir. Devrimcilik bunun cevabıdır. Devrimcilik sadece eylemle sınırlı değildir. Anlam olursa eylem gelir arkasından. Anlam ve eylem bir bütündür. Bunlar bir birinden ayrılan şeyler değildir. Fikir ve zikirden bahsediyoruz. Bunlar iç içe olan şeylerdir. Reşit arkadaş bunu yapıyordu.
Bizim en anlamlı savaşımımız bu son süreçte oldu. Son iki yıl en muhteşem savaşın geliştiği bir süreçti. Büyük kahramanlıkların yaşandığı bir süreçtir. PKK’de fedai ruhunun en çok zirveleştiği bir dönemi yaşıyoruz. 72’den beri bu harekette fedai ruh var ama bu düzeyde ilk defa karşılaşıyoruz. Yine tarihimizde hiçbir zaman bu kadar bedel de ödememişizdir. Çok ağır bedeller ödedik, oysa Önderliğin belirttiği tarzda savaşsa daha az bedellerle daha büyük zaferler kazanabiliriz.Bütün arkadaşların şahadetleri insanları derinden etkiliyor. Bu şahadetleri duyduğumuzda apayrı duygular yaşarız. Onun yarattığı en büyük duygu nedir; Reşit arkadaşın büyüklüğü, o büyüklüğün aramızdan fiziki olarak ayrılışının boşluğu ve aslında öncesinde o büyüklüğün farkına varamayışımızın ezikliği. Bir çoğumuz bunu yaşadık. Örneğin yaratılanları kişi yaratıyor. Ama o kişi öncesinde de içimizdeydi. Zamanında ondaki büyük gerçekliği, büyük hakikati ondaki muhteşem güzelliği zamanında fark ettiğimizi söyleyemeyiz. Bunun yarattığı duygu, bunun yarattığı acı gerçekten büyüktür. O büyüklüğün karşısında yanındakine nasıl baktığın, yanındaki en yüce parti değerine, yanındaki her hangi bir yoldaşa nasıl baktığın önemlidir. Yanındakine, insana baktığında onda neyi aradığı, onda neyi görmek istediğin önemlidir. Yoldaşlık şudur; ondaki zenginliğin, potansiyelin farkına varmaktır, ondaki özgür yaşam potansiyelini acığa çıkartmaktır. Yoldaşına yardım etmek ve böylece onunla birleşmek! İşte yoldaşlık budur. Biz güzelliğin arayışçılarıyız. Güzellik, iyilik, doğruluk ve özgürlük, yanımızdaki insandadır. Dolayısıyla hakikat insandadır. Yoldaşlık bağları bambaşka ilişki bağlarıdır, aslında hakikat ilişkileridir. Şimdi Reşit arkadaşın yarattığı duyguları önemliydi, ama o büyüklüğün açığa çıkmasının veya ona bakan gözlerin onun görmesinde yarattığı bir sevinç var bu bizim kazanımımızdır. Beri yanda Reşit arkadaş şahadetinde çıkan dugyu şudur, boşluğu nasıl doldurulacak, gerçekten Reşit arkadaşın boşluğu doldurulabilinir mi? İlk açığa çıkan duygu budur. Böylesine savaşçı bir yetenek, böylesine büyük mücadeleci yetenek açığa çıkabilir mi? Tabiki kolay değildir. Tek bir kişiyle onun yerini doldurmak kolay değildir. Şahadete layık olmanın, şehide bağlı olmanın en temel görevlerinden biri onların ortaya çıkardığı boşluğu hızla doldurmak ve düşmana bu anlamda moral vermemektir. Bunun için büyüyebilmek için bunu önümüze koymalıyız.
Bizim mücadelemiz bir bütündür. Parti içersindeki yapılanmamız da bir bütündür. Fakat bu bizde bir bütünlen yaşanmıyor. Muazzam bir fedai ruh var, bu bir yüzüdür. Bu yetmez, fedailiğin her şeye yettiğini söyleyemeyiz. Hele hele rahatlıkla ölüme gitmek bir fedailik biçimi olabilir öyle değerlendirilebilinir. Ama bu, zafer getirmiyorsa kendimizig özden geçireceğiz. Adanmak tek başına yetmiyor. Fedailik adanmaktır. Bu önemlidir ama çözüm getirmek daha önemlidir. Şimdi temel ihtiyacımız bunu yaratmaktır.
Reşit arkadaşın boşluğu nasıl doldurulur, kolay değil ama yine de kendimize yükleniriz. Onun gibi olmakla onun boşluğu doldurulabilinir ancak. Bu bize sorumluk yükler özgürlünün kendisi de sorumluluk almak değil midir?. Ne kadar büyük özgürleşmişsen o kadar büyük sorumluluk almışsın demektir. PKK hareketi canlı-cansız tüm varlıklardan sorumludur. Tüm evrene karşı sorumlusundur. Tüm doğaya karşı sorumlusun, bu açıdan şehidin anısına bağlılık gerçekten büyük önem taşır. Bu açıdan şehidi hep yaşamla bağlantılandırmak lazım. 14 Temmuz’da arkadaşlar şehit düştüklerinde Önderliğin içindeki başkaydı ama yüzüne yansıyan şey bambaşkaydı. Yüzünde okuduğumuz duygu gururdu. Kemaller ve Reşitler bizim gözümüzde en canlı insanlardır. Kemal ve Reşit arkadaşlar hep buradadırlar. Onların manevi komutanları daima bizimledir, bizi hep denetimde ve kontrol altında tutar. Bunlar birer ajite değildir. İşin gerçeğidir. Şehit mücadelenin kendisidir. Mücadele akıp gidiyorsa, devam ediyorsa o zaman şehit yaşıyor demektir. Şehit, özür yaşamın kendisidir, bir akıştır bu akış sürüp gidiyorsa bu akışta doğru yaşayıp doğru savaşmalıyız. Önderliğin sözcülüğünü yaptığı şehitler gerçekliğiyle bütünleşmek bir inşa ve üretime katılmaktır. Bu eğitim devrenin şehit Reşit arkadaş adına açılması bile onun burada olduğu anlamına gelir. Biz aramızda olmayan, bir daha geri dönmeyecek birinden değil, bizden daha diri olan birinden söz ediyoruz. Şehit yaşamın en diri gücüdür. Bu sözleri beynimize ve yüreğimize kazarak nakş edeceğiz. Doğruların temsilciliğini yapanlar, yaşama bağlı olarak kalacak olanlar, asla gerçeklikten, hakikatten, topraktan, halktan, insanlıktan kopmayacak olanlar şehitlerimizdir. Şehit kopmamanın, sonuna kadar değer olmamın, değerle anılmanın ifadesidir. Şehidi böyle tanımlamak lazım. Bizim ölçü olarak alacağımız, hep yerinde duran, asla kopmayan, sarsılmayan şey, şehitler gerçeğimizdir. Önder Apo, Partimizi şehitler partisi olarak tanımladı. Şehitler bizim en büyük değerlerimizdir. Bizim onlara, Kürdistan halkına borcumuz var. Kürdistan gerçekten özgürlüğün fethedildiği bir ülke haline getirilmelidir. Sorumluluklarımızı yerine getirmeliyiz. Doğru yolda olan biziz. Demokratik Türkiye ve özerk Kürdistan gerçekten şehitlerimizin anısına dikilen en büyük abide durumundadır. Biz böyle bir abide dikeceğiz!.....
Mücadele Arkadaşları
- Ayrıntılar
Bir yanmadır fotoğraf çekmek...
Işık filme düşer, filmi yakar...
Işık kalbe düşer, kalbi yakar...
Dağın dışındaki insanlar şimdiye kadar sadece çekilmiş fotoğrafları görebildiler. Ya çekilmeyenler, çekilemeyenler... Sadece kalbimizin gördüğü ve kalbimizin çektiği o fotoğrafları insanlara nasıl ulaştırabiliriz...
Fotoğraf makinesinin deklanşörüne dokunularak yaratılan fotoğraf ne kadar bir zamanı kaplar... Karanlıkların içinden gelen Kürt tarihini anlatacak kaç fotoğraf vardır... Şimdiye kadar çekilenler ne kadar anlatabilirler veya yeterince anlatabilirler mi?
Yıllardır içinde yer aldığım, yaşadığım Kürt dağlarının kaç fotoğrafını çektim tam olarak bilemiyorum ama her defasında yetersizliğin sızısını yüreğimin derinliklerinde yaşadım. Bunu burada söylemem gerekiyor. Fotoğraf makinemin çektiklerinin, kalbimin çektiklerinin yanında hiç denecek kadar az olduğunu düşünüyorum.
Son zamanlarda üzerinde uzun uzun düşündüğüm kalbimin çektiği fotoğraflar var. Hiçbir fotoğraf karesine yerleştiremediğim yüzler, sözler ve ilişkiler var. Fotoğraf makinesinin yetmediği kapsayamadığı zamanlar var.
Bir arkadaşım buna ‘biyolojik fotoğraflar’ diyor. Ben ‘kalbimizin çektiği fotoğraflar’ diyorum. Sanırım aynı şeyi kastediyoruz.
Görüntüleyebildiklerimiz mi çoktur, görüntüleyemediklerimiz mi...
Görüntüleyebildiklerimiz mi bizi biçimlendirir, görüntüleyemediklerimiz mi...
Bir yanmadır fotoğraf çekmek.
Işık objektiften geçer, kimyasal filmin üzerine düşer,
film yanar renge dönüşür. Biz fotoğrafı görürüz. Bir de kalbimizin çektiği fotoğraflar vardır. Işık kalbe düşer. Kalbimiz yanar renge dönüşür. Bu da kalbimiz de kalan fotoğraftır, onu kimse görmez. Bir biz görürüz. Bir tek biz biliriz.
Bir gerilla bir söz söyler. Bir başkası bir şarkı. Bir mermi sesi ulaşır kulağına. Bir yaradan kan akar. Maskeli bir yüz gülümser. Bir kadın uçuruma düşer. Birisi kendine ve herkese ihanet eder. Sen hepsinin fotoğrafını çekersin. Fotoğraf makinen bunların yüzde kaçını yakalayabilir bu tartışılır. Ama kalp hepsini yakalar. İstese de istemese de bunların fotoğrafını çeker. Belki fotoğraf makinesi ile seçme hakkına sahipsindir ama kalbin iyi ve kötü, acı ve neşeli, güzel ve çirkin her yaşananın fotoğrafını çekmek ve saklamakla yükümlüdür. Bunu sen bilmeden, sen farkında olmadan olamadan büyük bir dikkat ve ısrarla yapar ve biriktirir.
Fotoğraf makinesinin çektiği fotoğraflar insanı nasıl etkiler tam olarak bilemiyorum ama kalbimizin çektiği fotoğraflar önce kalbimizi, sonra yüzümüzü ve gözlerimizi etkiler. Kalbimiz de çekilen her fotoğraf kalbimize bir çizgi çeker, kalbimize bir renk düşürür. Kalbimiz de karanlık veya aydınlık bir bölge oluşturur. Ve biz kalbimiz de oluşanlara benzer biçim alırız. Kalbimizin çektiği fotoğraflar bizi oluşturur. Yanı başında birisi vurulur, bu senin kalbine vurur. Bir kadının hıçkırıkları duyulur, gözyaşları kalbimize düşer. Terli bir yüze rüzgar çarpar, kalbimiz serinler. Fotoğraf kalbimiz olur, kalbimiz yüzümüz olur, yüzümüz gözlerimiz olur...
İki yönlü bir ilişkidir fotoğraf çekmek. Fotoğraf gözleri yaratır, gözler fotoğrafı. Bu nedenle kalbin enstantanesi ustaca ayarlanmalıdır ki, kalp yanmasın, çürümesin, yok olmasın. Bir göz nasıl bakarsa, fotoğrafı öyle çeker. Çekilen her fotoğraf gözü dönüştürür, gözü oluşturur. Ve bu şekilde sürüp gider. Bir merdiven gibi birbirini oluşturarak yükselir veya alçalır.
Görmesini bilmek gerekiyor.
HALİL DAĞ
- Ayrıntılar
Seran Anatolia yoldaşı ilk kez 2006 yılında görmüştüm. Okul okuyan, hatta okulunu bitirdikten sonra İtalya’da stajyerliğini yaparak doktora tezi üzerine çalıştığını öğrenmiştim. Avrupa’da yurtsever kurumlarda çalıştığı, birçok dil bildiğini de biliyorduk. Henüz tanışmamıştık ama bir yurtsever olarak yürüttüğü çalışmaları az da olsa biliyorduk.
Böyle bir arkadaşın dağlara gelip, gerillayı tanıması, tanıdıktan sonra yeniden çalışmalara katılması özgürlük hareketi için bir kazanım olacaktı. Birinci husus buydu, ikinci husus ise Seran yoldaşın yazdığı raporları vardı. Raporları üzerine tartışmak onun hakkıydı. Ve öyle de yapılacaktı.
Seran yoldaşla ilişkilenecek olan ben olacaktım. Hem raporuna cevap verilmiş hem de bir müddet dağa gelmeden önce düzenli olarak görüşmüş ve gıyaben de olsa tanışmıştım. Ve dağa gelene kadar da belirttiğim gibi düzenli bir şekilde ilişki içeresinde olmuştum. Ve Seran yoldaş dağa gelmişti.
Bizim amacımız belli tartışmalar ardından onu yeniden bulunduğu alanlara yurtsever çalışmalara geri göndermekti. Ancak Seran yoldaş yürüttüğü tartışmalar ardından bir yurtsever olarak kalma yerine bir PKK militanı olarak katılmak istediğini örgütün gündemine koymuş ve bir süre sürdürülen tartışmalar ardından ise dağda kalabileceği, belli eğitimlerde geçebileceği ona söylenmişti.
İlk dağa gelişiyle birlikte hep şöyle ya da böyle ilişki içerisinde oldum. Düzenli olarak hep yazıştım. Seran yoldaş ise dağda birçok alanda kaldı. Xınere, Kandil’de çeşitli alanlarda kaldıktan sonra askeri çalışmalar içerisinde yer aldı. Zap, Zagros, Metina, Haftanin ve belirttiğim gibi birçok alanda savaşçı ve komuta düzeyinde aktif katıldı. Bir ara kuzey güçleri içerisinde yerini almak için ısrarcı olsa da, yanlış değilsem göz sorunlarından dolayı kuzey gruplarından alınmıştı. O zaman ne kadar zorlandığını benimle yazışma üzerinde paylaşmıştı.
Kendim, dile getirdiğim gibi tüm süreçlerde hep ilişki içerisinde olmuş ve her zaman en üst düzeyde bir paylaşımım da olmuştur. Yine ifade ettiğim gibi yazışmalarım ve büyük cihazlar üzerinde de ilişkilerim hiç eksik olmamıştı. Yaşadıklarını, önerilerini, eleştirilerini varsa rahatsızlıkları ya da şikâyetlerini de biliyordum. Onun ilk gerillada tanıdığı arkadaşı olarak bende hep bu gerçeği bilerek özenle yaklaştım, özel yaklaştım.
Seran yoldaşın en belirgin özelliği olarak herhalde dik duruşunu ifade etmem olacaktır. Seran yoldaş kendisine ileri düzeyde güvenen, bunun için de inandıklarında asla taviz vermeyen bir kişilik olarak gerçekten de büyük bir iradi duruşun temsili ve timsaliydi. Saflara katılırken yaşça büyüktü. Okulunu okumuş, bitirmiş biriydi. Yaşam tecrübesi yoğundu. Bu aynı zamanda belli bir bilinç demekti. Bu ise her şeye hemen evet demek olamazdı. Tersine belli bir bilinç sahibi olunduğu için olup bitenlerde ciddi ciddi tartışarak karara gitmek demekti. Bu Seran yoldaşın avantajıydı.
Muhtemelen başka bir özelliği olarak korkunç düzeyde zeka düzeyiydi. Okul okuduğunu biliyorduk ancak olup bitenleri birbirine bağlayarak, ilişkilerini kurarak, belli bir analiz ardından ne yapıldığını çok rahat bir şekilde anlayan, hatta neredeyse yüzde yüz bir isabetle ifadeye kavuşturan bir kişiydi. Gerçekten de bu Kürtler içerisinde muhtemelen çok ender rastlanılan bir durumdur. Soyutlama gücü ileri düzeyde olan bir Kürt kızı olarak hep yüreklerimizde yerini alacaktır.
Böyle zeka düzeyi çok güçlü olan biri olmasına rağmen ileri düzeyde de duygusaldı. Duygusallık bir insani özellik olduğu açıktır. Lakin duygusallık akıl ile arasındaki bağ koparıldı mı o duygusallık zarar da verebilmektedir. Seran yoldaşın duygusal yaklaşımları birlikte kaldığı yoldaşları üzerineydi. Yürek ile aklı buluşturan bir duygusallıktı. Bu bağlamda insana güç veren, güçlendiren bir özellikti.
Hatırlıyorum, 2008 yılında Hakkarili Bager yoldaş şehitler kervanına katılmıştı. Çok etkilenmişti. Çünkü Bager yoldaş gerçekten de seçkin bir PKK militanıydı. Ve muhtemelen dağa yeni gelmiş olan Seran yoldaşa, birlikte yer aldıkları eğitim devresinde ona en yakın duran arkadaşlardan olmuştu. Büyük tecrübe sahibi olan Bager yoldaş yeni olan Seran yoldaşa katkı sunduğunu kendim birçok eğitim ortamında Seran yoldaşı ziyaret ederken görmüştüm. Bager yoldaş şehit düştükten sonra bir ara Seran yoldaşla görüşmüştüm. Söylediği: “Tüm sevdiklerim şehit düşüyor, kaldıramıyorum” demişti. Yoldaşlarını çok seven, onlarla olan bağını ve ilişkilerini asla koparmayan bir yoldaştı Seran yoldaş. Ve onu dağa en çok bağlayan muhtemelen şehitlerdi, şehitler gerçeğiydi.
Seran yoldaşı anlatmak gerekirse muhtemelen bir de karar kılmış ise kararının arkasında duruş iddiasını dile getirmek olacaktır. O gerçekten de bir karar vermiş ise artık kimse onu o kararından geri alıkoyamazdı. Böyle söz ile eylemin sahibi olan bir kişilikti.
Seran yoldaşı sayfalara aktarmak zor olacaktır. Onu belki şiirlerle, öykülerle, türkülerle anlatmak gerekecek. Şair, yazar ve sanatçı olmadığımız açıktır. Şair olsaydık Seran yoldaşı şiirlerle anlatmak isterdik, onu bir Anatolia’lı olarak şiire dökmek isterdik. Tarihi köklerinde alarak bir destan haline getirerek ifade etmek isterdik. Biliyorum her türlü şiir ve söz Seran yoldaşı anlatmaya yetmez, öyle durumlar var ki sözler ifade edemez. Ve Seran yoldaş böyle bir gerçekliktir…
Seran Anatolia, Anadolu gibi sevgi dolu, saygı dolu, yürek dolu, sevda dolu bir Anadolulu Kürt kızı olarak hep yüreklerimizde bizimle olacak, onu hep özgürlük mücadelesinde yaşatacağımızın sözünü yeniden yeniden yoldaşlığımıza ve halklarımızın gelecek aydın yarınları için verirken, Anadolu’da yaşayan başta Kürt kızları ve erkekleri olmak üzere, baskılara, zorbalara, tekçilere karşı çıkmak isteyipte bir şeyler yapmak isteyen herkesi ama herkesi özgürlük dağlarına çağırıyoruz.
Anadolu ya da Anatolia isek o zaman Seran Anatolia yoldaş gibi-gerektiğinde okulları bitirmiş olsakta-yüzümüzü dağlara verip cümle cemaat tüm kötülüklere karşı durmak için dağlara diyoruz.
KASIM ENGİN
- Ayrıntılar
Nuda’sız geçen bir başka 1 Nisan’a giriyoruz. Ve Nuda’sız girdiğimiz her başka 1 Nisan bizim için katlanılmaz bir gün.
Nuda ve bir gurup yoldaşımız 8 yıl önce Besta’nın Hezil Vadisinde şehitler kervanına katılarak sonsuzluklara yol aldılar. Her biri yüreğimizin başka bir parçası. Ferhat, Xelil, Ararat ve niceleri…
Ve Nuda yüreğimizin ta kendisi…
Özgürlük mücadelesine katılan her Kürdistanlı gencin elbette bir kahramanlık öyküsü vardır. Her birinin elbette kendine has bir yaşam ve direniş öyküsü de vardır. Ancak birde Nuda vardır, hepsinden ayrı, hepsinden farklı, hepsini içine alan, hepsinden bir şeyler taşıyan…
Nuda her şeyden önce yaşam coşkusu…
Nuda yaşam heyecanı ve tutkusu…
Nuda yaşam iradesi ve yaşam inadı…
Nuda inadına özgürlüğe susamışlık…
Nuda insan olmanın en saf ve yalın hali…
Nuda mütevazilik, NUDA alçakgönüllülük, NUDA insanlığın özü…
Nuda yoldaşlık abidesi, NUDA bizim kadın tanrıçamız…
Ve NUDA içimizdeki öz, içimizdeki biz ve de devrimci öz.
Arada sekiz yıl geçmesine rağmen etrafımızda hep aradığımız, yanı başımızda sesini özlediğimiz, gözlerinin gülümseyişinde kaybolduğumuz, insan sevgisi dolu merhabasına halen hasret olduğumuz, üzerine ant içtiğimiz yemin ettiğimiz; Nudamız, yoldaşımız.
Ve Nudamızın mısralarında dile getirdiği gibi:
“YEMİN ETTİLER
Yemin ettiler yarınlarına
Su seslerinde dinleyecekler türkülerini
Gözleri hep yıldızları görerek
Ve toprakta olacak sırtları
Elleri toprak
Gözleri yıldız
Sesleri su
Çocuktular ölümlere gittiler
En çok da yaşam ektiler…
Işıkları cılız evlerin
Duvarlarına yansıdı gölgeleri
Yiğitlik utangaç bir günahsızlık
Diye taşınacaktı.
Her şey zamansız bir dans ile başlayacaktı.
Ve gözleri ay çocuklar
Akan derelerin parıltısında
Dansa duracaktı.
Yemin ettiler
Sonra da ağlamayı haram ettiler
Ateş dansı kızların sözlerinde
Ve akan derede
Gözlerini bıraktılar
Ay vakti zamanlara
Dengbej nağmeleriyle
Hayal kurdular
Yemin ettiler
Suları onlara çarpar
Tüm derelerin onlarda parlar
Tüm ışıklar var ve tüm gözler
Onlardan haber sorar
Onlarsa yemin ettiler
Bir ay vakti
Bir derede
Bir dans izlemeden
Gitmeyecekler
Yemin ettiler
Suya,
Toprağa ve
Yıldızlara”
Ve bizde soluduğun, nefeslediğin ve adımını attığın her Suya, her karış Toprağa, her Yıldıza senin yolunda sonuna kadar seninle yürüyeceğimize dair olan yaşam sözümüzü, yeminimizi yeniden huzurunda veriyoruz.
KASIM ENGİN
- Ayrıntılar
Gecenin bu vaktinde kar yağıyor tüm nefeslere. Biraz da damlalar var tüm kirlenmişliklere inat saflığı barındıran içinde. Karını ayıklamak, bir taç yapmak isterdim ama kar eridi, damlalar ıslattı tüm gülüşlerimi. Sebepsiz takılıyorum peşine bir sis bulutunun. Karma karışık düşünce yoğunluğunun kanatlarında havalandım ve zamanın dar bir aralığında boşluktan yuvarlanmışçasına belirsiz bir yarına doğru yol aldım. Daralan bir geceden arta kalan sessizliği yırtmak, sınırlar delmek, sürgünler bozmak istiyorum ama her köşe başında devriye yasaklar yakalar bakışlarımı. Firarlar eklerim sonra not defterime, susmalar barındıran, korkmuş ve bir yanı hep bozguna uğramış halde. Ve sonra diğer yanıma sarılmak isterim. Yakamı bırakmayan tüm çirkin, kokuşmuş sırıtmalara aldırış etmeden, utanmadan, sıkılmadan. Dün gibi, tertemiz, çocuk saflığında… Ama bir yanılgıdır benimkisi, üstü açıktır şimdi her şeyin, gün yüzüne vurmuştur, ulu orta yerde, tüm bakışlar üzerimde. Kim ne derse desin, ben ne dersem diyeyim. Kime göre, neye göre! Ama yine aynı yerde ve soluksuz kalmış halde. Tarih bizi affedecek miydi? Ben tarihi affedecek miydim?
Aynalar yine yalancı, gözler masum. Eller terlerken dolunaya yakın, benim uykularım kaçar, kâbuslar kovalar düşlerimi. Ten solmuş, buz gibi ve biraz da ürpermiş halde. Üzerime çığ düşmüşçesine çaresiz ve yapa yalnız… Göğsümün tam üzerinde bir sızıdır beni savunmasız yakalayan bakışların. Gizlidir şimdi gözlerimden akan her yaş. Birde alnımdan dökülen ter taneleri… Islaktır bakışlar, ıslatıyor yağmurlar, bu gece hep ıslak kalacak.
Nice yaşanılanı bıraktık ardımızda, kanadı kırık bir kuş misali çırpınsa da, ardımıza bile bakmadan devam etmiştik yollara. Oysa acılar çöktükçe bağrımıza, ağır aksak, sarhoş sızılar yüklendik. Sonra delice bir çırpınma ve sisli, dumanlı bir gökyüzü. Bir hayli zaman oldu, haberim bile olmadı ama göçtü buralardan dolunay.
Gecenin bir yarısı, her yer karanlık, bir diğer yanı aydınlık. Yok olmak ya da var oluşun kırılgan sureti. Ha desen yırtılacakmış gibi sesler. Gecenin rengi olmaz diyenler gecede boğulacaklar. Islanırken gecede gülüşler bir algının aldanmışlığına kapılacak ve sere serpe uzanacaktır yalnızlığa, farkında bile olmadan. Hep bir şeyler eksik, bir yanı acı ve sessizlik…
Başucumda bir defter, bir kalem, birde en ucuzundan bir paket sigara… Dumanını ciğerlerime, ta en derine çekiyorum, belki diye… Bir yıldız yakalarım, bir haykırsam sesim duyururum belki de. İzi kalsın her bir taşın üzerinde susmaların, hiç kimsenin sözüne yoktur sözüm. Ölene dek mühürlerim gözlerime, kendi sesinde sessizliğe mahkûm olmuş seslerimi.
Sarıl şimdi diyor yüreğim, sarıl sımsıkı gülen her göze. Masumdur onlar, yalan bilmez, sadece doğrulardır zulasında bir ömür beslediği. Kırılma, nedensiz değil hiçbir şey. Kaybeden bulur, aramasını bilirse, peşine takılma gücünü kendinde yaratırsa, yüzleşme cesareti varsa.
Kış incitse de dağları, yüreğinin derinliklerine kar pınarları akıtır. Yüzü ıslatan yaşlar ağrıtsa da gözleri, onlar yüreği birçok kirden arındırandır. Aksın, bırak hep kaçak olacak değil ya ıslanmalarımız. Keder diye akıtılanlar bir reyhan inceliğinde şimdi tam karşımda. Emanet diye saklarım tüm ayrılıklarımı. Boşalan ellerime merhem diye sürdüm yaşlarını, yumuşatır diye nasırlarımı. Kader diye sarıldıklarım! Oysa ne de günahsızdı farkında olmadan avuçlarımdan kayıp gidenler. Görseniz ne ihtişamlıydı, bir öfke patlaması beklide…
Bu gecede bitecek, yarın yine bu gün olacak. Bu geceden bana arta kalan mı? Koynumda biriktirdiğim yağmur kokusu ve… Bir dahası olmayacak biliyorum. Bu kış bahara evirilecektir, dağ boylarından sular akacaktır ve şafaklar dolunaylı bir geceden sonra bir başka kızıl olacaktır. Ama bu gecede kalmasın diye hiçbir bakış, not düşüyorum belirli bir zaman aralığına. Ve kalın harflerle adını kazıyorum bu gecenin gözlerine. Ve biriktirdiğim nice ay kokulu gülüşlerimi rüzgârın kanatlarına takıyorum. Götürsün diye nice uzak diyarlara. Ne de olsa bir dahası olmayacaktı bu gecenin. Savur şimdi diyorum yüreğime, sesinin soluğunda yükselt haykırışını ve elveda kalana, merhaba yeniden gelene…
Güneşin kıyısında, ateşten sahillere vuracağım. Ve alevleriyle yıkayacağım tüm birikmiş yalnızlıklarımı. Küllerini rüzgârlara bırakıp nefeslerimi dumanından arındıracağım. Söyleyemediğim, dilden dökülemeden buharlaşmış nice sevinçlerimi tozlanmış raflardan indireceğim. Ve tüm ağlamalarımı başucuma koyup yollara koyulacağım. Yollar uzun, engellerle dolu, bazen düşerken, bazen yalpalanacağım ama her şeye inat umudun ezgisinde dillendireceğim özgürlük türkümüzü.
Çığlık çığlığa, bir o diyardan bir diğer diyara sürerim tüm duygularımı. Islık gibi, kulakları delercesine yankılanacaktır ve tüm boşlukları dolduracaktır haykırışım. Alevler saçılacak, ateşler yanacak gökyüzüne doğru. Dumanlar yükseltip, yağmurlar yağdıracağım o özlem bulutlarından. Çember daralacak belki de. Kaygılar artacak, biten güller solmaya yüz tutacak. Ama her şeye rağmen muradına erinecektir özlemi çekilen umut dolu yarınlara, özgür yarınlara… Ve kekik kokulu çocuklar yükselecek dört parça yurdumun her bir yanından, körpecik bir fidan gibi, özgürlüğe susamış, güneşe ulaşma umuduyla nefes alan…
Haydi, takıl peşine rüzgârın, tüm vücudunda hisset, teninin her zerresine işlensin. Bırak tarasın saçlarını, sonra esintiyle gelen ıslaklığı merhem diye sür kapanmak bilmeyen yarana. Biraz da sakla, kötü günlerinde dost olsun diye sana. Ve bağır, haykır, bir çığlık ol, bastır tüm bastırma girişimlerine karşı. Es gecenin yüreğine doğru, estikçe öğren özgür olmanın sınırsızlığını.
Yücesinde, en zirvesinde kahpelikler, kendini bilmezlikler ve daha nice soysuzluklar... Hepsine inat, gecede savrulan bulutların kanatlarında türkü söylemek var ya…
Bu gece de bitecek, yarın sabah olduğunda belki kar yeniden yağar ve beyaza bürüyecek her yanı. Bana kalan mı? Koynumda biriktirdiğim yağmur kokusu ve bu gecenin ıslak bakışları…
Gerillanın kaleminden
2014
- Ayrıntılar
“Elbet bir bildiği var dağların
Varsın aman vermez
Yol vermez olsun
Yaşamaya başladın mı öğrenirsin
Dağlar hep dosttur”(A. Hicri İZGÖREN)
Parçalı bulutlar arasından henüz çıkan dolunaya derin bakışlar fırlatıyordu. Bir dahası olmayacakmış gibi tüm içtenliğiyle tebessümler fırlatıyordu. Tüm durma hallerine inat O; ayın yürek coşturan akışkanlığında akıp gidiyordu dolunayın aydınlığında aydınlanan gecenin koynuna. Ay kokulu nice anısı gelip önüne duruyordu. Her bir anıda başka bir güzellik, sonsuz mutluluk…
Derin bir nefes çekti. “Dağlarda olmak, dağ rüzgârlarıyla dost olmak, dağların doruklarında yüzünü dolunayla ıslatmak… İşte benim cennetim, Gılgameş’in arayıp da bulamadığı sonsuz yaşam iksirim.” diye mırıldanıyordu kendi kendine. Ama hayır! Karşısında biri varmış gibi konuşuyordu. Oysa karşısında bir tek ay vardı…
Dağların yolunu tuttuğu gece dolunaylı bir geceydi. Pusular atlatmış, ölümlerden kıl payı kurtulmuştu. İlk fırsatta ise ayın kucaklayıcı bakışlarına sığınmıştı. Usul usul inen gözyaşlarını dindiren ve ıslak gözlerine tebessüm yerleştiren ayın kendisiydi. Uzun ve yorucu bir yolculuğun sonunda, henüz ay gökyüzündeyken yüreğindeki kutsal mekânlara vardığında söz vermişti kendisine. “Her dolunaylı gecede burada, seninle olacağım.”
Tüm yoldaşları O’nun ay ile olan arkadaşlığını bilirdi. Bundan böylesi zamanlarda çok aranmazdı. Herkes O’nun, şimdi bir kayanın üzerinde oturmuş ya da toprağın serin kucağına uzanmış olduğunu biliyordu.
Genç yaşına rağmen acıyla bezenmişti yaşamı. Gözlerinin kenarında belirmiş kırışıklıklar kader diye kabul ettikleri değildi. Yüzyılların ağır sancısı sonucu bir dövme gibi işlenmişti bakışlarına. Sonra diğer Kürt çocuklarını düşündü. Kendilerine yaşanılanları kadermiş gibi dayatılan, oyunları elinden alınıp, gözyaşına mahkûm edilen çocuklar… Ağır ve zorlu bir hayatın ezgisini dillendiren kavallar değildi. Ne de bir resim karesiydi yaşadıkları. Çocukların bakışları her şeyi anlatıyordu zaten. Islanmış gözlerin derinliklerinde görünen, karabasan bir sistemin dayattıklarıydı.
Bir rüzgâr gelip saçlarında dolandı. O an daha derin bir tebessüm yerleşti bakışlarına. Dolunayın bakışlarıyla buluşan dağ rüzgârı içini daha da ferahlatıyor. Rüzgâr oturduğu taşın etrafında dolanıp, saçlarını dalgalandırıyordu. Yüzüne, gözlerine hafif dokunuşlarda bulunup hemen yanında olan ağaçla dans edercesine yaprakları sallıyordu. Rüzgârın ağaçla olan bu etkileşimi ve gecenin melodisi olarak çıkarttığı ses yüzündeki bakışı daha da yumuşatıyor. Dağlara ulaştığı ilk anda arkadaşların onu karşıladığı an geldi aklına. “Her şey farklıydı. Bakışlarda gördüğüm şefkat değil, sonsuz ve yürekten sevgiydi. Öyle içten gülümseyip kucakladılar ki, üzerimdeki tüm yorgunluğumu atmama yetti.”
Dağlarla buluştuğu ilk andan itibaren dağlar ona kucak açmış, dost, yoldaş olmayı kabul etmişti. Hem yaşadıkça gördü, gördükçe daha çok sevdi ve yürekten, kopmamacasına bağlandı. Zalim tanrılar Ana’nın tüm güzelliklerini çaldığında, kötülüğü ve her türden hastalığı da insanlığa salmışlardı. Bir umut kalmıştı insanın elinde.
Kendine baktı, aya baktı, etrafını yoklayıp dağların tüm güzelliklerini bir bir gözlerinin önüne getirdi. Sonra “Burada umuttan öte şeyler var. Burada Ana’nın bin bir emekle, alın teri ve gözyaşıyla oluşturduğu tüm güzellikler var. Dağlar zalim tanrıların ulaşamadığı ve nefesleriyle kirletemediği mekânlardı. Bundan işte Kürtler hep dağların yolunu tutmuştu ve Kürt çocukları dağların doruklarında özgürlük türküleri dillendirmişti. Çünkü her şeye rağmen dağlar dosttur, arkadaştır, yoldaştır…” deyip ellerine göğsüne koydu.
Gözleri yine ayın dolgun yüzüne kaydı. Aya baktıkça su olup akıyor gecenin koynuna. Kalp atışlarını duyar gibi oldu. Yüreği ferahlıyor. Burada olmanın coşkunluğu sarıyor bakışlarını. Bakışları ayın aydınlığıyla bir olup sınırlar aşıyor. Uzaklara, çok uzaklara gidip geliyor. Uzadıkça mesafeler dolunay daha çok yer ediniyor yüreğine. “Zamansız gidenlerin anısına” deyip amaçlarının kutsallığında her an daha da büyüyen özlemlerini avucuna alıp aya sunuyor.
Bu dağlar nice can bağrına basmıştı. Yürekleri ve gülüşleri amaçları kadar güzel canlar… Dağlarla bir olmuş, dağların asiliğini ve sonsuz güzelliğini almış canlar… O canlar ki yolda onurlu bir yolcu olmanın sevinci ve gururuyla patikalar arşınlayan ve düşmanın üzerine yürüyen canlar… Kimisi körpe fidan, kimisi asırlık çınar kimisi ise… “Dağların bir diğer anlamı da budur işte. Dağlar, kendini özgürlüğe adamış bu canların yerleşkesidir. Budur bizi dağlara ölesiye bağlayan, dağların doruklarında bir n olsun durmaksızın celladın üzerine yürüten. Tarihten böyle geldi, bugün böyle yaşanıyor ve yarın da bu böyle olacak. Dağlar her zaman özgür yaşamanın kutsal mekânları olacak. Dağlar, dünün, bu günün ve yarınların hep beraber yer edindiği en saf resmi olacak…”
Arkasından birinin seslendiğini fark etti. “Heval yola koyuluyoruz. Biraz acele etsen iyi olur…” Gözlerindeki tebessüm gülmeye döndü. Elinden destek alıp kalktı. Bir kez daha aya baktı ve dağlarda olmanın coşkunluğuyla arkadaşlarına doğru hızlı adımlarla yürüdü…
Diren RONAHİ
- Ayrıntılar